Bir zamanlar bu topraklarda “gözü budaktan sakınmayan”, gerektiğinde hayatını tehlikeye atan, mesleğini onurla icra eden insanlar vardı. İtfaiyeci yangına koşar, doktor en zor ameliyata girer, asker siperde gövdesini siper ederdi. Çünkü bu mesleklerin özü, riskin ta kendisiydi. Cesaret, sadece bir meziyet değil, işin ayrılmaz parçasıydı.
Çanakkale’de Seyit Onbaşı, sırtına aldığı mermiyi topun ağzına sürerken hayatını hesap etmedi. Erzurum’da Nene Hatun, kundaktaki bebeğini bırakıp tabyaya koşarken ölüm korkusu taşımadı. Kurtuluş Savaşı’nda Kara Fatma, erkeklerin bile çekindiği cephelerde savaştı. Maraş’ta Sütçü İmam, şehrin onuru için düşmana karşı ilk kurşunu sıkarken “başına iş gelir mi” diye düşünmedi. Onların cesareti, bugün üzerinde yaşadığımız toprakların mayasını tuttu.
Ama bugün manzara bambaşka. Yangında itfaiye aracını bırakıp kaçan görevli görüntüleri izliyoruz; üniversite sınavında gençler “daha risksiz” bölümlere yöneliyor; güvenli alandan çıkmayı reddeden memurlar, yöneticiler, hatta “vatandaş” profili… Sanki toplumun genetik koduna temkinli korkaklık işlenmiş gibi.
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” felsefesi artık istisna değil, kural haline geldi. O yılan başkasını sokarken seyretmek, hatta sessizce içten içe “oh” demek, normalleşti. Bir başkası alevlerin içinde yanarken, kendi koltuğunda oturup kahve yudumlamak; haksızlık yaşanırken kafayı çevirip başka tarafa bakmak… Bu artık sadece bireysel bir ahlak sorunu değil, toplumsal bir çürüme belirtisi.
Korku ve konfor bağımlılığı, mesleklerin doğasını bile değiştiriyor. Tıpta, mühendislikte, öğretmenlikte, askerlikte bile riskten kaçınan kuşaklar yetişiyor. Yangına girmek yerine yangını uzaktan izleyen, cepheye koşmak yerine güvenli tarafta duran, hakkını aramak yerine “aman başıma iş gelmesin” diyen bir toplum olduk.
Cesaretin yerini hesap kitap aldı. “Ya bana da bulaşırsa” korkusu, “ya başıma iş gelirse” kaygısı, toplumsal refleksleri felce uğrattı. Oysa risk almadan gelişme olmaz. Bir ülkenin ilerlemesi, kendi güvenli alanının dışına çıkmayı göze alan insanların sayısıyla doğru orantılıdır.
Bugün bizde eksik olan sadece cesaret değil; sorumluluk bilinci. Çünkü cesaret, yalnızca kendi hayatını riske atmak değil, başkalarının hayatı için de adım atmaktır. Yangına koşmak, adaletsizliğe karşı çıkmak, haksızlığa ses vermek… Bunlar, riskin olduğu kadar erdemin de alanıdır.
Toplum olarak şunu fark etmezsek, yarın çok geç olacak: Cesaretsiz toplum, önce onurunu kaybeder; sonra vatanını. Ve o gün geldiğinde, korkaklık sadece bireysel bir günah değil, topyekûn bir yıkım olur.