Çanakkale Haber

Murat CEVAHİR
Köşe Yazarı
Murat CEVAHİR
 

TÜRKÇELEŞTİRİLMİŞ DİN DİLİ

Toplumumuzda giderek “inakçı” (dogmacı) düşünce yapısı yaygınlaşıyor. Bunu üzülerek söylüyorum; fakat insanlar artık birçok şeyi sorgulamadan, önlerine sunulduğu gibi kabul ediyorlar. Hani insanların “yumuşak karnı” diye yorumladıkları belli duyarlılıkları vardır ya? İşte günümüzde insanlar özellikle dinsel boyuttaki düşünce yapılarını ve uygulamaları pek sorgulama yoluna gitmiyorlar. Elbette Tanrı‘nın bize buyurduklarını sorgulamak doğru değildir. Fakat bazı insanların söylemlerine “Tanrısal” özellik kazandırarak, onu topluma dayatmaya çalışması, kuşkusuz sorgulanmalıdır. Bu sorgulama olgusuna bir örnek vereyim: Suyu üç yudumda içmek, ters dönmüş bir terliği düzeltmek, lavaboya sol ayakla girip sağ ayakla çıkmak… gibi toplumca benimsenmiş davranışların “neden” yapıldığını çoğu kimse bilmez. Eğer bunların “hangi mantıkla” böyle yapıldığını bilir ve uygularsa, ne mutlu… Şimdi kişilerin sorgulamadan kabul ettikleri dinsel anlamdaki farklı bir boyuta dikkatinizi çekmek istiyorum: “Din dili“…Tarihimize baktığımızda, geçen binlerce yıl içerisinde birçok dini benimsediğimizi, en çok da Gök Tanrı Dini ve İslamiyet etkisinde kaldığımızı görürüz. Fakat İslam‘dan önce kabul ettiğimiz ve başka uluslardan aldığımız bütün dinlerde, hep “inanç” boyutunda alıntılar yapmış, dini kendi dilimizle anlamaya / uygulamaya çalışmışken, İslam dinini benimsedikten sonra dilimize büyük bir hızla Arapça – Farsça sözcükler girmeye başlamıştır. Bu da, yalnızca “inancını” benimsediğimiz bir din ile, din boyutunda öz dilimizden uzaklaşmamıza neden olmuştur. Şöyle ki İslamiyet’ten önce de onun yüceliğine inandığımız Ulu Tanrı‘mız, İslamiyetle birlikte “Allah” adını almış ve insanlar “Tanrı” demekten utanır hâle getirilmişlerdir. Hâlbuki ikisinde de “Yaratıcı” kastedilmektedir. Konuyu farklı yönlere çekmeden, Türkiye’de dinsel anlamda kullanılan dilin neden Türkçeleştirilmesi gerektiğini açıklayayım: Din, insanların tinsel (manevi) boyutta doyuma ulaşmalarını sağlar. Asıl amacı, insanlara sistemleşmiş bir “inanç yapısı” sunarak, insanları o yapı içerisinde Tanrı‘ya yaklaştırmak ve bu yolla onların doyuma / hazza ulaşmasını sağlamak olan din, kuşkusuz kişilerin “anladıkları” dil ile uygulamaya geçirilmelidir. Bugün Türkiye’deki insanların % 90′ına yakınının anadilinin Türkçe olduğunu ve bu insanlar içerisinde sonradan Arapça öğrenenlerin sayısının yok denecek kadar az olduğunu düşünürsek; anadili ve resmi dili Türkçe olan bir topluma, dinlerini anlamadıkları bir dil ile yaşamlarına uygulayacakları bir dayatma yapmanın doğru bir düşünce olmadığını anlayabiliriz.   Cumhuriyet’ten sonraki dönemde “din dilinin Türkçeleştirilmesi” ve “Türkçe ezan” gibi konularda çeşitli tartışmalar yapılmıştır. Bu tartışmalar, nedense bazı çevrelerce amacından uzaklaştırılmış ve her zaman Türkçeden yana olan kişiler “dinsiz” ilan edilmiştir. Biz de daha önceden bu konuları bazı yerlerde tartıştık ve bazı arkadaşlarımız bize “Böyle şey olur mu, siz dinden çıkmışsınız? Bunlar İslam‘a aykırı…” gibi şeyler söylediler. Bilmenizi isterim ki, benim bu yazıyı yazmamdaki amacım, kişilerin dini duygularıyla oynamak veya İslam‘ı gereksiz konularla yıpratmak değildir. Ben, sadece toplumdaki yanlış olan yerleşik düşüncelerin yeniden sorgulanması gerektiğini düşündüğüm için böyle bir yazıyı yazma gereği duyuyorum. Konunun basit bir yönünü ele alalım: Türkiye’de yaşayan Müslümanların hepsi, en azından Fatiha Suresi’ni ezbere biliyordur. Acaba bu insanların yüzde kaçı bu surenin anlamını biliyordur? Emin olun ilahiyat öğrenimi almayan kişilerin çoğu bu surenin anlamını bilmez. Anlamı bilinmeyen sözler, kişilerin yüreğinden geçerek söylenmez. Örneğin Çince bilmeyen birisi, eline Çince yazılmış bir metni alıp okusa, o okuma kişi için ne ifade eder? O kişi yalnızca gördüklerini ağzıyla söylemiştir; fakat ağzından çıkanların ne anlama geldiğini hiç bilmez. İşte vurgulamaya çalıştığımız, kişilerin bilmedikleri bir dilde ezberlediği kalıp sözleri tapınma dili olarak kullanmalarının yanlışlığıdır. Camide ibadet eden insanlara dikkat edin, imamın Arapça okuduğu dualarda, yalnızca duanın ahengini duyumsamaya çalışıp kendilerinden geçmeye çalıştıklarını ve yalnızca kendi çabalarıyla Tanrı‘ya yaklaştıklarını görürsünüz. Arapça dualar, ayetler… bittikten sonra hocanın Türkçe dua ettiği bölümde ise, camide “Amin!” sesleri yankılanır. Çünkü kişiler Tanrı‘dan dilediklerini, dualarının sözlerini anlamış, yürekleriyle ona katılmışlardır. İşte temel sorun, bunu anlayabilmekte başlamaktadır. Aynı şeyi namazda düşünelim. Namaz kılınırken, sureler – dualar okunur. Düşünün ki en çok bilinen surelerden olan “İhlas Suresi“ni okumaya başladı birisi. “Kul hüvallahû ehad.” diye başladı ve duasını tamamladı. Peki içtenlikle yanıtlayın, kaç kişi içinizde “Kul hüvallahû ehad.” sözünün anlamını biliyor? Emin olun Türkiye’deki Müslümanların %95′i bu sözün anlamını bilmez. Tanrı‘ya yaklaştığımız her anı, anlamını bilmediğimiz sözcüklerle doldurmamız elbette ibadetin hakkıyla yerine getirilmemesine yol açar. Güzelce düşünülürse, bütün tapınmalarda son Türkçe dua bölümünün dışında söylediğimiz / dinlediğimiz hiçbir şeyi anlamadığımızı görürüz. Dünyada “kutsal” sayılabilecek bir dilin olmaması ve “ata dilinden” başla bir dilin “kut“lu sayılmaması gerektiğini düşünüyorum. Bazı insanlar buna karşı çıkıp, Arapçayı Türkçe karşısında üstünmüş gibi görmeye / göstermeye çalışıyorlar. Bu, binlerce yıl önce Kaşgarlı Mahmud atamızca da ortaya konulmuştur ki, Türkçe dünyanın en köklü ve en güçlü dillerindendir. Durum böyle iken, bazıları Kur’an’ın Arapçadan başka bir dile çevrilmesinin pek doğru olmadığını, hiçbir zaman doğru bir çevirinin yapılamayacağını söyleyip dururlar. Acaba Kur’an farklı bir kodla mı yazıldı? Elbette hayır. Bugün nasıl ki Arapça yazılan kitaplar birebir başka dillere çevriliyorsa, Kur’an da öylece bütün dillere çevrilebilir. Bunun için “İslamın özü bozulmamalıdır.” diye bahaneler üretmek boşunadır. Bugün dünyadaki Hristiyanlara bakın. İtalyanlar, İngilizler, Almanlar, Fransızlar… yani özünde Latin kökenli topluluklar Hristiyan oldukları hâlde, hepsi tapınmalarını kendi dillerinde yaparlar ve dinlerini kendilerince yaşarlar. Doğru olanı da budur. Gagauz Türkleri de Hristiyandır. Fakat kimse onlara “Hristiyanlık yalnızca şu dille yapılır.” diye dayatma yapmıyor. Onun için onlar, dinlerini Türkçe ile yapıyorlar. Daha önceki dönemlere bakarsanız, atalarımız birçok dini benimsemişler; fakat dinlerini benimsedikleri toplulukların dillerinden pek etkilenmemişlerdir. Demek ki bu olanaklı ve başarılmış bir şeydir. Yüce Önder Atatürk‘ün zamanında ezanlar Türkçe okunuyormuş. Hatta okunan hutbeler de sonradan Türkçeleştirilmiş. Peki soruyorum: Acaba dinini, kendi dilleriyle yaşayan insanların imanları eksik mi kalıyor? Bence yalnızca Türkler değil, dünyadaki bütün toplumlar dinlerini “anladıkları” dille yaşamalıdırlar. Çünkü anlamadıkları bir dille öteki dünyaya hazırlık yapmak, insanın içini rahatlatmaktan öteye geçmez. Bunun aksini iddia edenler, Araplar’ın uydurdukları “Cennet ehlinin dili Arapça’dır, onlar Allah’ın huzurunda Arapça konuşurlar.” hadisine (?) bile inanacak kadar sığ düşünenlerdir. İşte size Atatürk döneminde uygulamaya konulan Türkçe ezan…   Kur’an’ın hangi dilde okunması gerektiği de tartışma konusudur. Bazı insanlar sadece yazıldığı dilde okunmasını, bazıları da önce Arapçasını sonra Türkçesini okumak gerektiğini söylüyor. Burada bizim düşüncemiz yine sabit ve oldukça mantıklı. Arapça bilmeyen bir insan, Kur’an’ı Arapçasından okuyarak 10 kere hatim etse ne olur? Hatta anlamını bilmediği hâlde Kur’an’ın tamamını ezberlese (hıfz etse) ne olur? Bu kişi, Tanrı‘nın (Allah’ın) sözünü (kelamını) anlayabilmiş midir? Hayır! Aslında burada “Arapça bilmek” konusunu da açmak gerekiyor. Arapça bilmek, yalnızca Arap alfabesini öğrenip, Arapça okunuşuna göre “okumaya” çalışmak değildir. Okunulan sözcükler sizler için bir şey ifade etmiyorsa, siz Arapça bilmiyorsunuz demektir. Bu her dil için böyledir. Düzgün düşünen bir insan bilir ki, kişi kutsal kitabını öz diliyle veya anladığı dille okumalıdır. Anladığı dille okumalıdır ki Tanrı‘nın uyarılarını anlasın, orada bizlere söylenenleri yorumlayıp inanç yapısını oluştursun. Aslında bu konu uzadıkça uzatılabilir. Fakat uzun yazıları okumaya çoğu kişinin pek yaklaşmadığını düşünerek söylemek istediklerimin bir özetini yapmak istiyorum: Din, kimsenin tekelinde olmamalı, yalnızca kişi ile Tanrı arasında bağ kurarak kişiyi doyuma ulaştırmalıdır.Hiçbir yerde İslam‘ı yalnızca “Arapça” yaşamak gerektiği söylenmemiştir. Bir Çinli Müslüman olduktan sonra Arapça öğrenmek zorunda olmadan inancını yaşayabilmelidir. Tıpkı bu biçimde, Türk ulusu da Arapların dayatmalarından sıyrılıp İslam‘ın özünü yaşayabilmek için, dinini öz diliyle yaşatabilmelidir. Dini, kurallar bütünü olarak görmeyip, Orta Çağ’daki “kilise” anlayışından uzaklaşıp, dinimizi “Türk“çe yaşayabilmeyi umuyorum.   TANRI TÜRK IRKINI KORUSUN VE YÜCELTSİN
Ekleme Tarihi: 17 Ocak 2018 - Çarşamba
Murat CEVAHİR

TÜRKÇELEŞTİRİLMİŞ DİN DİLİ

Toplumumuzda giderek “inakçı” (dogmacı) düşünce yapısı yaygınlaşıyor. Bunu üzülerek söylüyorum; fakat insanlar artık birçok şeyi sorgulamadan, önlerine sunulduğu gibi kabul ediyorlar. Hani insanların “yumuşak karnı” diye yorumladıkları belli duyarlılıkları vardır ya? İşte günümüzde insanlar özellikle dinsel boyuttaki düşünce yapılarını ve uygulamaları pek sorgulama yoluna gitmiyorlar. Elbette Tanrı‘nın bize buyurduklarını sorgulamak doğru değildir. Fakat bazı insanların söylemlerine “Tanrısal” özellik kazandırarak, onu topluma dayatmaya çalışması, kuşkusuz sorgulanmalıdır. Bu sorgulama olgusuna bir örnek vereyim: Suyu üç yudumda içmek, ters dönmüş bir terliği düzeltmek, lavaboya sol ayakla girip sağ ayakla çıkmak… gibi toplumca benimsenmiş davranışların “neden” yapıldığını çoğu kimse bilmez. Eğer bunların “hangi mantıkla” böyle yapıldığını bilir ve uygularsa, ne mutlu…

Şimdi kişilerin sorgulamadan kabul ettikleri dinsel anlamdaki farklı bir boyuta dikkatinizi çekmek istiyorum: “Din dili“…Tarihimize baktığımızda, geçen binlerce yıl içerisinde birçok dini benimsediğimizi, en çok da Gök Tanrı Dini ve İslamiyet etkisinde kaldığımızı görürüz. Fakat İslam‘dan önce kabul ettiğimiz ve başka uluslardan aldığımız bütün dinlerde, hep “inanç” boyutunda alıntılar yapmış, dini kendi dilimizle anlamaya / uygulamaya çalışmışken, İslam dinini benimsedikten sonra dilimize büyük bir hızla Arapça – Farsça sözcükler girmeye başlamıştır. Bu da, yalnızca “inancını” benimsediğimiz bir din ile, din boyutunda öz dilimizden uzaklaşmamıza neden olmuştur. Şöyle ki İslamiyet’ten önce de onun yüceliğine inandığımız Ulu Tanrı‘mız, İslamiyetle birlikte “Allah” adını almış ve insanlar “Tanrı” demekten utanır hâle getirilmişlerdir. Hâlbuki ikisinde de “Yaratıcı” kastedilmektedir.

Konuyu farklı yönlere çekmeden, Türkiye’de dinsel anlamda kullanılan dilin neden Türkçeleştirilmesi gerektiğini açıklayayım: Din, insanların tinsel (manevi) boyutta doyuma ulaşmalarını sağlar. Asıl amacı, insanlara sistemleşmiş bir “inanç yapısı” sunarak, insanları o yapı içerisinde Tanrı‘ya yaklaştırmak ve bu yolla onların doyuma / hazza ulaşmasını sağlamak olan din, kuşkusuz kişilerin “anladıkları” dil ile uygulamaya geçirilmelidir. Bugün Türkiye’deki insanların % 90′ına yakınının anadilinin Türkçe olduğunu ve bu insanlar içerisinde sonradan Arapça öğrenenlerin sayısının yok denecek kadar az olduğunu düşünürsek; anadili ve resmi dili Türkçe olan bir topluma, dinlerini anlamadıkları bir dil ile yaşamlarına uygulayacakları bir dayatma yapmanın doğru bir düşünce olmadığını anlayabiliriz.
 

Cumhuriyet’ten sonraki dönemde “din dilinin Türkçeleştirilmesi” ve “Türkçe ezan” gibi konularda çeşitli tartışmalar yapılmıştır. Bu tartışmalar, nedense bazı çevrelerce amacından uzaklaştırılmış ve her zaman Türkçeden yana olan kişiler “dinsiz” ilan edilmiştir. Biz de daha önceden bu konuları bazı yerlerde tartıştık ve bazı arkadaşlarımız bize “Böyle şey olur mu, siz dinden çıkmışsınız? Bunlar İslam‘a aykırı…” gibi şeyler söylediler. Bilmenizi isterim ki, benim bu yazıyı yazmamdaki amacım, kişilerin dini duygularıyla oynamak veya İslam‘ı gereksiz konularla yıpratmak değildir. Ben, sadece toplumdaki yanlış olan yerleşik düşüncelerin yeniden sorgulanması gerektiğini düşündüğüm için böyle bir yazıyı yazma gereği duyuyorum.

Konunun basit bir yönünü ele alalım: Türkiye’de yaşayan Müslümanların hepsi, en azından Fatiha Suresi’ni ezbere biliyordur. Acaba bu insanların yüzde kaçı bu surenin anlamını biliyordur? Emin olun ilahiyat öğrenimi almayan kişilerin çoğu bu surenin anlamını bilmez. Anlamı bilinmeyen sözler, kişilerin yüreğinden geçerek söylenmez. Örneğin Çince bilmeyen birisi, eline Çince yazılmış bir metni alıp okusa, o okuma kişi için ne ifade eder? O kişi yalnızca gördüklerini ağzıyla söylemiştir; fakat ağzından çıkanların ne anlama geldiğini hiç bilmez. İşte vurgulamaya çalıştığımız, kişilerin bilmedikleri bir dilde ezberlediği kalıp sözleri tapınma dili olarak kullanmalarının yanlışlığıdır.

Camide ibadet eden insanlara dikkat edin, imamın Arapça okuduğu dualarda, yalnızca duanın ahengini duyumsamaya çalışıp kendilerinden geçmeye çalıştıklarını ve yalnızca kendi çabalarıyla Tanrı‘ya yaklaştıklarını görürsünüz. Arapça dualar, ayetler… bittikten sonra hocanın Türkçe dua ettiği bölümde ise, camide “Amin!” sesleri yankılanır. Çünkü kişiler Tanrı‘dan dilediklerini, dualarının sözlerini anlamış, yürekleriyle ona katılmışlardır. İşte temel sorun, bunu anlayabilmekte başlamaktadır. Aynı şeyi namazda düşünelim. Namaz kılınırken, sureler – dualar okunur. Düşünün ki en çok bilinen surelerden olan “İhlas Suresi“ni okumaya başladı birisi. “Kul hüvallahû ehad.” diye başladı ve duasını tamamladı. Peki içtenlikle yanıtlayın, kaç kişi içinizde “Kul hüvallahû ehad.” sözünün anlamını biliyor? Emin olun Türkiye’deki Müslümanların %95′i bu sözün anlamını bilmez. Tanrı‘ya yaklaştığımız her anı, anlamını bilmediğimiz sözcüklerle doldurmamız elbette ibadetin hakkıyla yerine getirilmemesine yol açar. Güzelce düşünülürse, bütün tapınmalarda son Türkçe dua bölümünün dışında söylediğimiz / dinlediğimiz hiçbir şeyi anlamadığımızı görürüz.

Dünyada “kutsal” sayılabilecek bir dilin olmaması ve “ata dilinden” başla bir dilin “kut“lu sayılmaması gerektiğini düşünüyorum. Bazı insanlar buna karşı çıkıp, Arapçayı Türkçe karşısında üstünmüş gibi görmeye / göstermeye çalışıyorlar. Bu, binlerce yıl önce Kaşgarlı Mahmud atamızca da ortaya konulmuştur ki, Türkçe dünyanın en köklü ve en güçlü dillerindendir. Durum böyle iken, bazıları Kur’an’ın Arapçadan başka bir dile çevrilmesinin pek doğru olmadığını, hiçbir zaman doğru bir çevirinin yapılamayacağını söyleyip dururlar. Acaba Kur’an farklı bir kodla mı yazıldı? Elbette hayır. Bugün nasıl ki Arapça yazılan kitaplar birebir başka dillere çevriliyorsa, Kur’an da öylece bütün dillere çevrilebilir. Bunun için “İslamın özü bozulmamalıdır.” diye bahaneler üretmek boşunadır.

Bugün dünyadaki Hristiyanlara bakın. İtalyanlar, İngilizler, Almanlar, Fransızlar… yani özünde Latin kökenli topluluklar Hristiyan oldukları hâlde, hepsi tapınmalarını kendi dillerinde yaparlar ve dinlerini kendilerince yaşarlar. Doğru olanı da budur. Gagauz Türkleri de Hristiyandır. Fakat kimse onlara “Hristiyanlık yalnızca şu dille yapılır.” diye dayatma yapmıyor. Onun için onlar, dinlerini Türkçe ile yapıyorlar. Daha önceki dönemlere bakarsanız, atalarımız birçok dini benimsemişler; fakat dinlerini benimsedikleri toplulukların dillerinden pek etkilenmemişlerdir. Demek ki bu olanaklı ve başarılmış bir şeydir. Yüce Önder Atatürk‘ün zamanında ezanlar Türkçe okunuyormuş. Hatta okunan hutbeler de sonradan Türkçeleştirilmiş. Peki soruyorum: Acaba dinini, kendi dilleriyle yaşayan insanların imanları eksik mi kalıyor? Bence yalnızca Türkler değil, dünyadaki bütün toplumlar dinlerini “anladıkları” dille yaşamalıdırlar. Çünkü anlamadıkları bir dille öteki dünyaya hazırlık yapmak, insanın içini rahatlatmaktan öteye geçmez. Bunun aksini iddia edenler, Araplar’ın uydurdukları “Cennet ehlinin dili Arapça’dır, onlar Allah’ın huzurunda Arapça konuşurlar.” hadisine (?) bile inanacak kadar sığ düşünenlerdir. İşte size Atatürk döneminde uygulamaya konulan Türkçe ezan…
 
Kur’an’ın hangi dilde okunması gerektiği de tartışma konusudur. Bazı insanlar sadece yazıldığı dilde okunmasını, bazıları da önce Arapçasını sonra Türkçesini okumak gerektiğini söylüyor. Burada bizim düşüncemiz yine sabit ve oldukça mantıklı. Arapça bilmeyen bir insan, Kur’an’ı Arapçasından okuyarak 10 kere hatim etse ne olur? Hatta anlamını bilmediği hâlde Kur’an’ın tamamını ezberlese (hıfz etse) ne olur? Bu kişi, Tanrı‘nın (Allah’ın) sözünü (kelamını) anlayabilmiş midir? Hayır! Aslında burada “Arapça bilmek” konusunu da açmak gerekiyor. Arapça bilmek, yalnızca Arap alfabesini öğrenip, Arapça okunuşuna göre “okumaya” çalışmak değildir. Okunulan sözcükler sizler için bir şey ifade etmiyorsa, siz Arapça bilmiyorsunuz demektir. Bu her dil için böyledir. Düzgün düşünen bir insan bilir ki, kişi kutsal kitabını öz diliyle veya anladığı dille okumalıdır. Anladığı dille okumalıdır ki Tanrı‘nın uyarılarını anlasın, orada bizlere söylenenleri yorumlayıp inanç yapısını oluştursun.

Aslında bu konu uzadıkça uzatılabilir. Fakat uzun yazıları okumaya çoğu kişinin pek yaklaşmadığını düşünerek söylemek istediklerimin bir özetini yapmak istiyorum: Din, kimsenin tekelinde olmamalı, yalnızca kişi ile Tanrı arasında bağ kurarak kişiyi doyuma ulaştırmalıdır.Hiçbir yerde İslam‘ı yalnızca “Arapça” yaşamak gerektiği söylenmemiştir. Bir Çinli Müslüman olduktan sonra Arapça öğrenmek zorunda olmadan inancını yaşayabilmelidir. Tıpkı bu biçimde, Türk ulusu da Arapların dayatmalarından sıyrılıp İslam‘ın özünü yaşayabilmek için, dinini öz diliyle yaşatabilmelidir. Dini, kurallar bütünü olarak görmeyip, Orta Çağ’daki “kilise” anlayışından uzaklaşıp, dinimizi “Türk“çe yaşayabilmeyi umuyorum.
 
TANRI TÜRK IRKINI KORUSUN VE YÜCELTSİN
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve canakkaleninsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

04
Kasım
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.