Çanakkale Haber

Filiz Yıldız Arçukoğlu
Köşe Yazarı
Filiz Yıldız Arçukoğlu
 

HAYAT BİR SAHNE VE ....ALKIŞLARLA KADIN ! / DİĞER YARIMIZ

HAYAT BİR SAHNE VE ....ALKIŞLARLA KADIN ! / DİĞER YARIMIZ Tiyatro toplumun aynasıdır, denir. Bu ayna tiyatro tarihi boyunca kadınları ne kadar ve nasıl yansıtmıştır?Yada nasıl rol vermişler hayatta... Bu araştırmam, varolan bazı gerçekleri, yaşanmışlıkları değiştirmeyecektir ama bir kere daha toplumun diğer yarısı biz kadınların varlığının kabul görülmesi açısından tekrar tekrar yazılması gündeme getirilmesi gerçeğini hiç unutmamamız gereğini de göstermektedir. Gerçek hayata bakalım , her alanda söylemin dışında kadın hep arka planda bir figüran görülmemekte mi? Yaptığımız araştırmaya göre elimize geçen genel bilgiler şu şekildedir: Bildiğimiz kadarıyla, ilk kadın sanatçılar, M.Ö. 4. yüzyılda Hellenistik Çağ tiyatrosunda, rahibelerden kurulu kadınlar korosunda yer almışlardır . Antik Yunan Dönemi’nde, kadın karakterler erkekler tarafından oynanmıştır. Erkek egemen sistemde bir erkek tarafından yazılmış oyunda kadın karakterin bir erkek tarafından oynanması kadınları toplumsal olarak da yönlendirmiştir. Bu kurgu tarih boyunca erkek egemen sistemler tarafından var edilmiş ve kadının toplumdaki yerini ikinci plana atmak ve onları baskı altında tutmak için bir yöntem olarak kullanılmıştır. Bu dönemde, Şair Euripides aykırı ve toplumu düşünmeye iten yapısı ile yazdığı oyunlarda kadın sorunlarını ve kadın psikolojisini işlemiştir. Kadınların kendilerinden 'iyi veya kötü' hiçbir şekilde bahsettirmemesinin şeref olarak algılandığı M.Ö. 5'inci yüzyılda, Euripides, Yunan toplumunun algısına muhalif olarak kahramanı kadın olan tragedyalar kaleme alır.. . Bu oyunda da kadın, ötekinin hukukuna bağımlı ve ondan adalet talep eden bir figürdür.. Yunan şairi Euripides'ten seçilen bu örnekler Roma tragedyalarında da işlenir. Kadınlar hakkında pekiştirilen olumsuz yargı, Hz. Meryem'e gelinceye kadar sürecektir.. Roma ve Bizans Dönemi’nde ise, kadınlar daha çok bir eğlence aracı olarak açık saçık pantomimlerde görülmüşlerdir (Nutku, 2009: 108). Sahneye çıkan kadınlar köleler arasından seçilirdi. Güldürmek amacıyla yapılan ve sapıklığa varan açık saçıklığıyla bilinen Mimus’ oyunlarında kadınlar bir cinsel obje olarak kullanılırdı. aynı zamanda kadınları zengin erkeklere/soylulara sunmak için de kullanılırdı. Önemli bir yere gelmiş ilk kadın tiyatro oyuncusu Theodora’dır (M.S. 500-548). Bir pantomim oyuncusu olan Theodora, kraliçe olduktan sonra tiyatro adına üretimde bulunmaya devam etmiştir. Hrosvitha (935-1002), tiyatro tarihinde bilinen ilk kadın yazardır. Terentius’tan etkilenerek 6 Latince komedi yazmıştır. Oyunlarında olumlu kadın imgeleri yaratmıştır. Ortaçağ Dönemi’nde de kadın karakterleri erkekler oynamaktaydı. Kadınların sahneye çıkması yasaktı. İlk başlarda dini oyunlar kilisenin elindeydi. Bunlar oyunların yazılmasıyla kalmayıp temsile de katılıyorlar, öyle ki, kadın rollerini de erkek kilise görevlilerinin oynadığı görülüyordu. Kadın karakterleri oynayan başına bir mendil koyar, bir cübbe giyerdi. (And, 1973: 60). Rönesans Dönemi’nde, İtalya’da, Commedia’da tiyatro tarihinde ilk kez kadınlar önemli bir konuma geldiler. Gelosi kumpanyasının armasında resmi yer alan (ilk profesyonel kadın oyuncu olan) Isabella Andreini (1562-1604), şairlerin sayısız sonelerinde kutsadıkları bu kadın oyuncu, oyun yazarı ve şair olarak hem İtalya’da hem de Fransa’da saygı gördü (Cole ve Chinoy, 1997: 43). Rönesans İspanyası’nda ise, kadın oyuncular tiyatro topluluklarının en önemli üyeleriydi. Hatta kadın kılığğında çıkan erkek oyuncuları ahlak dışı kabul ediyorlardı. Ama Kadın oyuncu ya aynı topluluktan bir erkek oyuncuyla evli ya da bir oyuncu çiftin kızı olmalıydı. Oyuncu değilse bile, erkek oyuncuların karıları yanlarında bulunmalıydı. Bununla birlikte soylu kişilerin ve kralların, kadın oyunculardan kapatmaları vardı . İngiltere’de, 1656 yılına kadar kadın rollerini genç erkeklerin oynadığını Oyunculuk Sanatı adlı kitapta geçen şu cümleden anlıyoruz: “(…) 1656’ya kadar kadın oyuncu göremeyecek olan tiyatroda kadın rollerini canlandıran genç delikanlı çıraklar bulunurdu (Cole ve Chinoy, 1997: 59). Fransa’da, kadın rollerini kadınlar oynamaktaydı. Genelde kadın oyuncular bir erkek oyuncuyla evliydi ve kadınlar bir oyunda kocalarıyla birlikte oynarlardı. 17. yüzyılda, Aphra Behn (1640-1689) ilk profesyonel kadın oyun yazarıdır. Birçok kez sahnelenmiş olan 18 oyun yazmıştır. Restorasyon Dönemi’nin getirdiği en büyük yenilik, tiyatronun kadın oyuncuya kavuşmasıydı. Bu dönemde batıda olduğu gibi Hint tiyatrosunda da kadın rollerini kadınlar oynamaya başladı. Yalnız Tibet’te kadın rollerini erkekler oynamaya devam etti. Çin ve Japonya’da oyunculuk geleneksel olarak bir erkek işiydi. (…) Kabuki tiyatrosunun kurucusu kadınlardı. Ancak, 18. yüzyılda Çin sahnesi kadınlara yasak edildi. Bu yasak, imparatorun bir oyuncu kadınla evlenmesi üzerine konulmuştur. Japonya’da ise başladığından bir yüzyıla yakın zaman sonra imparatorluğun buyruğu ile yasaklandı. 20. yüzyılda Çin ve Japonya’da kadın oyuncu yine sahneye çıktı (And, 1973: 82). 18. yüzyılda, pek çok ünlü aktris vardır. Bunlar arasında Adrienne Lecouvreur, Matmazel Dumesnil sahne adıyla çalışan Marie-Françoise Marchand, Peg Woffinton, Sarah Siddons, Charlotte Desmares, Mrs. Anne Oldfield, Kitty Clive, Sophie Schröder, Tatyana Troyepolskaya, Katerina Semyanova yüzlercesi arasından birkaçıdır Rusya’da, Çariçe Elisaveta’nın (1709-1762) saltanatı sırasında tiyatronun, taşra kentlerine kadar yayıldığını aktaran Stanislavski (1992: 15-16), anlatımına şu şekilde devam eder: “Çariçe Elisaveta’ya teşekkür etmeliyiz, çünkü onun bu candan ilgisiyle yerel tiyatrolar kurma girişimleri, varlıklı aristokratlar arasında giderek bir moda haline geldi. Bu tiyatrolarda çalışan aktörlerle aktrisler, çoğunlukla, toprak köleleriydi. Fakat soylularda zamanla temsillerde rol almaya başladılar. Rus Çariçesi II. Katerina (1729-1796) bu dönemde sahne oyunları yazmıştır. Tiyatro her ne kadar imparatoriçeler tarafından desteklenmiş olsa da, bu dönemde Rusya’da kadın oyuncuların yaşadığı sıkıntılar, erkek oyuncuların yaşadığı sıkıntılardan çok daha büyüktü. 19. yüzyıl itibariyle romantizm tiyatroda da etkisini göstermeye başladı veünlü kadın oyuncuların ortaya çıkmasını da sağladı. Bu oyunculardan bazıları Ristori, Rachel, Bernhardt, Rejane, Duse’dir. Özellikle Sarah Bernhardt (1844-1923) bu dönemde adını en çok duyuran kadın oyuncudur. 19. yüzyıldan günümüze kadar yalnızca oyunculuk alanında değil diğer tüm sanat dallarında da çok önemli kadın sanatçılar başarılarıyla dünyaya isimlerini duyurmuştur. Erkek egemen sistem içinde bir kadın sanatçının kazandığı başarıyı “mücadele” kelimesiyle ilişkilendirmek yerinde olacaktır. Ülkemizde ise tiyatro sanatının gelişimi çok geç olmuştur. İlk Türkçe oyun 1859’da yazıldı. 1860’da yayınlandı. İlk oynanan Türk oyununda o zamanki şartlardan dolayı Ermeni oyuncular oynadı. Yine ileriki yıllarda 1869’a kadarki oyunlarda Ermeni oyuncular oynadı. Türkçe oynayan tiyatro grubu 1869 yılında kuruldu. Adı Tiyatro-yi Osmani idi. Tiyatro-yi Osmani’nin başında Güllü Agop Efendi vardı. Kadın rollerini Ermeni kadınlar onuyordu. Türk kadınlarının oyunları seyretmesine yalnızca kumpanyalarda izin veriliyordu ve tiyatronun en güzel temsillerinin verildiği ramazan ayında kadınların oyun izlemesi yasaktı Sahneye ilk çıkan Müslüman kadının, 19. yüzyılın ikinci yarısında, “Amelia” sahne adıyla çıkan, bir kazaskerin kızı olan Kadriye’dir. Bir temsilde tanındığı için, sonradan sahneyi bırakmak zorunda kalmıştır. 20. yüzyılda, 2. Meşrutiyet’ten sonra sahneye çıkan, ama sürekli polis takibi yüzünden sahneden uzaklaşmak zorunda bırakıldığı için uyuşturucuya alışan ve 1941’de yapayalnız ölen Afife (Jale)’dir (Nutku, 2009: 116). Agah Özgüç’ün (2006) bu konuda verdiği bilgiler ise şöyledir: Sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadını 1889 yılında Nazilli’de sahneye çıkan Amelia sahne adıyla Kadriye’dir. İkinci olarak sahneye çıkan ise 1920 yılında Mevdude Refik’tir. Mevdude Refik’ten otuz gün sonra da, 15 Eylül 1920’de, Afife Jale (1902-1941) ilk kez sahneye çıkmıştır. Cumhuriyetten sonra yazılan tiyatro oyunlarındaki kadın tiplerini incelediğimizde karşımıza şöyle bir karakterler dokusu çıkar: Yirmili, otuzlu, hatta kırklı yıllarda yazılan oyunlarda dramatik olanı yaratan genellikle suça eğilimli kadınlardır. Suçlu, ya da “Günahkar Kadın” tipi bu oyunların ortak malzemesi olmuştur denilebilir. Oyunun eylemini ateşleyen, olayları yaratan, kendisi ve çevresindekiler için yıkımı hazırlayan odur. Kötü eş, kötü anne, engellenemeyen tutkuları ile bir tehlike odağı oluştururlar. Çeşitli oyunlarda bu tipe yakıştırılan özellikler, kumar oynaması, içki içmesi, eğlenceye, lükse düşkün olması, makyaj yapması, saçını boyamasıdır. Suçlu kadın erkeğini çekip çeviremez, çocuklarına doğru eğitim veremez, cinsel dürtülerini kontrol edemez. Bu yüzden kocasını aldatmaya eğilimlidir. Kocasını, kayınbiraderi ile, üvey oğlu ile, asistanı ile aldatan kadınlar bu oyunların vazgeçilmez kara kişileri olmuştur. Vedat Nedim Tör’ün, Cevdet Kudret’in, Necip Fazıl Kısakürek’in, Nazım Hikmet’in, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın oyunlarında bu tipin çeşitli örneklerine rastlarız Bu bilgiler doğrultusunda hayat bir sahne ve bize biçilen rol ise yine toplum düzenini yön veren erk egemen ama geldiğimiz noktoda aslında veremediğini görüyoruz heryerden kadın varlığı tüm engellemelere rağmen taşıyor...Paylaşımları eksiksiz yorum katmadan vermeye çalıştım zira hayat şakaya gelmez..Madem hayat bir oyun ve sahne bizim , Oyun dahi kuralına göre oynanmalı... Evet 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününü kutlandığı (?) bu haftada birileri bu sahnede yine kadının adını kullanarak boy gösterdi, oyununu oynadı ..Hepsi bu kadar....Bu günü gerçekten kutlayabileceğimiz günlere...   Kaynak: AND, Metin; (1973), “Tiyatro Kılavuzu”, Milliyet Yayınları, İstanbulARIKAN, Yılmaz; (1998), “Uygulamalı Tiyatro Eğitimi 2”, Arıtaş Yayınları, İstanbulCOLE, Toby ve CHINOY, H. Krich; (1997), “Ünlü Oyunculardan Oyunculuk Sanatı 1”, Mitos Boyut Yayınları, İstanbulNUTKU, Özdemir; (2009), “Troya’nın Tahta Atı”, Şenocak Yayıncılık, İzmirÖZGÜÇ, Agah; (2006), “Bir Sinema Yazarının Günlüğünden Aykırı Notlar”, +1 Kitap Yayınları, İstanbulÖZTÜRK, Semire Ruken; (2004), Sinemanın Dişil Yüzü, Om Yayınları, İstanbul
Ekleme Tarihi: 09 Mart 2019 - Cumartesi
Filiz Yıldız Arçukoğlu

HAYAT BİR SAHNE VE ....ALKIŞLARLA KADIN ! / DİĞER YARIMIZ

HAYAT BİR SAHNE VE ....ALKIŞLARLA KADIN ! / DİĞER YARIMIZ

Tiyatro toplumun aynasıdır, denir. Bu ayna tiyatro tarihi boyunca kadınları ne kadar ve nasıl yansıtmıştır?Yada nasıl rol vermişler hayatta...

Bu araştırmam, varolan bazı gerçekleri, yaşanmışlıkları değiştirmeyecektir ama bir kere daha toplumun diğer yarısı biz kadınların varlığının kabul görülmesi açısından tekrar tekrar yazılması gündeme getirilmesi gerçeğini hiç unutmamamız gereğini de göstermektedir. Gerçek hayata bakalım , her alanda söylemin dışında kadın hep arka planda bir figüran görülmemekte mi?

Yaptığımız araştırmaya göre elimize geçen genel bilgiler şu şekildedir:

Bildiğimiz kadarıyla, ilk kadın sanatçılar, M.Ö. 4. yüzyılda Hellenistik Çağ tiyatrosunda, rahibelerden kurulu kadınlar korosunda yer almışlardır .

Antik Yunan Dönemi’nde, kadın karakterler erkekler tarafından oynanmıştır. Erkek egemen sistemde bir erkek tarafından yazılmış oyunda kadın karakterin bir erkek tarafından oynanması kadınları toplumsal olarak da yönlendirmiştir. Bu kurgu tarih boyunca erkek egemen sistemler tarafından var edilmiş ve kadının toplumdaki yerini ikinci plana atmak ve onları baskı altında tutmak için bir yöntem olarak kullanılmıştır.

Bu dönemde, Şair Euripides aykırı ve toplumu düşünmeye iten yapısı ile yazdığı oyunlarda kadın sorunlarını ve kadın psikolojisini işlemiştir. Kadınların kendilerinden 'iyi veya kötü' hiçbir şekilde bahsettirmemesinin şeref olarak algılandığı M.Ö. 5'inci yüzyılda, Euripides, Yunan toplumunun algısına muhalif olarak kahramanı kadın olan tragedyalar kaleme alır.. . Bu oyunda da kadın, ötekinin hukukuna bağımlı ve ondan adalet talep eden bir figürdür.. Yunan şairi Euripides'ten seçilen bu örnekler Roma tragedyalarında da işlenir. Kadınlar hakkında pekiştirilen olumsuz yargı, Hz. Meryem'e gelinceye kadar sürecektir..

Roma ve Bizans Dönemi’nde ise, kadınlar daha çok bir eğlence aracı olarak açık saçık pantomimlerde görülmüşlerdir (Nutku, 2009: 108).

Sahneye çıkan kadınlar köleler arasından seçilirdi. Güldürmek amacıyla yapılan ve sapıklığa varan açık saçıklığıyla bilinen Mimus’ oyunlarında kadınlar bir cinsel obje olarak kullanılırdı. aynı zamanda kadınları zengin erkeklere/soylulara sunmak için de kullanılırdı.

Önemli bir yere gelmiş ilk kadın tiyatro oyuncusu Theodora’dır (M.S. 500-548). Bir pantomim oyuncusu olan Theodora, kraliçe olduktan sonra tiyatro adına üretimde bulunmaya devam etmiştir.

Hrosvitha (935-1002), tiyatro tarihinde bilinen ilk kadın yazardır. Terentius’tan etkilenerek 6 Latince komedi yazmıştır. Oyunlarında olumlu kadın imgeleri yaratmıştır.

Ortaçağ Dönemi’nde de kadın karakterleri erkekler oynamaktaydı. Kadınların sahneye çıkması yasaktı.

İlk başlarda dini oyunlar kilisenin elindeydi. Bunlar oyunların yazılmasıyla kalmayıp temsile de katılıyorlar, öyle ki, kadın rollerini de erkek kilise görevlilerinin oynadığı görülüyordu. Kadın karakterleri oynayan başına bir mendil koyar, bir cübbe giyerdi. (And, 1973: 60).

Rönesans Dönemi’nde, İtalya’da, Commedia’da tiyatro tarihinde ilk kez kadınlar önemli bir konuma geldiler. Gelosi kumpanyasının armasında resmi yer alan (ilk profesyonel kadın oyuncu olan) Isabella Andreini (1562-1604), şairlerin sayısız sonelerinde kutsadıkları bu kadın oyuncu, oyun yazarı ve şair olarak hem İtalya’da hem de Fransa’da saygı gördü (Cole ve Chinoy, 1997: 43).

Rönesans İspanyası’nda ise, kadın oyuncular tiyatro topluluklarının en önemli üyeleriydi. Hatta kadın kılığğında çıkan erkek oyuncuları ahlak dışı kabul ediyorlardı. Ama Kadın oyuncu ya aynı topluluktan bir erkek oyuncuyla evli ya da bir oyuncu çiftin kızı olmalıydı. Oyuncu değilse bile, erkek oyuncuların karıları yanlarında bulunmalıydı. Bununla birlikte soylu kişilerin ve kralların, kadın oyunculardan kapatmaları vardı .

İngiltere’de, 1656 yılına kadar kadın rollerini genç erkeklerin oynadığını Oyunculuk Sanatı adlı kitapta geçen şu cümleden anlıyoruz: “(…) 1656’ya kadar kadın oyuncu göremeyecek olan tiyatroda kadın rollerini canlandıran genç delikanlı çıraklar bulunurdu (Cole ve Chinoy, 1997: 59).

Fransa’da, kadın rollerini kadınlar oynamaktaydı. Genelde kadın oyuncular bir erkek oyuncuyla evliydi ve kadınlar bir oyunda kocalarıyla birlikte oynarlardı.

17. yüzyılda, Aphra Behn (1640-1689) ilk profesyonel kadın oyun yazarıdır. Birçok kez sahnelenmiş olan 18 oyun yazmıştır.

Restorasyon Dönemi’nin getirdiği en büyük yenilik, tiyatronun kadın oyuncuya kavuşmasıydı.

Bu dönemde batıda olduğu gibi Hint tiyatrosunda da kadın rollerini kadınlar oynamaya başladı. Yalnız Tibet’te kadın rollerini erkekler oynamaya devam etti.

Çin ve Japonya’da oyunculuk geleneksel olarak bir erkek işiydi. (…) Kabuki tiyatrosunun kurucusu kadınlardı. Ancak, 18. yüzyılda Çin sahnesi kadınlara yasak edildi. Bu yasak, imparatorun bir oyuncu kadınla evlenmesi üzerine konulmuştur. Japonya’da ise başladığından bir yüzyıla yakın zaman sonra imparatorluğun buyruğu ile yasaklandı. 20. yüzyılda Çin ve Japonya’da kadın oyuncu yine sahneye çıktı (And, 1973: 82).

18. yüzyılda, pek çok ünlü aktris vardır. Bunlar arasında Adrienne Lecouvreur, Matmazel Dumesnil sahne adıyla çalışan Marie-Françoise Marchand, Peg Woffinton, Sarah Siddons, Charlotte Desmares, Mrs. Anne Oldfield, Kitty Clive, Sophie Schröder, Tatyana Troyepolskaya, Katerina Semyanova yüzlercesi arasından birkaçıdır

Rusya’da, Çariçe Elisaveta’nın (1709-1762) saltanatı sırasında tiyatronun, taşra kentlerine kadar yayıldığını aktaran Stanislavski (1992: 15-16), anlatımına şu şekilde devam eder: “Çariçe Elisaveta’ya teşekkür etmeliyiz, çünkü onun bu candan ilgisiyle yerel tiyatrolar kurma girişimleri, varlıklı aristokratlar arasında giderek bir moda haline geldi. Bu tiyatrolarda çalışan aktörlerle aktrisler, çoğunlukla, toprak köleleriydi. Fakat soylularda zamanla temsillerde rol almaya başladılar.

Rus Çariçesi II. Katerina (1729-1796) bu dönemde sahne oyunları yazmıştır.

Tiyatro her ne kadar imparatoriçeler tarafından desteklenmiş olsa da, bu dönemde Rusya’da kadın oyuncuların yaşadığı sıkıntılar, erkek oyuncuların yaşadığı sıkıntılardan çok daha büyüktü.

19. yüzyıl itibariyle romantizm tiyatroda da etkisini göstermeye başladı veünlü kadın oyuncuların ortaya çıkmasını da sağladı. Bu oyunculardan bazıları RistoriRachel, Bernhardt, Rejane, Duse’dir. Özellikle Sarah Bernhardt (1844-1923) bu dönemde adını en çok duyuran kadın oyuncudur.

19. yüzyıldan günümüze kadar yalnızca oyunculuk alanında değil diğer tüm sanat dallarında da çok önemli kadın sanatçılar başarılarıyla dünyaya isimlerini duyurmuştur. Erkek egemen sistem içinde bir kadın sanatçının kazandığı başarıyı “mücadele” kelimesiyle ilişkilendirmek yerinde olacaktır.

Ülkemizde ise tiyatro sanatının gelişimi çok geç olmuştur. İlk Türkçe oyun 1859’da yazıldı. 1860’da yayınlandı. İlk oynanan Türk oyununda o zamanki şartlardan dolayı Ermeni oyuncular oynadı. Yine ileriki yıllarda 1869’a kadarki oyunlarda Ermeni oyuncular oynadı. Türkçe oynayan tiyatro grubu 1869 yılında kuruldu. Adı Tiyatro-yi Osmani idi. Tiyatro-yi Osmani’nin başında Güllü Agop Efendi vardı.

Kadın rollerini Ermeni kadınlar onuyordu. Türk kadınlarının oyunları seyretmesine yalnızca kumpanyalarda izin veriliyordu ve tiyatronun en güzel temsillerinin verildiği ramazan ayında kadınların oyun izlemesi yasaktı

Sahneye ilk çıkan Müslüman kadının, 19. yüzyılın ikinci yarısında, “Amelia” sahne adıyla çıkan, bir kazaskerin kızı olan Kadriye’dir. Bir temsilde tanındığı için, sonradan sahneyi bırakmak zorunda kalmıştır. 20. yüzyılda, 2. Meşrutiyet’ten sonra sahneye çıkan, ama sürekli polis takibi yüzünden sahneden uzaklaşmak zorunda bırakıldığı için uyuşturucuya alışan ve 1941’de yapayalnız ölen Afife (Jale)’dir (Nutku, 2009: 116).

Agah Özgüç’ün (2006) bu konuda verdiği bilgiler ise şöyledir: Sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadını 1889 yılında Nazilli’de sahneye çıkan Amelia sahne adıyla Kadriye’dir. İkinci olarak sahneye çıkan ise 1920 yılında Mevdude Refik’tir. Mevdude Refik’ten otuz gün sonra da, 15 Eylül 1920’de, Afife Jale (1902-1941) ilk kez sahneye çıkmıştır.

Cumhuriyetten sonra yazılan tiyatro oyunlarındaki kadın tiplerini incelediğimizde karşımıza şöyle bir karakterler dokusu çıkar: Yirmili, otuzlu, hatta kırklı yıllarda yazılan oyunlarda dramatik olanı yaratan genellikle suça eğilimli kadınlardır. Suçlu, ya da “Günahkar Kadın” tipi bu oyunların ortak malzemesi olmuştur denilebilir. Oyunun eylemini ateşleyen, olayları yaratan, kendisi ve çevresindekiler için yıkımı hazırlayan odur. Kötü eş, kötü anne, engellenemeyen tutkuları ile bir tehlike odağı oluştururlar. Çeşitli oyunlarda bu tipe yakıştırılan özellikler, kumar oynaması, içki içmesi, eğlenceye, lükse düşkün olması, makyaj yapması, saçını boyamasıdır. Suçlu kadın erkeğini çekip çeviremez, çocuklarına doğru eğitim veremez, cinsel dürtülerini kontrol edemez. Bu yüzden kocasını aldatmaya eğilimlidir. Kocasını, kayınbiraderi ile, üvey oğlu ile, asistanı ile aldatan kadınlar bu oyunların vazgeçilmez kara kişileri olmuştur. Vedat Nedim Tör’ün, Cevdet Kudret’in, Necip Fazıl Kısakürek’in, Nazım Hikmet’in, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın oyunlarında bu tipin çeşitli örneklerine rastlarız

Bu bilgiler doğrultusunda hayat bir sahne ve bize biçilen rol ise yine toplum düzenini yön veren erk egemen ama geldiğimiz noktoda aslında veremediğini görüyoruz heryerden kadın varlığı tüm engellemelere rağmen taşıyor...Paylaşımları eksiksiz yorum katmadan vermeye çalıştım zira hayat şakaya gelmez..Madem hayat bir oyun ve sahne bizim , Oyun dahi kuralına göre oynanmalı...

Evet 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününü kutlandığı (?) bu haftada birileri bu sahnede yine kadının adını kullanarak boy gösterdi, oyununu oynadı ..Hepsi bu kadar....Bu günü gerçekten kutlayabileceğimiz günlere...

 

Kaynak: AND, Metin; (1973), “Tiyatro Kılavuzu”, Milliyet Yayınları, İstanbulARIKAN, Yılmaz; (1998), “Uygulamalı Tiyatro Eğitimi 2”, Arıtaş Yayınları, İstanbulCOLE, Toby ve CHINOY, H. Krich; (1997), “Ünlü Oyunculardan Oyunculuk Sanatı 1”, Mitos Boyut Yayınları, İstanbulNUTKU, Özdemir; (2009), “Troya’nın Tahta Atı”, Şenocak Yayıncılık, İzmirÖZGÜÇ, Agah; (2006), “Bir Sinema Yazarının Günlüğünden Aykırı Notlar”, +1 Kitap Yayınları, İstanbulÖZTÜRK, Semire Ruken; (2004), Sinemanın Dişil Yüzü, Om Yayınları, İstanbul

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve canakkaleninsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

27
Temmuz
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.