Çanakkale Haber

Murat CEVAHİR
Köşe Yazarı
Murat CEVAHİR
 

AMAZON KADINLARI TÜRKTÜ!

Çin'deki Romalılar!    Bir zamanlar Türk gazetelerinde şu haberi okuduk:  "Telegraph gazetesinin haberine göre bilimcilerin yaptıkları DNA testinde Liqian köyünde yaşayan Çinlilerin yüzde 56'sının Kafkasya kökenli olduğu bulundu. Bu köylülerin çoğu renkli gözlü, uzun buruna sahip ve hatta sarı saçlılar. Bu özellikler de köyün Avrupa köklerine sahip olduğu söylentilerini güçlendiriyor.  Liqian köyü ülkenin kuzeybatısında bulunan Gobi Çölü'nün kenarında yer alıyor. İlginç bulgulara ev sahipliği yapan köyde bir de 'Romalı Cai' lakaplı bir adam yaşıyor. Köydeki birçok kişi onun kayıp Roma lejyonu soyundan geldiğine inandığı için ona bu isimle sesleniyor.  Arkeologlar, DNA sonuçlarının ardından antik İpek Yolu boyunca uzanan bölgede kazılar yaparak, efsanevi orduya ait kale veya benzeri yapılar bularak teoriyi ispatlamak istiyor."  Haber İngiliz kaynaklı, ama habere kaynaklık eden yer Gobi Çölü'nün kenarındaki bir köy.  Birinci gerçek bu köy şu anda Çin sınırları içinde. Ama bu gerçeğin altında yatan tarihi bir gerçek daha var, bu bölge tam da Türklerin tarihsel ata yurdu.  Ve köyde yaşayanlar da Çinli değil Türk.  Nitekim Gobi Çölü, Cengiz Han'ın doğduğu ve büyük imparatorluğunu kurduğu yer.  İkinci ilginç nokta ise bu köyde yaşayan bir sarı saçlı-mavi gözlü insanın varlığı.  Bunu gören Batılı bilimadamları hemen bir DNA testi yapıyorlar.  Çünkü onlara göre sarı saçlı ve mavi gözlü birisi Moğol ya da Türk olamaz!  Ne de olsa sarı saç üstün Batılının niteliği! Irkçı skalada Türklere düşen ise esmer tenli ve siyah saçlı olmaktır.  Bu önyargıdan hareket eden bilimadamları araştırıyor ve bu köylünün DNA'sının Kafkasya kökenli olduğunu buluyorlar.  Kafkasya kökeni dendiği anda ise akıllarına Kafkas bölgesinin yerli halkları değil bu bölgeden geçen Romalılar geliyor!  Ondan sonra bilimsel teori tamamlanıyor: Bu köylü olsa olsa Kafkasya'dan geçmiş (ve üstelik kaybolmuş) bir Romalı askerin torunu olabilir!  Batılılar mı Sarışın Türkler mi?  Batılı bilimadamları bu teoriyi ısrarla sürdürmek zorundadır. Çünkü onlara için bir Doğulu asla sarışın olamaz.  Ama onların tüm ırkçı görüşlerinin tersine, sarı saç-mavi göz genlerinin orijini Avrupa kıtası değil Asya'dır.  Yani sarı saçlı Romalılar Gobi Çölü'ne gidip bu genleri taşımamıştır, tam tersine Gobi Çölü'nden kalkıp Avrupa'ya giden Türkler bu genleri Avrupalılara taşımışlardır!  Kafkasya denilen bölge, yani Hazar Deniz'inin batısı, Karadeniz'in kuzeyini içine alan bölge uçsuz bucaksız bir steptir.  Burası Orta Asya'dan Avrupa'ya göç eden Türk halklarının geçiş bölgesidir. Bölgeden aynı zamanda Anadolu'ya geçen, yani aşağıya inen kabileler de vardır.  Sonuç olarak hem Avrupa hem de Anadolu, bu göç yolundan geçen kabileler tarafından binlerce yıl boyunca istila edilmiş ve bölgeye Doğulu genler taşınmıştır.  Bu bölgeye tarihsel olarak Deşt-i Kıpçak denilir, yani Kıpçak yurdudur. Kıpçaklar ise bilindiği gibi bir Türk boyudur ve özelliği sarı saçlı-renkli gözlü olmalarıdır.  O nedenle Rusçada bunlara "sarışın" anlamında "Plovesk" denilir, Avrupalılar ise "Kuman" derler ki bu da "sarışın" anlamına gelir.  O halde Kafkasyalı geni denilince neden bir Türk boyu olan Kıpçaklar değil de Romalılar gelir Batılı bilimadamlarının aklına?  Çünkü onlar tarihten Türk'ü silmek üzere önyargı ile eğitilmişlerdir.  Kafkasların yerli halkı olan Kıpçaklar en az 2.500 yıldır Kıpçak olarak bu bölgede yaşamaktadır.  Daha önemlisi ise Kıpçakların seceresinde bulunabilir, Kıpçaklar aynı zamanda Tatarların ikiz boyudur.  Tatarların ana yurdu ise tam da Gobi Çölü'dür. Nitekim Cengiz Han da bir Tatar'dır!  Son Amazon kızı: Meryemgül  Fakat bu sarı saç meselesi Batılının bilinçaltında önemli bir yaradır.  Amerikalı bir bilimkadını yıllar önce İran sanatı üzerine çalışmaya başlar. Onlara göre İran demek Pers demektir. Tarihin garip bir cilvesi olarak bu arkelogun önüne bir kazı fırsatı çıkar. Kazı bugünkü Kazakistan'da yapılacaktır.  Bölge tam da Deşt-i Kıpçak denilen bölgede, Kafkasya'da, Karadeniz'in kuzeyindedir. Buradaki kazıda kurganlar bulunur. Kurganlar, bilindiği gibi göçebelerin mezar yerleridir. Türk kavimleri ölülerini kurgana gömerler.  Jeannie Kimball Davis, bu kurganda ilginç bir gerçekle karşılaşır. Ölülerin büyük çoğunluğu kadındır. Kadınların çizmeleri ve okları kurgandadır. Anlaşılan bunlar savaşçı kadınlardır.  Savaşçı kadınların bu bölgedeki izleri gayet normaldir. Çünkü efsanevi Amazon Kadınları da bu bölgede yaşamıştır. Heredot'a göre bunlar İskit kadınlarıdır. Aynı bilgiyi Amasyalı Strabon da vermektedir.  Hikaye buraya kadar ilginçtir, çünkü Amazonların izi ilk kez bulunmuş ve bir efsane doğrulanmıştır.  Kurganlardan çıkan kemiklere DNA testi uygulanır ve bunların kadın oldukları kesinleşir. Yine bu kadınların sarı saç geni taşıdıkları belirlenir.  Davis, Kazakistan bölgesinde çalışmalarına devam eder. Bugünkü Moğolistan yakınlarında bir Kazak "yurd"unda bölgeyi incelemeye başlar.  Kazak kadınlarının toplum içindeki rollerine dikkat eder. Bunlar eve hapsedilen, ikinci sınıf insanlar değillerdir. Konar-göçer Kazak köylülerinde kadınlar erkekle eşittir.  Hatta ok atmada, tıpkı Amazonlar gibi usta olduklarına da bizzat şahit olur.  Bir gün "yurt"ta otururken karşıdan at üzerinde küçük bir kız çocuğunun geldiğini görür. Kız çucuklarının at sürmesi anormal değildir, anormal olan ya da Davis'e olağanüstü gelen şey bu kız çocuğunun, köydeki diğer insanların aksine sarı saçlı ve mavi gözlü olmasıdır.  Kızın adı Meryemgül'dür. Meryemgül'ü yanındakilere sorar, kızın abisi gider ve Meryemgül'ü korkutur, bu "abla"nın Avrupa'dan geldiğini ve onu götüreceğini söyler. Küçük kız korkuya kapılır. Ama sonra bunun her çocuğa yapılan Türk şakalarından biri olduğunu anlar.  Davis, Meryemgül ve anesinden DNA örneği alır. Bir süre sonra DNA sonuçları gelir; Meryemgül'ün DNA'sı ile yıllar önce Amazon kadınlarının kurganından çıkan DNA'lar %99.9 aynıdır.  Yani Meryemgül Amazon savaşçılarının 2500 yıl sonraki torunudur.  Bilim, ortaya çıkarma değil, saklama yötemidir  Bu, tüm bilim tarihini değiştirecek büyük bir buluştur.  Batılı arkeologlar da önce bunu önemserler. Davis'le bazı röportajlar yapılır.  Ama olayın üstü örtülür. Çünkü çıkan gerçek, Batılının ırkçı önyargılarını allak bullak edecek türdendir.  Onlar bir Türk'ün sarı saçlı olacağını kabul etmek istemezler, çünkü tüm güzellik anlayışları sarı saç-mavi göz üzerine kurgulanmıştır!  Amazon kadınlarının, bu savaşçı kadınların Türk olmasını da elbette kabul etmek istemezler!  Ve bu büyük buluş görmezden gelinmeye başlanır.  Yıllar yılllar sonra bile, Gobi Çölü'nde sarı saçlı bir insan gördüklerinde, yine bildik ırkçı teorilere başvururlar: Romalılara sarılırlar, o olmazsa Yunan efsanelerine sarılırlar, en kötüsünden bir İran geçmişini kabullenmek zorunda kalırlar.  Batılılar kabul etseler de etmeseler de tarihin en önemli akış istikametinde hep Türkler vardır, yıllar önce Viyana kapılarına dayanan bu Türk hayaleti, onları DNA laboratuvarlarında bile bulmakta ve rahatsız etmektedir.  Ve bu noktada Batı bilimi gerçeği ortaya çıkartmanın değil, ortadaki gerçekleri saklamanın bir yönteminden başka birşey değildir.  Tarih, Batılılar için önemlidir belki ama aslında tüm tarihleri efsaneleştirilmiş, mitoloji kökenli tarihtir. Onlar için yaşanan gerçekler değil, ruh alemlerinde gördükleri hayallerdir gerçekler.  Örneğin Amazonlar konusu...  Amazonların gerçekten yaşadığını bilirler. Çünkü Batılıların en önemli tarih kaynağı olan Heredot'ta bu kadınlardan açıkça bahsedilmekte ve özellikleri sayılmaktadır.  Heredot, Tarih'inde şöyle yazar:  "Demek ki Hazer denilen bu deniz günbatısı yönünden Kafkaslar'la kesilmiştir; tanyeri ve gündoğusu yönünde uçsuz bucaksız bir ovaya açılır. Bu çok büyük ovanın en büyük bölümünü Massagetler tutarlar ki, Kyros'un kendilerine karşı ordularını sürmek için sabırsızlandığı halk bunlardır....  ... Massagetler kocasının ölümünden sonra tahta geçmiş olan bir kraliçenin yönetiminde bulunuyorlardı; adı Tomris'ti. Kyros elçiler gönderdi kendisiyle evlenmeyi çok istedeğini bildirdi. Ama Tomris biliyordu ki, onun asıl istediği kendisi değil Massaget krallığıdır ve kabul etmedi. Kyros, hileyi söktüremeyince, ordusunu Arax üzerine vurdu ve Massagetlere karşı sefer hazırlığına başladı."  Savaş başladığında ilk önce Persler hakim olur, Massagetleri kılıçtan geçirirler, Tomris'in oğlu Spargapises'i de esir alırlar.  Heredot şöyle devam eder:  "Kraliçe, ordusunun ve oğlunun başına gelenleri öğrenince Kyros'a bir haberci saldı, şu haberi gönderdi: Kana doymayan kanlı katil Kyros, bu başarıyla şişinme; bu zaferi, içtiğiniz zaman sizin de aklınızı başınızdan alan, damarlarınıza indiği ölçüde ağzınızdan kötü sözler çıkartan üzüm kazandı. Bu zehirdir diyorum, seni hilebazlıkla oğlumun efendisi yapan; bu güçlerin ölçüştüğü savaş değildir. Bak, şimdi sana güzel bir öğüt vereyim, beni dinle, oğlumu bana geri ver, bir şeyler karıştırmadan çık git bu topraklardan, Massaget ordusunun üçte biri üzerinde kazandığın kaba zaferle yetin. Ama eğer bu dediğimi yapmazsan, Massagetlerin efendisi olan Güneş adına ant içerim ki, kan dökmeye doymayan adam, seni ben kanla doyuracağım."  Tomris'in oğlu bu sırada Pers kralına yalvarır, ellerini çözmesini ister. Elleri çözülünce ise kendisini öldürür. Çünkü bir Türk erkeği asla esir yaşayamaz.  Ertesi sabah savaş yeniden başlar. Massagetler tüm Persleri kılıçtan geçirir. Kraliçe Tomris savaş alanında elinde kan dolu bir tulumla Pers kralı Kyros'u bulur ve kafasını tuluma sokar, şöyle der:  "Canım sağ ve savaştan zaferle çıktım, ama sen beni öldürdün, oğlumu hileyle yakaladın, ama işte sen de sana önceden söylediğim gibi benim elimle kana doyuyorsun."  Kafkas halkları Türklerdir  Massagetler, bizde "Saka"lar olarak bilinen, aynı zamanda "İskitler "de denilen, Kafkasya'nın hakimi, Deşt-i Kıpçak'ın sahibi, aynı zamanda Gobi Çölü'ne kadar Asya'nın yerli halkıdır.  Bunlar Türklerdir.  Demek ki Çin'de bulunan gen, Romalıların değil Türklerin genidir.  Nitekim kraliçe Tomris sarı saçlıdır, sonradan gelecek İskit prensesleri de sarı saçlı ve mavi gözlü olarak tarif edilir tarihlerde.  Bunun bir önemi var mı dersek elbette var, bilelim ki Kafkasya, Türklerin binlerce yıllık ana yurdudur.  Batılının ırkçı önyargıları yüzünden yıllardır "Çerkes güzeli", "Gürcü güzeli" denilen, güçlü ırk denilen Kafkas ırkı, İskitlerden yani Türklerin Kıpçak kolundan başkaları değildir.  Bize güzel olma hakkını vermeyen Batılılar arkeoloji ve antropolojiyi, filoloji ve tarihi iğfal ederek, Kafkas ırkını Türk'ten koparmış, onu arileştirmiş ve sonunda Batılıyı sarı saçlı-mavi gözlü yapmış, Türk'ü ise "kara-kuru" bir insan müsveddesi haline getirmiştir...  Amazonları ise kendi mitolojilerine almış ve onu Batılılaştırmışlardır.  Amazon efsaneleri  Efsaneye göre Amazon kadınları, Yunanlara karşı Truva'yı savunmuştur. Gerçekten de Heredot'ta da aynı bilgiler verilir ve Amazon kadınlarının İyonya'ya ve Truva'ya gitikleri söylenir.  Anlatıldığına göre bu kadınlar aynı zamanda denizlere açılır ve orada Yunan donanmasını yok ederler. Bu sayede Truva'da Yunanlılar kaybeder.  Yunan askerleri evlerine döndüklerinde kadınlara yenilmiş askerler olarak dönerler.  Ancak Yunan "deha"sı bu kadına yenilmiş erkek olmanın hıncını alacaktır.  Kendilerini yenen Amazon kadınları, onları alteden kadınları, birer cinsel ikon haline getirerek altlarına almayı düşlerler.  Bunda başarılı da olurlar.  Günümüze kadar gelen Amazon düşüncesi, çıplak kadındır!  Bu çıplak Amazon kadınlarını her tür sanat eserine taşırlar.  Dönemin heykellerini daha sonra özellikle Rönesans döneminin ressamları izler ve Amazonlar, muzaffer Amazonlar çırılçıplak soyularak, Batı imgesine meze edilir.  Bunun yine geçtiğimiz hafta ortaya çıkan ve basına yansıyan bir örneği daha var. Pirelli, her yıl yayınladığı çıplaklar takviminde bu yıl Artemis'i kullanmıştır.  Artemis, çıplak, ok atan bir kadın savaşçıdır. Bir Yunan tanrısıdır ama bu tanrı, ok atan kadınlar olan Türklerden türetilmiş ve şekil değiştirmiştir.  Jeanne d'Arc  Batılı düşüncede Amazon etkisinin ilginç bir örneği de Jeanne d'Arc'tır.  Jeanne d'Arc, bilindiği gibi Fransa'nın efsanevi kahramanıdır. İngiliz işgaline karşı Fransa'yı özgürleştirmek için yola çıkan bir köylü bakire kızdır.  Ata biner, ok atar, kılıç kullanır.  Ama çok daha önemlisi Tanrı tarafından görevlendirilmiştir. Tanrı, mesajlarını Jeanne d'Arc'a iletir, o da halkı uyarır.  Bu, Türk göçebe toplumunun Şamanist geleneğidir. Kadın şaman gök tanrının mesajlarını duyar ve iletir.  Nitekim Jeanne d'Arc bu özelliği nedeniyle, yani Tanrı ile iletişimi nedeniyle şeytanlıkla suçlanacak ve Kilise tarafından yakılacaktır.  Jeanne d'Arc, dua ederken gök tanrıya dua etmekte ve atıyla bağımsızlık bayrağı olarak bir Türk sancağı taşımaktadır.  Bu sarışın kız da, Fransızlaştırılmış bir Türk destanından başka bir şey değildir.  Feminizm ve Amazonlar  Amazon kadınları aynı zamanda kadın özgürlüğü düşüncesi üzerinde etkili olur. Feminist düşüncenin, "erkeksiz toplum" önerisinin bir kanıtıdır Amazonlar. Kadınlar gerçekten de kendi kendilerine yetebilirler mi? Bu soru feministleri oldukça uğraştırır.  Fakat Batı düşüncesi ile Türk düşüncesi arasında burada inanılmaz bir ayrım vardır. Batı toplumu her ne kadar kadın hakları savunucusu gözükse de kadını eve hapseden, kimi zaman işe hapseden, erkeğe bağımlı kılan bir toplum türüdür.  Türk toplumu ise, özellikle tarihsel döneminde kadın ve erkeğin ikisinin de savaşçı olduğu, eşit olduğu, dini liderin çoğunlukla kadın olduğu, cinsel baskının ve kadının kapatılmasının olmadığı bir toplumdur.  Bu toplumda Kraliçe Tomris, oğlu ile birlikte savaşa gider. Oğlunu savaşta kaybettiğinde de bir anne olarak üzülür ama bu onun için dünyanın sonu değildir.  Çünkü Türk toplumu Batının aile dediği bireyler birliği üzerine değil, soy üzerine kurulmuştur.  Soy toplumunda önemli olan, birey değil soydur.  Burada kadın kocasının malı değildir, çocuk ise ailenin mülkü değildir, bu toplum türü anne, baba ve çocuğun soya ait olduğu ve soy için her şeyin feda edilebileceği bir düzendir.  Bu nedenle Türk toplumunda çocukların adlarını anne babalar değil boy koyar. Çocuk, kendisini ispat eder ve boydaki işlevine göre bir isim alır. O bu noktadan itibaren boyun bir üyesidir.  Aslında klasik feminist teorinin çözümsüz olduğu noktada geleneksel Türk toplumu çözümü üretmişir ve binlerce yıl uygulamıştır. Doğa ile barışık ve doğaya tabi, çevreci, eşitlikçi konar-göçer yaşamı, bunun en önemli uygulamasıdır.  Günümüz kapitalizminin "anne-baba-çocuk" üçgenine hapsettiği gelecek kaygısı, soy içinde aşılmıştır.  Kadın çalışmıştır, erkek çalışmıştır, çocuk çalışmıştır, kimse birbirini ezmemiş, sömürmemiştir.  Osmanlı'nın Amazonları  Türk toplumu bu kadın geleneğini binlerce yıl korumayı bilmiştir.  Osmanlılar döneminde bile kadının bu rolü hâlâ diriydi. Osmanlılar soylarını Kayılara dayandırırken aynı zamanda savaşçı bir kadın olan Turunç Hatun simgesine sarılmıştır.  Geleneksel savaşçı konar-göçer Türk yapısı şu şiirle anlatılır: Kara-evlerile yüzbin artuğ ev Bu cihan köhne sarayı sanma nev. Mülk-i Türkistan'da var idi meğer Bir ulu han cümle handan muteber. ...  Bir kızı vardı Turunç Hatun adı Nüsre içre raviler böyle dedi... Anların içinde perde yoğ idi Gerçi kim adab ü erkan çoğ-idi...  Turunç Hatun efsanesi Tomris'in öyküsünün bir benzeridir. Aynı şekilde Turunç Hatun, kendisi ile evlenmek isteyenleri reddeder.  Osmanlılar kendi soylarını bu şekilde kadın hakanlara dayandırarak efsaneleri yaşatırlar.  Bu efsaneler aynı zamanda Dedem Korkut öykülerine de işlemiştir.  Bunlardan birisi de Banı Çiçek'tir. Banı Çiçek de Kafkasya'da bir bey kızıdır. O da kendisiyle evlenmek isteyenleri reddeder.  Süyün Bike  Bu efsanelerin son halkasında, Rus işgali başlarken Türkistan'da Kazan kalesinde bir Türk kadını çıkar ve kaleyi tek başına Rus işgaline karşı savunur: Adı Süyün Bike'dir.  Korkunç İvan'a karşı ilk önce başarılı da olur. Ama sonrasında kale kuşatmasında halkını korumak için iki yaşındaki çocuğu ile birlikte Ruslara teslim olur ve esir edilir.  Esir olarak ülkesinden götürülürken şöyle söyler:  "Kazan... Ey, kanlı, kaygulu şehir, başından tacın düştü, şimdi kul oldun, senin büyüklüğün mazide kaldı. Her ülke iyi bir padişah ile idare edilir ve asker ile saklanırsa o memleketi senden kim alabilir. Senin güçlü Hanın öldü. Beylerin güçsüzleşti. Sana yardım etmedi. Bu yüzden sen çekildin. Nerede senin sevinçli günlerin? Nerede senin oğlanların, beylerin, mirzaların, sana bağlı olanlar, büyükler? Nerede senin iyi hatunların, güzel kızların? Onların şarkıları nerede? Hepsi yok oldu. Yalnız onların ağlaması ve öksüzlüğü kaldı. Sende bal ağaçları ve soğuk pınarlar vardı. Onun yerine şimdi kanlar ve göz yaşları akıyor."  Amazonlar bir serap mıydı...  Yıl 1550 idi Süyün Büke esir düştüğünde.  Osmanlılara haber göndermiş yardım istemişti ama haberciler yolda Ruslar tarafından öldürülmüştü.  Tam 350 yıl sonra bu defa Rus orduları Erzurum'a girdiğinde, Ermeni çeteleri ayaklandığında yine Türk kadını, cephede olacaktı.  Kurtuluş Savaşı başladığında, bir İskit savaşçısı gibi, bebeğini değil mermisini battaniyeye saracak, cepheye koşacaktı.  Ve bir gün bağımsız bir Türkiye'de yaşadığını, geleceğini kendisi belirleyebileceğini sanacaktı.  17'sinde bir otobüse binecek ve otobüste PKK'lı caniler tarafından molotoflanarak yakılacaktı...  Adı Serap'tı.  Tarihler 7 Aralık 2009'u gösterecekti.  Bir Türk kızıydı ve 1 yıl sonra o da Amazonlar gibi unutulacaktı.  O otobüsten seslenecek vakti olsa o da Süyün Bike gibi seslenecekti bizlere:  Nerede senin oğlanların, beylerin, sana bağlı olanlar, büyükler?  Nerede senin iyi hatunların, güzel kızların?
Ekleme Tarihi: 09 Mart 2017 - Perşembe
Murat CEVAHİR

AMAZON KADINLARI TÜRKTÜ!

Çin'deki Romalılar! 
 
Bir zamanlar Türk gazetelerinde şu haberi okuduk: 
"Telegraph gazetesinin haberine göre bilimcilerin yaptıkları DNA testinde Liqian köyünde yaşayan Çinlilerin yüzde 56'sının Kafkasya kökenli olduğu bulundu. Bu köylülerin çoğu renkli gözlü, uzun buruna sahip ve hatta sarı saçlılar. Bu özellikler de köyün Avrupa köklerine sahip olduğu söylentilerini güçlendiriyor. 
Liqian köyü ülkenin kuzeybatısında bulunan Gobi Çölü'nün kenarında yer alıyor. İlginç bulgulara ev sahipliği yapan köyde bir de 'Romalı Cai' lakaplı bir adam yaşıyor. Köydeki birçok kişi onun kayıp Roma lejyonu soyundan geldiğine inandığı için ona bu isimle sesleniyor. 
Arkeologlar, DNA sonuçlarının ardından antik İpek Yolu boyunca uzanan bölgede kazılar yaparak, efsanevi orduya ait kale veya benzeri yapılar bularak teoriyi ispatlamak istiyor." 
Haber İngiliz kaynaklı, ama habere kaynaklık eden yer Gobi Çölü'nün kenarındaki bir köy. 
Birinci gerçek bu köy şu anda Çin sınırları içinde. Ama bu gerçeğin altında yatan tarihi bir gerçek daha var, bu bölge tam da Türklerin tarihsel ata yurdu. 
Ve köyde yaşayanlar da Çinli değil Türk. 
Nitekim Gobi Çölü, Cengiz Han'ın doğduğu ve büyük imparatorluğunu kurduğu yer. 
İkinci ilginç nokta ise bu köyde yaşayan bir sarı saçlı-mavi gözlü insanın varlığı. 
Bunu gören Batılı bilimadamları hemen bir DNA testi yapıyorlar. 
Çünkü onlara göre sarı saçlı ve mavi gözlü birisi Moğol ya da Türk olamaz! 
Ne de olsa sarı saç üstün Batılının niteliği! Irkçı skalada Türklere düşen ise esmer tenli ve siyah saçlı olmaktır. 
Bu önyargıdan hareket eden bilimadamları araştırıyor ve bu köylünün DNA'sının Kafkasya kökenli olduğunu buluyorlar. 
Kafkasya kökeni dendiği anda ise akıllarına Kafkas bölgesinin yerli halkları değil bu bölgeden geçen Romalılar geliyor! 
Ondan sonra bilimsel teori tamamlanıyor: Bu köylü olsa olsa Kafkasya'dan geçmiş (ve üstelik kaybolmuş) bir Romalı askerin torunu olabilir! 
Batılılar mı Sarışın Türkler mi? 
Batılı bilimadamları bu teoriyi ısrarla sürdürmek zorundadır. Çünkü onlara için bir Doğulu asla sarışın olamaz. 
Ama onların tüm ırkçı görüşlerinin tersine, sarı saç-mavi göz genlerinin orijini Avrupa kıtası değil Asya'dır. 
Yani sarı saçlı Romalılar Gobi Çölü'ne gidip bu genleri taşımamıştır, tam tersine Gobi Çölü'nden kalkıp Avrupa'ya giden Türkler bu genleri Avrupalılara taşımışlardır! 
Kafkasya denilen bölge, yani Hazar Deniz'inin batısı, Karadeniz'in kuzeyini içine alan bölge uçsuz bucaksız bir steptir. 
Burası Orta Asya'dan Avrupa'ya göç eden Türk halklarının geçiş bölgesidir. Bölgeden aynı zamanda Anadolu'ya geçen, yani aşağıya inen kabileler de vardır. 
Sonuç olarak hem Avrupa hem de Anadolu, bu göç yolundan geçen kabileler tarafından binlerce yıl boyunca istila edilmiş ve bölgeye Doğulu genler taşınmıştır. 
Bu bölgeye tarihsel olarak Deşt-i Kıpçak denilir, yani Kıpçak yurdudur. Kıpçaklar ise bilindiği gibi bir Türk boyudur ve özelliği sarı saçlı-renkli gözlü olmalarıdır. 
O nedenle Rusçada bunlara "sarışın" anlamında "Plovesk" denilir, Avrupalılar ise "Kuman" derler ki bu da "sarışın" anlamına gelir. 
O halde Kafkasyalı geni denilince neden bir Türk boyu olan Kıpçaklar değil de Romalılar gelir Batılı bilimadamlarının aklına? 
Çünkü onlar tarihten Türk'ü silmek üzere önyargı ile eğitilmişlerdir. 
Kafkasların yerli halkı olan Kıpçaklar en az 2.500 yıldır Kıpçak olarak bu bölgede yaşamaktadır. 
Daha önemlisi ise Kıpçakların seceresinde bulunabilir, Kıpçaklar aynı zamanda Tatarların ikiz boyudur. 
Tatarların ana yurdu ise tam da Gobi Çölü'dür. Nitekim Cengiz Han da bir Tatar'dır! 
Son Amazon kızı: Meryemgül 
Fakat bu sarı saç meselesi Batılının bilinçaltında önemli bir yaradır. 
Amerikalı bir bilimkadını yıllar önce İran sanatı üzerine çalışmaya başlar. Onlara göre İran demek Pers demektir. Tarihin garip bir cilvesi olarak bu arkelogun önüne bir kazı fırsatı çıkar. Kazı bugünkü Kazakistan'da yapılacaktır. 
Bölge tam da Deşt-i Kıpçak denilen bölgede, Kafkasya'da, Karadeniz'in kuzeyindedir. Buradaki kazıda kurganlar bulunur. Kurganlar, bilindiği gibi göçebelerin mezar yerleridir. Türk kavimleri ölülerini kurgana gömerler. 
Jeannie Kimball Davis, bu kurganda ilginç bir gerçekle karşılaşır. Ölülerin büyük çoğunluğu kadındır. Kadınların çizmeleri ve okları kurgandadır. Anlaşılan bunlar savaşçı kadınlardır. 
Savaşçı kadınların bu bölgedeki izleri gayet normaldir. Çünkü efsanevi Amazon Kadınları da bu bölgede yaşamıştır. Heredot'a göre bunlar İskit kadınlarıdır. Aynı bilgiyi Amasyalı Strabon da vermektedir. 
Hikaye buraya kadar ilginçtir, çünkü Amazonların izi ilk kez bulunmuş ve bir efsane doğrulanmıştır. 
Kurganlardan çıkan kemiklere DNA testi uygulanır ve bunların kadın oldukları kesinleşir. Yine bu kadınların sarı saç geni taşıdıkları belirlenir. 
Davis, Kazakistan bölgesinde çalışmalarına devam eder. Bugünkü Moğolistan yakınlarında bir Kazak "yurd"unda bölgeyi incelemeye başlar. 
Kazak kadınlarının toplum içindeki rollerine dikkat eder. Bunlar eve hapsedilen, ikinci sınıf insanlar değillerdir. Konar-göçer Kazak köylülerinde kadınlar erkekle eşittir. 
Hatta ok atmada, tıpkı Amazonlar gibi usta olduklarına da bizzat şahit olur. 
Bir gün "yurt"ta otururken karşıdan at üzerinde küçük bir kız çocuğunun geldiğini görür. Kız çucuklarının at sürmesi anormal değildir, anormal olan ya da Davis'e olağanüstü gelen şey bu kız çocuğunun, köydeki diğer insanların aksine sarı saçlı ve mavi gözlü olmasıdır. 
Kızın adı Meryemgül'dür. Meryemgül'ü yanındakilere sorar, kızın abisi gider ve Meryemgül'ü korkutur, bu "abla"nın Avrupa'dan geldiğini ve onu götüreceğini söyler. Küçük kız korkuya kapılır. Ama sonra bunun her çocuğa yapılan Türk şakalarından biri olduğunu anlar. 
Davis, Meryemgül ve anesinden DNA örneği alır. Bir süre sonra DNA sonuçları gelir; Meryemgül'ün DNA'sı ile yıllar önce Amazon kadınlarının kurganından çıkan DNA'lar %99.9 aynıdır. 
Yani Meryemgül Amazon savaşçılarının 2500 yıl sonraki torunudur. 
Bilim, ortaya çıkarma değil, saklama yötemidir 
Bu, tüm bilim tarihini değiştirecek büyük bir buluştur. 
Batılı arkeologlar da önce bunu önemserler. Davis'le bazı röportajlar yapılır. 
Ama olayın üstü örtülür. Çünkü çıkan gerçek, Batılının ırkçı önyargılarını allak bullak edecek türdendir. 
Onlar bir Türk'ün sarı saçlı olacağını kabul etmek istemezler, çünkü tüm güzellik anlayışları sarı saç-mavi göz üzerine kurgulanmıştır! 
Amazon kadınlarının, bu savaşçı kadınların Türk olmasını da elbette kabul etmek istemezler! 
Ve bu büyük buluş görmezden gelinmeye başlanır. 
Yıllar yılllar sonra bile, Gobi Çölü'nde sarı saçlı bir insan gördüklerinde, yine bildik ırkçı teorilere başvururlar: Romalılara sarılırlar, o olmazsa Yunan efsanelerine sarılırlar, en kötüsünden bir İran geçmişini kabullenmek zorunda kalırlar. 
Batılılar kabul etseler de etmeseler de tarihin en önemli akış istikametinde hep Türkler vardır, yıllar önce Viyana kapılarına dayanan bu Türk hayaleti, onları DNA laboratuvarlarında bile bulmakta ve rahatsız etmektedir. 
Ve bu noktada Batı bilimi gerçeği ortaya çıkartmanın değil, ortadaki gerçekleri saklamanın bir yönteminden başka birşey değildir. 
Tarih, Batılılar için önemlidir belki ama aslında tüm tarihleri efsaneleştirilmiş, mitoloji kökenli tarihtir. Onlar için yaşanan gerçekler değil, ruh alemlerinde gördükleri hayallerdir gerçekler. 
Örneğin Amazonlar konusu... 
Amazonların gerçekten yaşadığını bilirler. Çünkü Batılıların en önemli tarih kaynağı olan Heredot'ta bu kadınlardan açıkça bahsedilmekte ve özellikleri sayılmaktadır. 
Heredot, Tarih'inde şöyle yazar: 
"Demek ki Hazer denilen bu deniz günbatısı yönünden Kafkaslar'la kesilmiştir; tanyeri ve gündoğusu yönünde uçsuz bucaksız bir ovaya açılır. Bu çok büyük ovanın en büyük bölümünü Massagetler tutarlar ki, Kyros'un kendilerine karşı ordularını sürmek için sabırsızlandığı halk bunlardır.... 
... Massagetler kocasının ölümünden sonra tahta geçmiş olan bir kraliçenin yönetiminde bulunuyorlardı; adı Tomris'ti. Kyros elçiler gönderdi kendisiyle evlenmeyi çok istedeğini bildirdi. Ama Tomris biliyordu ki, onun asıl istediği kendisi değil Massaget krallığıdır ve kabul etmedi. Kyros, hileyi söktüremeyince, ordusunu Arax üzerine vurdu ve Massagetlere karşı sefer hazırlığına başladı." 
Savaş başladığında ilk önce Persler hakim olur, Massagetleri kılıçtan geçirirler, Tomris'in oğlu Spargapises'i de esir alırlar. 
Heredot şöyle devam eder: 
"Kraliçe, ordusunun ve oğlunun başına gelenleri öğrenince Kyros'a bir haberci saldı, şu haberi gönderdi: Kana doymayan kanlı katil Kyros, bu başarıyla şişinme; bu zaferi, içtiğiniz zaman sizin de aklınızı başınızdan alan, damarlarınıza indiği ölçüde ağzınızdan kötü sözler çıkartan üzüm kazandı. Bu zehirdir diyorum, seni hilebazlıkla oğlumun efendisi yapan; bu güçlerin ölçüştüğü savaş değildir. Bak, şimdi sana güzel bir öğüt vereyim, beni dinle, oğlumu bana geri ver, bir şeyler karıştırmadan çık git bu topraklardan, Massaget ordusunun üçte biri üzerinde kazandığın kaba zaferle yetin. Ama eğer bu dediğimi yapmazsan, Massagetlerin efendisi olan Güneş adına ant içerim ki, kan dökmeye doymayan adam, seni ben kanla doyuracağım." 
Tomris'in oğlu bu sırada Pers kralına yalvarır, ellerini çözmesini ister. Elleri çözülünce ise kendisini öldürür. Çünkü bir Türk erkeği asla esir yaşayamaz. 
Ertesi sabah savaş yeniden başlar. Massagetler tüm Persleri kılıçtan geçirir. Kraliçe Tomris savaş alanında elinde kan dolu bir tulumla Pers kralı Kyros'u bulur ve kafasını tuluma sokar, şöyle der: 
"Canım sağ ve savaştan zaferle çıktım, ama sen beni öldürdün, oğlumu hileyle yakaladın, ama işte sen de sana önceden söylediğim gibi benim elimle kana doyuyorsun." 
Kafkas halkları Türklerdir 
Massagetler, bizde "Saka"lar olarak bilinen, aynı zamanda "İskitler "de denilen, Kafkasya'nın hakimi, Deşt-i Kıpçak'ın sahibi, aynı zamanda Gobi Çölü'ne kadar Asya'nın yerli halkıdır. 
Bunlar Türklerdir. 
Demek ki Çin'de bulunan gen, Romalıların değil Türklerin genidir. 
Nitekim kraliçe Tomris sarı saçlıdır, sonradan gelecek İskit prensesleri de sarı saçlı ve mavi gözlü olarak tarif edilir tarihlerde. 
Bunun bir önemi var mı dersek elbette var, bilelim ki Kafkasya, Türklerin binlerce yıllık ana yurdudur. 
Batılının ırkçı önyargıları yüzünden yıllardır "Çerkes güzeli", "Gürcü güzeli" denilen, güçlü ırk denilen Kafkas ırkı, İskitlerden yani Türklerin Kıpçak kolundan başkaları değildir. 
Bize güzel olma hakkını vermeyen Batılılar arkeoloji ve antropolojiyi, filoloji ve tarihi iğfal ederek, Kafkas ırkını Türk'ten koparmış, onu arileştirmiş ve sonunda Batılıyı sarı saçlı-mavi gözlü yapmış, Türk'ü ise "kara-kuru" bir insan müsveddesi haline getirmiştir... 
Amazonları ise kendi mitolojilerine almış ve onu Batılılaştırmışlardır. 
Amazon efsaneleri 
Efsaneye göre Amazon kadınları, Yunanlara karşı Truva'yı savunmuştur. Gerçekten de Heredot'ta da aynı bilgiler verilir ve Amazon kadınlarının İyonya'ya ve Truva'ya gitikleri söylenir. 
Anlatıldığına göre bu kadınlar aynı zamanda denizlere açılır ve orada Yunan donanmasını yok ederler. Bu sayede Truva'da Yunanlılar kaybeder. 
Yunan askerleri evlerine döndüklerinde kadınlara yenilmiş askerler olarak dönerler. 
Ancak Yunan "deha"sı bu kadına yenilmiş erkek olmanın hıncını alacaktır. 
Kendilerini yenen Amazon kadınları, onları alteden kadınları, birer cinsel ikon haline getirerek altlarına almayı düşlerler. 
Bunda başarılı da olurlar. 
Günümüze kadar gelen Amazon düşüncesi, çıplak kadındır! 
Bu çıplak Amazon kadınlarını her tür sanat eserine taşırlar. 
Dönemin heykellerini daha sonra özellikle Rönesans döneminin ressamları izler ve Amazonlar, muzaffer Amazonlar çırılçıplak soyularak, Batı imgesine meze edilir. 
Bunun yine geçtiğimiz hafta ortaya çıkan ve basına yansıyan bir örneği daha var. Pirelli, her yıl yayınladığı çıplaklar takviminde bu yıl Artemis'i kullanmıştır. 
Artemis, çıplak, ok atan bir kadın savaşçıdır. Bir Yunan tanrısıdır ama bu tanrı, ok atan kadınlar olan Türklerden türetilmiş ve şekil değiştirmiştir. 
Jeanne d'Arc 
Batılı düşüncede Amazon etkisinin ilginç bir örneği de Jeanne d'Arc'tır. 
Jeanne d'Arc, bilindiği gibi Fransa'nın efsanevi kahramanıdır. İngiliz işgaline karşı Fransa'yı özgürleştirmek için yola çıkan bir köylü bakire kızdır. 
Ata biner, ok atar, kılıç kullanır. 
Ama çok daha önemlisi Tanrı tarafından görevlendirilmiştir. Tanrı, mesajlarını Jeanne d'Arc'a iletir, o da halkı uyarır. 
Bu, Türk göçebe toplumunun Şamanist geleneğidir. Kadın şaman gök tanrının mesajlarını duyar ve iletir. 
Nitekim Jeanne d'Arc bu özelliği nedeniyle, yani Tanrı ile iletişimi nedeniyle şeytanlıkla suçlanacak ve Kilise tarafından yakılacaktır. 
Jeanne d'Arc, dua ederken gök tanrıya dua etmekte ve atıyla bağımsızlık bayrağı olarak bir Türk sancağı taşımaktadır. 
Bu sarışın kız da, Fransızlaştırılmış bir Türk destanından başka bir şey değildir. 
Feminizm ve Amazonlar 
Amazon kadınları aynı zamanda kadın özgürlüğü düşüncesi üzerinde etkili olur. Feminist düşüncenin, "erkeksiz toplum" önerisinin bir kanıtıdır Amazonlar. Kadınlar gerçekten de kendi kendilerine yetebilirler mi? Bu soru feministleri oldukça uğraştırır. 
Fakat Batı düşüncesi ile Türk düşüncesi arasında burada inanılmaz bir ayrım vardır. Batı toplumu her ne kadar kadın hakları savunucusu gözükse de kadını eve hapseden, kimi zaman işe hapseden, erkeğe bağımlı kılan bir toplum türüdür. 
Türk toplumu ise, özellikle tarihsel döneminde kadın ve erkeğin ikisinin de savaşçı olduğu, eşit olduğu, dini liderin çoğunlukla kadın olduğu, cinsel baskının ve kadının kapatılmasının olmadığı bir toplumdur. 
Bu toplumda Kraliçe Tomris, oğlu ile birlikte savaşa gider. Oğlunu savaşta kaybettiğinde de bir anne olarak üzülür ama bu onun için dünyanın sonu değildir. 
Çünkü Türk toplumu Batının aile dediği bireyler birliği üzerine değil, soy üzerine kurulmuştur. 
Soy toplumunda önemli olan, birey değil soydur. 
Burada kadın kocasının malı değildir, çocuk ise ailenin mülkü değildir, bu toplum türü anne, baba ve çocuğun soya ait olduğu ve soy için her şeyin feda edilebileceği bir düzendir. 
Bu nedenle Türk toplumunda çocukların adlarını anne babalar değil boy koyar. Çocuk, kendisini ispat eder ve boydaki işlevine göre bir isim alır. O bu noktadan itibaren boyun bir üyesidir. 
Aslında klasik feminist teorinin çözümsüz olduğu noktada geleneksel Türk toplumu çözümü üretmişir ve binlerce yıl uygulamıştır. Doğa ile barışık ve doğaya tabi, çevreci, eşitlikçi konar-göçer yaşamı, bunun en önemli uygulamasıdır. 
Günümüz kapitalizminin "anne-baba-çocuk" üçgenine hapsettiği gelecek kaygısı, soy içinde aşılmıştır. 
Kadın çalışmıştır, erkek çalışmıştır, çocuk çalışmıştır, kimse birbirini ezmemiş, sömürmemiştir. 
Osmanlı'nın Amazonları 
Türk toplumu bu kadın geleneğini binlerce yıl korumayı bilmiştir. 
Osmanlılar döneminde bile kadının bu rolü hâlâ diriydi. Osmanlılar soylarını Kayılara dayandırırken aynı zamanda savaşçı bir kadın olan Turunç Hatun simgesine sarılmıştır. 
Geleneksel savaşçı konar-göçer Türk yapısı şu şiirle anlatılır:
Kara-evlerile yüzbin artuğ ev
Bu cihan köhne sarayı sanma nev.
Mülk-i Türkistan'da var idi meğer
Bir ulu han cümle handan muteber.
... 
Bir kızı vardı Turunç Hatun adı
Nüsre içre raviler böyle dedi...
Anların içinde perde yoğ idi
Gerçi kim adab ü erkan çoğ-idi... 
Turunç Hatun efsanesi Tomris'in öyküsünün bir benzeridir. Aynı şekilde Turunç Hatun, kendisi ile evlenmek isteyenleri reddeder. 
Osmanlılar kendi soylarını bu şekilde kadın hakanlara dayandırarak efsaneleri yaşatırlar. 
Bu efsaneler aynı zamanda Dedem Korkut öykülerine de işlemiştir. 
Bunlardan birisi de Banı Çiçek'tir. Banı Çiçek de Kafkasya'da bir bey kızıdır. O da kendisiyle evlenmek isteyenleri reddeder. 
Süyün Bike 
Bu efsanelerin son halkasında, Rus işgali başlarken Türkistan'da Kazan kalesinde bir Türk kadını çıkar ve kaleyi tek başına Rus işgaline karşı savunur: Adı Süyün Bike'dir. 
Korkunç İvan'a karşı ilk önce başarılı da olur. Ama sonrasında kale kuşatmasında halkını korumak için iki yaşındaki çocuğu ile birlikte Ruslara teslim olur ve esir edilir. 
Esir olarak ülkesinden götürülürken şöyle söyler: 
"Kazan... Ey, kanlı, kaygulu şehir, başından tacın düştü, şimdi kul oldun, senin büyüklüğün mazide kaldı. Her ülke iyi bir padişah ile idare edilir ve asker ile saklanırsa o memleketi senden kim alabilir. Senin güçlü Hanın öldü. Beylerin güçsüzleşti. Sana yardım etmedi. Bu yüzden sen çekildin. Nerede senin sevinçli günlerin? Nerede senin oğlanların, beylerin, mirzaların, sana bağlı olanlar, büyükler? Nerede senin iyi hatunların, güzel kızların? Onların şarkıları nerede? Hepsi yok oldu. Yalnız onların ağlaması ve öksüzlüğü kaldı. Sende bal ağaçları ve soğuk pınarlar vardı. Onun yerine şimdi kanlar ve göz yaşları akıyor." 
Amazonlar bir serap mıydı... 
Yıl 1550 idi Süyün Büke esir düştüğünde. 
Osmanlılara haber göndermiş yardım istemişti ama haberciler yolda Ruslar tarafından öldürülmüştü. 
Tam 350 yıl sonra bu defa Rus orduları Erzurum'a girdiğinde, Ermeni çeteleri ayaklandığında yine Türk kadını, cephede olacaktı. 
Kurtuluş Savaşı başladığında, bir İskit savaşçısı gibi, bebeğini değil mermisini battaniyeye saracak, cepheye koşacaktı. 
Ve bir gün bağımsız bir Türkiye'de yaşadığını, geleceğini kendisi belirleyebileceğini sanacaktı. 
17'sinde bir otobüse binecek ve otobüste PKK'lı caniler tarafından molotoflanarak yakılacaktı... 
Adı Serap'tı. 
Tarihler 7 Aralık 2009'u gösterecekti. 
Bir Türk kızıydı ve 1 yıl sonra o da Amazonlar gibi unutulacaktı. 
O otobüsten seslenecek vakti olsa o da Süyün Bike gibi seslenecekti bizlere: 
Nerede senin oğlanların, beylerin, sana bağlı olanlar, büyükler? 
Nerede senin iyi hatunların, güzel kızların?
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve canakkaleninsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

04
Kasım
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.