Çanakkale Haber

Murat CEVAHİR
Köşe Yazarı
Murat CEVAHİR
 

BİZ, TÜRK’LER KENDİMİZİ TANIYORMUYUZ ?

Aynaya biraz daha dikkatli mi bakmaya başlasak acaba ? Kendimizi doğru dürüst tanımadan bugünkü dünya düzeni içinde yaşamaya, kendimizi yönetmeye çalışıyoruz sanki.. Günlük yaşam mücadelesi ağırlıklı göçebe kültürümüzden bir türlü kurtulamadığımız için, hiç bir zaman her kararın temelinde olması gereken iyi gözlemci kimliğini kazanamadık, bu konuya zaman ve kaynak ayırmadık.  Mısır, yüzyıllarca (1517-1798) Osmanlı egemenliğinde kaldığı halde koskoca piramitlerin ne olduğunu bizden orayı alan Napolyon’un orduları ile gelen Fransız araştırmacılar keşfetti ve dünyaya duyurdu, Mısır hiyeroglifini 1822 de onlar okudu, tarihe kocaman bir ışık tuttular. Yüksek medeniyet olduğunu söyleyip gurur duyduğumuz Osmanlı’nın bir tek kulu bile, bunlar nedir diye bakmamış, iki satır bir inceleme yazmamıştır… Öncelikle kabul etmemiz gereken bir gerçek var: O da; ülkemiz insanı, birlikte nasıl yaşanacağı konusunda fikir birliğine varmış bir topluluk değildir. Burası çok karışık bir topluluk olup, her kritere göre dünyanın en iyi insanları da bu ülkededir, en kötü insanları da. Yarına yatırım yapmaktansa en büyük önceliğimiz bugünü kurtarmak, bugünü iyi yaşamaktır.  Nasıl üretildiği soru işareti olan en ucuz gıdayı alır afiyetle yeriz, ama imkanımızın yettiği en pahalı arabaya bineriz. Sağlığımıza, rahatımız ve sosyal statümüzden daha az önem verirken birden bir sağlık sorunu ile karşılaşınca da ‘Sultan Selim Han, “olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” diye ne kadar doğru söylemiş’ diyerek tarih bilgimizi de çaresizlik ifadesi içinde ortaya koyarız. Aslında bu sözün neyi gerekirdiğini ise yüzyıllar geçmiş, hala anlamamışızdır. Zeki olduğu için kendini akıllı da zanneden insanımız çoğunluktadır.    Vatan sevgimiz emlak sevgimize çok yakındır, toprağı severiz ama üstündeki insanı umursamayız. Hatta güvenmediğimiz için birbirimizi pek de sevmeyiz.  Soma faciasında yaralanıp hastaneye götürülmek üzere ambulansa yatırılırken ‘çizmelerimi çıkarın, burayı kirletmeyelim’ diyen madenci de bizim vatandaşımızdır, bir buçuk lira ücreti ödemedi diye müşterisini öldüren cami tuvaleti bekçiside. 15 Temmuz gecesi, ne olduğu hakkında hiç bir zaman anlaşamadığımız demokrasimizi kurtaracağım diye tankın önüne yatan da bizim vatandaşımızdır, o’nu görüp tankı üstüne süren de.  Düştüğümüz en büyük hata, yerde yatan vatandaşının üstüne tankı süren ve sürdüreni ‘vahşi, terrörist, cani ‘ vs gibi tanımlamalarla ötekileştirip, kendimizi temize çıkarıp, ötekini fiziken yakalayıp tepelemekle bu işten kurtulacağımızı sanmamızdır. Halbuki ‘öteki’ bizim bir parçamızdır, Mars’dan gelmemiştir.  15 Temmuz 2016 olayı çok önemli bir ders niteliği taşımaktadır. Evet, FETÖ organizasyonu dışarıdan emperyalist güçler tarafından içimize sokulan bir Truva Atı’dır, ama bizim durumumuz Truva’lılarınkinden çok daha zordur, çünkü atın içinden yabancı askerler değil, bizim vatandaşlarımız çıkmıştır. Birlikte yaşama temellerinde anlaşamamış olan halkımız, hala millet olamamış, bir lider peşinde guruplaşıp kendi gelecek garantisini de bu gurubun ve liderin başarısında görmektedir. Gelişmiş, sosyal düzenini kurmuş, barış ve huzur içinde yaşayan toplumların hiç birisinde böyle bir olgu yoktur. Bu toplumlarda liderler gelir, bir süre şöyle veya böyle işlerini görür sonra kaybolup giderler. Bizde ise, kişisel geleceğimizi onlara bağladığımız, onları ilahlaştırdığımız için lider ölümsüzleşir. Bu durum liderin de başına beladır, çünkü her gün kendisini, sorunlara en iyi çözümler getirdiğini ispat etmekle sorumlu hisseder, alternatif yaşam yolları kalmaz, konumunun esiri olur. Hala, toplumumuzun önemli bir kısmı kendisine neredeyse tapacağı bir lider aramakta, mevcut ile tatmin olmayanlar veya alıştğı yaşam tarzı uymayanlar da geçmişten bir lider seçip onu ilahlaştırmaya devam etmektedirler.  Çoğunluğun, ‘şunu yapalım, şöyle yaşayalım, şunu tartışalım’ deme özgüveni yoktur, dese de karşı fikirdekilerin düşücesini soğukkanlılıkla tartışma saygı ve becerisi yoktur. Tartışmalar genelde hep akıl yoluyla daha iyiyi bulmaya yönelik değil, pozisyon savunma veya atak şeklinde olmaktadır. Bu konuda siyasi parti temsilcilerimiz toplumun da gerisinde kalmışlar, bazen komik durumlara düştüklerinin farkında da değillerdir. Siyasi tartışma tarzımız futbol taraftarlarının tartışmasından farklılaşamamıştır. Halbuki birinin temel fonksiyonu enerji boşaltmak iken diğerinin amacı yarınları yeniden tasarlamaktır. Önce kendimizi iyi tanımamız, sonra da onunla ne yapabiliriz, onu düşünmemiz gerekmektedir.  Bugün en önemli konumuz olan ülke savunması yöntemlerinin ağırlığı, çağımızda artık klasik fiziki askeri yöntemlerden sosyolojik ve psikolojik yöntemlere kaymıştır. Günümüzde emperyalizme karşı ülke savunması sınırlarda değil yaşamın her cephesinde topyekün yapılmak zorundadır. Son olaylar da göstermiştir ki, artık tarihi kahramanlık destanları ile asker yetiştirme devri bitmiştir. Askeri bir kuruma kapayıp öğretme devri geçmiştir; birey, iletişim devrinde her türlü etkiye ve erişime açıktır. Önemli olan, askerin geleceğini, güvenliğini ve aidiyetini nerede gördüğüdür. Asker ve polisimizde dahi aidiyet bölünmesi çıkmışsa, durumumuz son derece ciddi demektir. Biz hala milli tank üreteceğiz gururlanmaları ile zaman ve kaynak kaybetmekteyiz. Tank üretmeyi büyük başarı sayma devri geçmis yüzyılda kalmıştır.  Savunma sanayiine harcadığımız maddi ve beyinsel kaynağın belki daha büyüğünü artık sosyal psikoloji bilim dalını öğrenmeye, anlamaya, hatta geliştirmeye ve kullanmaya ayırmamız şart haline gelmiştir.  Burada geliştireceğimiz becerileri acilen hem yurt içinde hemde yurt dışında kullanmamız gerekmektedir. Bunu dünyada en iyi yapan ülkeler İngiltere, Amerika, Rusya ve İsrail’dir. Sonuçları da yaptıkları ile bizim gibi geri kalmışların başına gelenlerden ortadadır.  Bu ülkelerin fiziki askeri teknolojilerini az çok izleyebiliriz, dikkatimiz de hep bu yöne yoğunlaştırılır ama psikolojik harekatlarını ve güçlerini, imkanlarını hemen hiç bilmeyiz; sadece bazen bazı harekatlarını eylem sırası veya sonrasında çoğunlukla da kısmen fark ederiz. Türkiye bunların farkındadır ama bu konulara yeterli yatırım yapamamaktadır. Çünkü bu konulara yapılan yatırımlar uzun süreli sonuç verir ve politikacıya geri dönüşü yoktur. Türkiye’nin uzun vadeli ekonomik hedefleri tesbit edilmeye başlanmıştır ama örneğin bir imaj hedefi ve planlaması yoktur.  Bugün her türlü kirli savaşa hep bulaştıkları halde dünyada barış sembolü bilinen ülkeler vardır. Bu imaj sayesinde bu ülkeler çok rahat hareket eder, her yere girer, çok konuda çok avantaj elde eder fakat kimse de onları hiç bir konuda eleştiremez. Yarattıkları imaj ile sanki cenneti temsil ederler. Ülkemizde böyle bir çalışma olsa dahi, bir siyasetcinin çıkıp ‘şu bulguları, şu konuları kullanarak dünya kamu oyunda ülkemizin Ermeni meselesindeki imajını geliştirecek bir çalışma yapıyoruz’ deme lüksü yoktur ama tank yaptık diyerek puan toplaması çok kolaydır. Çünkü bizim politikacımız ilahlar gibi hep büyük, gösterişli işler başardığını göstermek zorundadır. Halbuki bu imaj çalışması, tank için harcanan emek ve paradan belki daha azına yapılabilir, fakat kesinlikle üretilen tanktan ülke için çok daha yararlı sonuçlar verecektir. Bir Milli Savunma Üniversitesi kurulacaksa, burada en büyük kaynağın ayrılacağı bölümler, başta sosyoloji, psikoloji, iletişim, sonra yazılım, bilgisayar ve robot teknolojileri, sonra temel bilimler, en son da konvensiyonel savunma teknolojileri olmalıdır. Çünkü artık savaş metodları değişmiştir. Konvansiyonelde kalırsak varlığımızı koruyabilsek dahi ancak büyük güçlerin projelerinde hep yapılmak istendiğimiz gibi, fiziki savaş taşeronu oluruz. O da, insanımızın canı demektir. Büyükler artık kendi insanlarının canını yakmayacak metod ve enstrümanlarla savaşmaktadır. Günümüze dönersek, bugün istediğimiz hareketi yapmayan kolumuzu kesip atarak beladan kurtulup iyi yaşayacağımızı sanmaktayız. Halbuki her türlü teröre bulaşan da, uygunsuz davranışa giren de bizim vatandaşımızdır, belki otobüs durağında, kafede yanıbaşımızda oturmaktadır. Soru, bu insanların ve gelecekteki potansiyel böyle insanların nasıl kazanılacağı sorusudur.  Ceza, büyüklüğüne göre elbette korkutucu etki yapar ama toplum ile uyum içinde yaşamanın çekiciliğini nasıl arttırırız, günlük yaşamında her bireyi, bağımsız hukukun etkin korumasında ve fırsat eşitliği sağlayarak nasıl eşit vatandaş olduğuna, en büyük güvencesinin bu ülke vatandaşı olmak olduğuna inandırırız sorularının cevapları uzun vadeli birlikteliği, çözümü ve refahı getirecektir. Yaşadıklarımızın günahını istihbarat zaafiyetinde, siyasilerin yanlış olanı korumasında bularak sadece oyalanırız. Elbette bunların geliştirilmesi, düzeltilmesi gerekir ama önemli ve kalıcı olan sosyal ortamın yanlışı cazip kılmaması, istemediğimize münbit olmamasıdır. Bu sorunu çözemezsek de bugünkü sosyal yapımızla daha çok Truva Atı görürüz. Çünkü bizi dağıtmak isteyenler zayıf yönlerimizi bizden çok daha iyi bilmektedirler. Artık lanetlemeyi bir kenara bırakıp FETÖ olayını iyi incelersek ögreneceklerimiz bize çağ atlatacaktır. Bu da geleceğimiz için piramitlerden çok daha önemlidir. TANRI TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN
Ekleme Tarihi: 28 Haziran 2017 - Çarşamba
Murat CEVAHİR

BİZ, TÜRK’LER KENDİMİZİ TANIYORMUYUZ ?

Aynaya biraz daha dikkatli mi bakmaya başlasak acaba ? Kendimizi doğru dürüst tanımadan bugünkü dünya düzeni içinde yaşamaya, kendimizi yönetmeye çalışıyoruz sanki..

Günlük yaşam mücadelesi ağırlıklı göçebe kültürümüzden bir türlü kurtulamadığımız için, hiç bir zaman her kararın temelinde olması gereken iyi gözlemci kimliğini kazanamadık, bu konuya zaman ve kaynak ayırmadık. 
Mısır, yüzyıllarca (1517-1798) Osmanlı egemenliğinde kaldığı halde koskoca piramitlerin ne olduğunu bizden orayı alan Napolyon’un orduları ile gelen Fransız araştırmacılar keşfetti ve dünyaya duyurdu, Mısır hiyeroglifini 1822 de onlar okudu, tarihe kocaman bir ışık tuttular. Yüksek medeniyet olduğunu söyleyip gurur duyduğumuz Osmanlı’nın bir tek kulu bile, bunlar nedir diye bakmamış, iki satır bir inceleme yazmamıştır
Öncelikle kabul etmemiz gereken bir gerçek var: O da; ülkemiz insanı, birlikte nasıl yaşanacağı konusunda fikir birliğine varmış bir topluluk değildir. Burası çok karışık bir topluluk olup, her kritere göre dünyanın en iyi insanları da bu ülkededir, en kötü insanları da. Yarına yatırım yapmaktansa en büyük önceliğimiz bugünü kurtarmak, bugünü iyi yaşamaktır. 
Nasıl üretildiği soru işareti olan en ucuz gıdayı alır afiyetle yeriz, ama imkanımızın yettiği en pahalı arabaya bineriz. Sağlığımıza, rahatımız ve sosyal statümüzden daha az önem verirken birden bir sağlık sorunu ile karşılaşınca da ‘Sultan Selim Han, “olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” diye ne kadar doğru söylemiş’ diyerek tarih bilgimizi de çaresizlik ifadesi içinde ortaya koyarız. Aslında bu sözün neyi gerekirdiğini ise yüzyıllar geçmiş, hala anlamamışızdır.
Zeki olduğu için kendini akıllı da zanneden insanımız çoğunluktadır. 
  Vatan sevgimiz emlak sevgimize çok yakındır, toprağı severiz ama üstündeki insanı umursamayız. Hatta güvenmediğimiz için birbirimizi pek de sevmeyiz. 
Soma faciasında yaralanıp hastaneye götürülmek üzere ambulansa yatırılırken ‘çizmelerimi çıkarın, burayı kirletmeyelim’ diyen madenci de bizim vatandaşımızdır, bir buçuk lira ücreti ödemedi diye müşterisini öldüren cami tuvaleti bekçiside.

15 Temmuz gecesi, ne olduğu hakkında hiç bir zaman anlaşamadığımız demokrasimizi kurtaracağım diye tankın önüne yatan da bizim vatandaşımızdır, o’nu görüp tankı üstüne süren de. 

Düştüğümüz en büyük hata, yerde yatan vatandaşının üstüne tankı süren ve sürdüreni ‘vahşi, terrörist, cani ‘ vs gibi tanımlamalarla ötekileştirip, kendimizi temize çıkarıp, ötekini fiziken yakalayıp tepelemekle bu işten kurtulacağımızı sanmamızdır. Halbuki ‘öteki’ bizim bir parçamızdır, Mars’dan gelmemiştir. 
15 Temmuz 2016 olayı çok önemli bir ders niteliği taşımaktadır. Evet, FETÖ organizasyonu dışarıdan emperyalist güçler tarafından içimize sokulan bir Truva Atı’dır, ama bizim durumumuz Truva’lılarınkinden çok daha zordur, çünkü atın içinden yabancı askerler değil, bizim vatandaşlarımız çıkmıştır.
Birlikte yaşama temellerinde anlaşamamış olan halkımız, hala millet olamamış, bir lider peşinde guruplaşıp kendi gelecek garantisini de bu gurubun ve liderin başarısında görmektedir.
Gelişmiş, sosyal düzenini kurmuş, barış ve huzur içinde yaşayan toplumların hiç birisinde böyle bir olgu yoktur. Bu toplumlarda liderler gelir, bir süre şöyle veya böyle işlerini görür sonra kaybolup giderler. Bizde ise, kişisel geleceğimizi onlara bağladığımız, onları ilahlaştırdığımız için lider ölümsüzleşir. Bu durum liderin de başına beladır, çünkü her gün kendisini, sorunlara en iyi çözümler getirdiğini ispat etmekle sorumlu hisseder, alternatif yaşam yolları kalmaz, konumunun esiri olur.
Hala, toplumumuzun önemli bir kısmı kendisine neredeyse tapacağı bir lider aramakta, mevcut ile tatmin olmayanlar veya alıştğı yaşam tarzı uymayanlar da geçmişten bir lider seçip onu ilahlaştırmaya devam etmektedirler. 
Çoğunluğun, ‘şunu yapalım, şöyle yaşayalım, şunu tartışalım’ deme özgüveni yoktur, dese de karşı fikirdekilerin düşücesini soğukkanlılıkla tartışma saygı ve becerisi yoktur. Tartışmalar genelde hep akıl yoluyla daha iyiyi bulmaya yönelik değil, pozisyon savunma veya atak şeklinde olmaktadır.
Bu konuda siyasi parti temsilcilerimiz toplumun da gerisinde kalmışlar, bazen komik durumlara düştüklerinin farkında da değillerdir. Siyasi tartışma tarzımız futbol taraftarlarının tartışmasından farklılaşamamıştır. Halbuki birinin temel fonksiyonu enerji boşaltmak iken diğerinin amacı yarınları yeniden tasarlamaktır.
Önce kendimizi iyi tanımamız, sonra da onunla ne yapabiliriz, onu düşünmemiz gerekmektedir. 
Bugün en önemli konumuz olan ülke savunması yöntemlerinin ağırlığı, çağımızda artık klasik fiziki askeri yöntemlerden sosyolojik ve psikolojik yöntemlere kaymıştır. Günümüzde emperyalizme karşı ülke savunması sınırlarda değil yaşamın her cephesinde topyekün yapılmak zorundadır.
Son olaylar da göstermiştir ki, artık tarihi kahramanlık destanları ile asker yetiştirme devri bitmiştir. Askeri bir kuruma kapayıp öğretme devri geçmiştir; birey, iletişim devrinde her türlü etkiye ve erişime açıktır. Önemli olan, askerin geleceğini, güvenliğini ve aidiyetini nerede gördüğüdür. Asker ve polisimizde dahi aidiyet bölünmesi çıkmışsa, durumumuz son derece ciddi demektir.
Biz hala milli tank üreteceğiz gururlanmaları ile zaman ve kaynak kaybetmekteyiz. Tank üretmeyi büyük başarı sayma devri geçmis yüzyılda kalmıştır. 
Savunma sanayiine harcadığımız maddi ve beyinsel kaynağın belki daha büyüğünü artık sosyal psikoloji bilim dalını öğrenmeye, anlamaya, hatta geliştirmeye ve kullanmaya ayırmamız şart haline gelmiştir. 
Burada geliştireceğimiz becerileri acilen hem yurt içinde hemde yurt dışında kullanmamız gerekmektedir. Bunu dünyada en iyi yapan ülkeler İngiltere, Amerika, Rusya ve İsrail’dir. Sonuçları da yaptıkları ile bizim gibi geri kalmışların başına gelenlerden ortadadır. 
Bu ülkelerin fiziki askeri teknolojilerini az çok izleyebiliriz, dikkatimiz de hep bu yöne yoğunlaştırılır ama psikolojik harekatlarını ve güçlerini, imkanlarını hemen hiç bilmeyiz; sadece bazen bazı harekatlarını eylem sırası veya sonrasında çoğunlukla da kısmen fark ederiz.
Türkiye bunların farkındadır ama bu konulara yeterli yatırım yapamamaktadır. Çünkü bu konulara yapılan yatırımlar uzun süreli sonuç verir ve politikacıya geri dönüşü yoktur. Türkiye’nin uzun vadeli ekonomik hedefleri tesbit edilmeye başlanmıştır ama örneğin bir imaj hedefi ve planlaması yoktur
Bugün her türlü kirli savaşa hep bulaştıkları halde dünyada barış sembolü bilinen ülkeler vardır. Bu imaj sayesinde bu ülkeler çok rahat hareket eder, her yere girer, çok konuda çok avantaj elde eder fakat kimse de onları hiç bir konuda eleştiremez. Yarattıkları imaj ile sanki cenneti temsil ederler.
Ülkemizde böyle bir çalışma olsa dahi, bir siyasetcinin çıkıp ‘şu bulguları, şu konuları kullanarak dünya kamu oyunda ülkemizin Ermeni meselesindeki imajını geliştirecek bir çalışma yapıyoruz’ deme lüksü yoktur ama tank yaptık diyerek puan toplaması çok kolaydır. Çünkü bizim politikacımız ilahlar gibi hep büyük, gösterişli işler başardığını göstermek zorundadır. Halbuki bu imaj çalışması, tank için harcanan emek ve paradan belki daha azına yapılabilir, fakat kesinlikle üretilen tanktan ülke için çok daha yararlı sonuçlar verecektir.
Bir Milli Savunma Üniversitesi kurulacaksa, burada en büyük kaynağın ayrılacağı bölümler, başta sosyoloji, psikoloji, iletişim, sonra yazılım, bilgisayar ve robot teknolojileri, sonra temel bilimler, en son da konvensiyonel savunma teknolojileri olmalıdır. Çünkü artık savaş metodları değişmiştir. Konvansiyonelde kalırsak varlığımızı koruyabilsek dahi ancak büyük güçlerin projelerinde hep yapılmak istendiğimiz gibi, fiziki savaş taşeronu oluruz. O da, insanımızın canı demektir. Büyükler artık kendi insanlarının canını yakmayacak metod ve enstrümanlarla savaşmaktadır.
Günümüze dönersek, bugün istediğimiz hareketi yapmayan kolumuzu kesip atarak beladan kurtulup iyi yaşayacağımızı sanmaktayız. Halbuki her türlü teröre bulaşan da, uygunsuz davranışa giren de bizim vatandaşımızdır, belki otobüs durağında, kafede yanıbaşımızda oturmaktadır. Soru, bu insanların ve gelecekteki potansiyel böyle insanların nasıl kazanılacağı sorusudur. 
Ceza, büyüklüğüne göre elbette korkutucu etki yapar ama toplum ile uyum içinde yaşamanın çekiciliğini nasıl arttırırız, günlük yaşamında her bireyi, bağımsız hukukun etkin korumasında ve fırsat eşitliği sağlayarak nasıl eşit vatandaş olduğuna, en büyük güvencesinin bu ülke vatandaşı olmak olduğuna inandırırız sorularının cevapları uzun vadeli birlikteliği, çözümü ve refahı getirecektir.
Yaşadıklarımızın günahını istihbarat zaafiyetinde, siyasilerin yanlış olanı korumasında bularak sadece oyalanırız. Elbette bunların geliştirilmesi, düzeltilmesi gerekir ama önemli ve kalıcı olan sosyal ortamın yanlışı cazip kılmaması, istemediğimize münbit olmamasıdır. Bu sorunu çözemezsek de bugünkü sosyal yapımızla daha çok Truva Atı görürüz. Çünkü bizi dağıtmak isteyenler zayıf yönlerimizi bizden çok daha iyi bilmektedirler.
Artık lanetlemeyi bir kenara bırakıp FETÖ olayını iyi incelersek ögreneceklerimiz bize çağ atlatacaktır. Bu da geleceğimiz için piramitlerden çok daha önemlidir.

TANRI TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve canakkaleninsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

04
Kasım
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.