Çanakkale Haber

Murat CEVAHİR
Köşe Yazarı
Murat CEVAHİR
 

15 TEMMUZ DARBESİ(!) SAÇMALIĞI

Baştan söyleyeyim; öyle dört başı mamur bir darbe analizi yapacak falan değilim. Bugüne kadar da kimsenin bütünlüklü bir manzara ortaya koyabildiğini görmedim. Çünkü elimizde yeterince net, doğruluğu belgelenmiş ya da kanıtlanmış veri yok. Herkes şu veya bu şekilde komplo teorileri üretmek, tahminlerde bulunmak zorunda kalıyor. Şu 15 Temmuz “darbesi”, “darbe girişimi / darbe teşebbüsü”,  “kalkışması” hala bir muamma.   Olup bitene şöyle bir bakınca sürecin neredeyse baştan ayağa absürt/saçma olduğunu görüyoruz. Bir yanda “yok yav, böyle darbe olmaz” dedirtecek olaylar, bir yanda kanlı bir bilanço.   Evet, ortada bir darbe girişimine kalkışma teşebbüsü hamlesi ve harekatı olduğu gerçek. Kimse inkar edemez. Lakin nasıl adlandıracağımız bile çetrefil bir mevzu. Valla bana göre buna “darbe” ile başlayan isimler takmak doğru olmaz. En iyisi biz buna “marbe” diyelim. (Yine de karışıklık olmasın diye “darbe” sözcüğünü kullanmaya karar verdim.)   Gerek darbenin planlanması, gerek başlangıcı, gerek seyri ve gerekse sonucu; bir darbe girişimi değil de toplu intihar vakası gibi.  Öyle bir intihar ki; bir cemaatin, bir çıkar şebekesinin, bir siyasi hareketin sadece “düşmanına” zarar verme güdüsüyle kendini parçalaması.   DARBE YAPMANIN DA BİR USULÜ, ADABI, ERKANI VAR   Baştan bir fırçamı atayım: Ulan andavallar, hangi çağda yaşıyoruz!.. 21. Yüzyılda askeri darbe mi yapılırmış?! Tamam, 25-30 yıl öncesinde kadar gerek Türkiye gerekse dünyada askeri darbe yapmanın bir zemini vardı. Ama askeri darbenin modası geçti be koçum, artık darbeler başka türlü yapılıyor. Modayı bile takip edemiyorsunuz. Elbette bir tanıma göre de “moda, kendine yakışanı giymektir”.   Ne yalan söyleyeyim, 15 Temmuz akşamı ilk haberleri ve görüntüleri izlerken “la böyle saçma darbe mi olur; senaryo bu” demiştim. Allah aşkına şu sıraladığım olaylar dizisi saçmalık değil de nedir?   1 – Yatsı namazından sonra darbe yapma fikri nereden çıktı acaba? 20. yüzyılın ikinci yarısında özellikle geri kaktırılmış ülkelerde sık sık darbe olurdu. Askeri darbe yapmış taze diktatör, bir hafta geçmeden başka bir askeri darbe ile devrilirdi. Hatta bazı Afrika ülkelerinde “erken kalkan asker darbe yapıyor” gibi bir kanaat oluşmuştu; darbe yapmak için erken kalkmak şarttı.  Küçük ve lüzumsuz bir ayrıntıymış gibi görünen akşam 22:00 sularında darbe yapmak fikri öyle küçümsenecek bir şey değil. Herhalde dünyada bir ilk olmalı. Yoksa, yoksa bunlar Pensilvanya saatine göre mi ayar yaptılar? Yahu Amerika’da gün doğarken burada akşam oluyor.   2 – Herifler darbenin İstanbul operasyonunda, gitmişler bir köprünün bir ayağını tutmuşlar. Yani -3. Köprü o zamanlar trafiğe açılmadığı için- iki köprüden birinin, bir ayağı. Her bir köprünün dört ayağı olduğuna göre 1/8 oranına tekabül ediyor. Ulan bu ne iştir, bu nasıl bir mantıktır!.. Eee, diyelim bir ayağı tuttun; ne olacak? Trafiği aksatmak nasıl bir darbe taktiğidir? Öte yandan diğer yedi ayak vızır vızır işliyor. Netekim darbe karşıtı halkımız o tuttuğunuz bir ayağa da hemencecik geliverdi ve utanmadan, haince ve hunharca sivil insanları taradılar.   3 – Hele bir TRT’den darbe bildirisi okutma tiyatrosu var ki, evlere şenlik. Oğlum siz hangi çağda yaşıyorsunuz? 1980’lerdeyiz mi sanıyorsunuz? O zamanlar darbecilerin yaptığı ilk işlerden biri gidip TRT’ye el koymak olmuştu. Gayet mantıklıydı, zaten tek kanal var idi. Şu çağda TRT’yi basmanın amacı ne? Siz TRT’de bildiri okutacağım diye didişirken, öte yanda -çoğu havuz medyası -bin beş yüz kanal “özgürce” yayınına devam ediyor. Hatta o kanallarda bi sürü “kahraman” halkı darbeye karşı çıkmaya çağırıyor. (Ben göremedim ama İ. Melik Gökçek’in oğlunun performansı pek iyiymiş diyorlar.) Madem yaptın bir darbe, iletişim ve haberleşme ile ilgili boyutu git kökünden hallet. Onu da ben mi öğreteyim! Gerçi telekomünikasyonumuz özelleştirildi, yabancı sermayenin elinde ama bir yolunu bulacaksın; TV ve radyo yayınlarını, interneti falan halledeceksin!   TRT’yi basmanın daha komik yanı, darbe bildirisini o sırada orada bulunan TRT spikerine okutturmak. Mesaideki kızcağızı silahla tehdit edip, bildiri mi okutulurmuş! Dedik ya, darbenin de bir usulü adabı var. Bi defa halkımız o bildiriyi, darbeyi yapan paşaların okumasını beklerdi. 12 Eylülde Kenoşe Paşa ve dördü bir arada kuvvet komutanları (Kenoşe ile tam da beşi bir arada) nasıl kameranın karşısına dizilmişlerdi, işte öyle. Paşaların apoletleri, madalyaları falan görünecek. Darbe yapmışsınız; kim olduğunuzu bilen, suretinizi gören, sesinizi duyan yok! Ha bir de ne bir askeri marş, ne bir kahramanlık türküsü, ne bir mehter marşı duymadık. Kusura bakmayın ama hiç inandırıcı değildi. Belki o sıra meşguldüler, kamera karşısına çıkamadılar. Bantdan yayın diye bir şey var; çekersiniz bildiri okuma sahnenizi, onu yayınlatırsınız.   Doğrusu, bildiri metni epey sertti vallahi. O ne laiklik vurgusuydu öyle!.. Bildirinin imzası da pek alengirli: Yurtta Sulh Konseyi. Hani Hükümetimiz “kalkışmayı” FETÖ yaptı diye halkımızı bilgilendirmese, yine Kemalistler darbe yaptı diye düşünebilirdik.   4 – Ulan madem darbe yapıyorsun, kelleyi koltuğa almışsın, sivillere bile ateş açıyorsun; gidip Meclis kapısına, Kaçaksaray’ın 500 m ötesine birkaç bomba atmanın manası ne bre şerefsiz!!! (Bakın ben bile Fetoculara hakaret etmenin dayanılmaz hafifliğindeyim. 3-5 yıl önce desem başım belaya girerdi, şimdi atış serbest).   5 – “Kaçaksaray’ı ve Meclis’i bombalamadılar, çünkü başarılı olsalardı kendileri kullanacaklardı” diyenler var. Peki, Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğü’nü ne diye boydan boya taradılar, kullanılamaz hale getirdiler? “O bina zaten çok eskiydi, yenisi yapılırdı” diyecekler, ben de “tamam pes” diyeceğim. Ama hakkatten merak ediyorum ya; darbeciler burayı ne diye bombaladılar? Herhalde kendi polislerine önceden bir haber de uçurmuşlardır.   6 – Ankara’da diğer önemli bir saldırı da MİT’e ve kozmik odanın bulunduğu yere yapılan saldırı. Nedeninden niçininden geçtim, 2 Sikorsky helikopterle MİT’e saldırmak nasıl bir ruh halidir, nasıl bir darbe stratejisidir?! Hani her bir darbeci asker Rambo olsa, anca başarabilirler de, o bakımdan… Cık cık!.. Aklım almıyor.   7 – Darbe sayesinde toplum bugüne dek hiç fark etmediği bir gerçekle daha karşılaştı: Meğerse Cemaat, yaverlik müessesesini de ele geçirmiş. Görüyor musunuz şu Fetocuları, nerelere sızmışlar! Nice paşanın yaverinden tutun koskoca Reisicumhurun yaveri de Fetocuymuş. Anlayacağınız, bizim padişah yine kandırılmış. İyi kalpliliğinden kaynaklı bir saflığı var; e yaver dediğin de kavun değil ki kıçını koklayıp alasın! O çamurdan yapılmış, lakin suyu fazla kaçmış eski Memur-Sen başkanı mebusa sormak lazım: Kesin, o yaveri de CHP kakalamıştır.   Şu fetocuların kurduğu tezgaha bak hele: Ordudaki generallerin yarısı kendilerinden, diğer yarısının da yaverleri… Benim anlamadığım, şu yaver ordusu darbe sırasında niye faal hale getirilmemiş? Bu yaverlerden çok yönlü faydalanabilirlerdi, değil mi? Yaver deyip geçmeyin; bağlı olduğu kişinin donunun rengini bile biliyordur herhalde.   8 – Ve en önemlisi darbe ile devirecekleri Hükümet’in hiçbir üyesine dokunma teşebbüsünde bile bulunmuyorlar. Güya bir yandan darbe yapılıyor, bir yandan da başta Reisicumhur ve Başbakan olmak üzere bakanlar, milletvekilleri “darbe kalkışması” hakkında naklen beyanat veriyorlar. La bu nasıl darbe?! Hiç mi dersinize çalışmadınız?! 12 Eylül 1980 zabahı; Başbakanı, Bakanları geçtim; muhalefet partilerinin liderleri bile tutuklanıp Yassıada’ya istiharetegönderilmişti.   9 – Diyelim ki bu strajejik (!) vuruşlarla Ankara ve İstanbul’u ele geçirdiniz. E geri kalan 80 vilayet ne olacak? Zaten yaptığınız gürültü patırtıyı sadece Ankaralılar ve İstanbullular duydu. Doğrusu efekt harika olmuş, apartmanları yalarcasına jetlerin alçaktan uçuşları falan… Bak bunu takdir ettim. Vatandaşın epey bi penceresi falan kırılmış. Lan yoksa camcıların hepsi sizin adamınız mı?   Darbenin ilk saatlerinde yetkililerin ve bağzı gazetecilerin “devlet ve milletin malıyla devlet ve millete saldırıyorlar” mealindeki sözleri de çok ilginç. “Vaaaayyy şerefsiz, madem darbe yapıyorsun milletin malını kullanmayacaksın!”Afedersiniz, herifler kendi ceplerinden aldıkları uçak, tank, bomba vs. ile mi darbe yapacaklardı? Bu mudur normal olanı? Sen siyasi çıkar ve propagandanın her türlüsü için devletin milletin malını kullanacaksın, darbeciye gelince “olmaaaaazzz!!!”.  Sen böyle yaparsan, darbeci de sana özenir işte!.. Hepinizi kınıyorum. (Çok çok ender kınama yaparım, değerini bilin.)   DARBENİN SAHİBİ YOK!   Darbe maskaralığının üstünden neredeyse iki ay geçti, hala darbenin sahibi ortalarda yok. Yani birileri çıkıp “ulan biz yaptık, şunun için yaptık, başaramadık ama vatan-millet-sakarya” falan demedi. Hala baş darbeci teleskopla ve mikroskopla fellik fellik aranıyor. Denilecektir ki şu kadar general açığa alındı, tutuklandı, Yunanistan’a kaçanlar oldu… Dayaktan geçirilmiş, kafası kulağı sargılı bir generalin fotoğrafı servis edildi falan filan… Bu subaylar darbe maskaralığına bulaşmış olabilir ama bu onları darbenin sahibi yapmaz. Hala Yurtta Sulh Konseyinin kimlerden oluştuğu bilinmiyor.   Fetoş bile “valla benim haberim yok, eğer bizim uşaklar yapmışlarsa, ihanetetmişlerdir” mealinde açıklama yaptı. (Sen bunu külahıma anlat emi Fetoş… Elbette senin ayrıntılarla uğraştığını pek sanmıyorum ama senden habersiz ve senden onay almadan senin müritlerinböyle hayati bir teşebbüste bulunacaklar ha!)   Darbe olur da, işin içinde Amerika olmaz mı; kesinlikle olur!.. Lakin ben bu konularda uzmanlaşmış ABD’nin (CIA) bu kadar da aptallaşacağını sanmıyorum. Yahu koskoca resicumhur halkımızı sokağa ve demokrasiye sahip çıkmaya davet etmek için si-en-enekranlarında arzı endam etmedi mi? Yoksa si-en-en yerli ve milli bir kanalımız mı? Yani işin içinde Amerika’nın rolünü arayacaksak –illa ki vardır; sadece darbe operasyonuna değil, sürecin / senaryonun bütününe bakmamız lazım.   KOMPLO TEORİLERİM   Bu kadar salakça,  saçma sapan parçadan nasıl bir bütün elde edilebilir, nasıl bir mantıklı sonuç çıkarılabilir? Zor tabii… Ama ilk olarak ortada büyük entrikaların döndüğü sonucunu çıkarabiliriz. Entrikalar da komplo teorileriyle didiklenebilir.   Şu cahil halimle şu olasılıkları düşünüyorum: Kaçaksaray ve AKP darbe yapılacağını önceden biliyordu. Darbeyi başlamadan önlemek yerine –taammüden- darbecilerin harekete geçmelerini beklediler. Çünkü – şu an yaşadığımız- AKP darbesi için bulunmaz nimetti. Zaten RTE de açıkça hayırlara vesile olduğunu söyleyip şükretmişti. Yıllardır kendilerine darbe yapılıp mağdur edilecekleri üzerinden söylem geliştirmişlerdi. Elbette Fethullahçıları değil, darbe konusunda secereleri pek de temiz olmayan ulusalcı Kemalistleri kastediyorlardı. Ne fark ederdi ki, darbe darbedir. Hazırlıklı beklenen darbe girişimi sonrası kazanılacakların haddi hesabı yoktu. Kendi kitlesini bütünleştirirken kıyasıya rekabette eski yoldaş/yeni düşmanlarının –ve artı ‘taammüden’ kurunun yanında yaşın- tepesine binmek için meşru bir zemin yakalanacaktı. Netekim öyle de oldu.   Eğer Fetocu zevatın darbe yapmaya kalkışacakları önceden biliniyor ve harekete geçmeden derdest edilmiyor ise, 240 şehit verilmesi ne anlama gelir? Diyorum ya, benimki sadece akıl yürütme, tahmin, sallama, komplo teorisi, entrika arayışı … Ama böyle düşünmeme neden olan olgu ve olaylar var:   1 – Başbakan, Cumhurbaşkanı dahil darbenin ilk saatlerinde beyanat veren tüm bakan ve milletvekillerinin darbeyi cemaatin, FETÖ’nün yaptığını açık ve net olarak söylemeleri. Bu söylemin taktik nedenleri de bulunmakla birlikte, pek de beş dakika içinde ulaşan bilgilerle telaffuz edilecek bir teşhis olamayacağı kanaatindeyim.   Birisi de demiş ki “darbeyi eniştemden öğrendim”… Resmen bizimle dalga geçiyor, diye düşünebiliriz. Bence önceden bildiğini bilmediğimize inandırma çabası.   2 – Salak darbeciler TRT’de bildiri okutmakla meşgul iken, iletişim ağı düğmesi Hükümet’in önündeydi. 7 Hazirandan beri bütün canlı bomba patlamalarında, kanlı terör eylemlerinde anında interneti yavaşlatanlar,  ne internet erişimini engellediler ne de –çok kısa bir süre hariç- yavaşlattılar. Hani deniyordu ya, bombalama olaylarında diğer suçlular ve suç ortakları haberleşemesin, çabuk yakalansınlar diye vırt zırt internete müdahale ediliyor… Eee ???   3 – Gecenin bi vakti bütün minarelerden sela okunması da Hükümet’in, Diyanet başta olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlarla “darbeye” gayet hazırlıklı olduğunu düşündürtüyor. Aynı zamanda AKP zihniyetinin dini kullanmada ne kadar pervasızlaşabileceğini, dinsel değerlerin bokunu çıkarabileceğini gösteriyor.   Bol Y’li havuz medyası o gün kopyala/yapıştırla şöyle yazmış: “Sela neden verilir? Televizyon ve internetin olmadığı zamanlarda sela haber veren bir yöntemdi. Darbe girişimi üzerine de hem tepki hem haber verme amacıyla selalar okunuyor.” Demek ki Türkiye’ye henüz televizyon ve internet gelmemişmiş.   Merak ettim, işin doğrusu şöyleymiş: “Sala veya Selâ, Cuma ezanından önce cuma günleri minareden okunan salavat-ı şerifeler. Ayrıca bir vefat duyurusu olarak her zaman vakit namazlarından önce okunur. Perşembe gecelerinde yatsı ezanından önce, Cuma günleri öğle ezanından yaklaşık bir saat önce, bazı camilerde deRamazan ayında sabah ezanından önce okunur.”   4 – RTE’nin sanki mağdurmuş, saklanıyormuş da yerini belli etmek istemiyormuş gibi cep telefonundan, bilmem ne uygulamasıyla canlı yayınabağlanması da garip. Şimdi ben merak ediyorum; si-en-en mi RTE’ye ulaştı yoksa RTE mi si-en-en’i arayıp bağlandı? Cumhurbaşkanı istese 40 TV kanalından canlı olarak o yayını yapardı. Güvenlik için yerini belli etmemek kaygısıyla mı? (Acaba Fetocu yaver nerelerdeydi?) Gecenin bilmem kaçında İstanbul’da halka hitap etmek kadar tehlikeli olmasa gerek! Halkı sokağa çağıran RTE, o telefon kamerasından ablak görünen suretiyle gerçekten bir darbeye maruz kaldığını göstertmiş oldu. Bizi ve kitlesini de saçma sapan olayların şaka olmadığına inandırdı.   5 – Çok kısa bir süre içerisinde binlerce subay, hakim, savcı, polis ve kamu görevlisinin tutuklanması, açığa alınması… Elbette 17-25 Aralık sürecinden beri Fetocuların çetelesitutuluyor, liste hazırlanıyordu. Ancak o kadar Fetocuyu herhangi somut bir suçla, üstelik hukuksal süreci işleterek derdest etmek mümkün değildi. Gerçi mahkeme dosyalarında FETÖ diye adlandırılıp “terör”le bağlantılandırmışlardı ama buna sadece idrak yoksunu taraftarları inanıyordu. Aha, gördünüz mü, nasıl da terör örgütüymüş! Çıkarırsın bir OHAL kararı; hukukmuş gukukmuş falan bakmazsın; darbeye ya da teröre somut olarak bulaşma deliline de ihtiyaç duymaksızın; “terör örgütüne üyelik” suç isnadıyla hepsini toplarsın. Tabi bu arada “yanlışlıkla” solcuları, diğer muhalifleri falan… Diyeceğim o ki, madem elinizde o listeler vardı, tutuklamak için neyi bekliyordunuz, neden bekliyordunuz? Nasıl olsa sorgu sual olmadan yapabiliyormuşsunuz.   6 – İster bireysel bir cinayet, ister toplu bir terör eylemi olsun, faili belirsiz suçlarda şöyle bir mantık yürütmeyi özellikle AKP’liler de pek sever: “Bu eylem kime yaradı; kimin çıkarına sonuçlar doğurdu?” Bir de darbeye böyle bakalım mı? Efendim, Tayyipperest gardaşım duyamadım?   La bildiğin darbeyi AKP yaptı işte! Herhangi bir darbeden sonra, darbecilerin neyi yapması gerekiyorsa, tümünü AKP yaptı ve yapıyor. Lamı cimi yok! AKP yine bir şekilde mağdur olmayı başardı ve darbeyi fırsata çevirdi.   FETOCULAR YALNIZ MIYDI?   Gelelim darbenin püf noktasına… Bu kadar salakça bir darbe nasıl planlanır? Elbette öncelikle salak olmak lazım. Lakin, kabul etmek gerekir ki, İslamcı denilen kesimin en nitelikli kadrosu Fethullahçı cemaatte. Çoğu okumuş çocuklar: Valisi-kaymakamı, hakimi-savcısı, askeri-polisi, mühendisi-doktoru-öğretmeni bol. Her ne kadar hile hurda ile önemli makamlara gelmişseler de; Fetocuların, çoğu yoksul ve zeki çocukları himayelerine alarak sahiplendiği, okuttuğu; böylece minnete dayalı aidiyet bağları kurduğu biliniyor. Diyeceğim o ki, bu kadar da salak olmaları beklenmez.   Benim komplo ve entrika teorim şöyle: Bence Fetocular tek başlarına yola çıkmadılar. AKP karşıtı bir takım güçlerle (ortak düşman) birlikte planladılar. Lakin düğmeye basılır basılmaz müttefikleri –gayet bilinçli olarak- geri çekildiler; Fetocuları iyot gibi açıkta bıraktılar. Kumpasçılıklarıyla ünlü Fetocular kumpasa getirildi. Hatta daha da ileri giderek onları ihbar etmiş olacaklarını bile düşünüyorum. Çünkü o müttefik diye yola çıktıkları, daha dün Balyoz’du, Ergenekon’du diye canlarını yaktıkları kesimdi. Onların da “iti ite kırdırmak” diye tabir edilen bir tercih ve strateji izlediklerini düşünüyorum. Dikkat edilirse ordu içerisinde bu tür davalardan canı yanmış subaylar darbe girişimine karşı mücadele ettiler, pasifize edilenler yeniden göreve çağrıldılar.   Darbenin fiiliyata döküldüğü ilk andan itibaren, bizzat AKP’li kadrolar –ve hemen akabinde bol Y’li havuz medyası-  tarafından kalkışmanın FETÖ’nün başının altından çıktığı açıklandı. Çünkü önceden biliyorlardı. Mesaj da şuydu: Öyle Atatürkçülerin darbeye karıştıklarını falan düşünme ey halkım, özellikle de Atatürkçü kardeşim.   RTE 30 gün boyunca “demokrasi nöbetleriyle” kitlesini teyakkuzda tuttu. Bunun bana göre iki açıklaması olabilir. Birincisi, bildiğimiz ve alıştığımız “mağdurum da mağdurum”un bokunu çıkarmak. İkincisi ise artçı darbeye, daha doğrusu öncül darbenin arkasından gelmesi olası asıl darbeye karşı hazırlıklı olmak. Bir şekilde Fetocuların defterini dürmek için pazarlık yapılmıştı ama -kibarlaştırılmış vecizeyle- “kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı” bir zaman ve ortamda ihtiyatı elden bırakmamak lazımdı.(Aslında öteki vecize durumu daha güzel açıklıyor ya, terbiyem müsaade etmedi).   HANİ SOKAĞA ÇIKANLAR ÇAPULCUYDU?   Yıllardır mitinglere, kitlesel basın açıklamalarına, yürüyüşlere, nümayişlere vs katılırım; öyle laylay lom gittiğim pek enderdir. Kimi zaman kelleyi koltuğa aldığımız da oldu.   Şu demokrasi nöbetlerine bakıyorum da, ulan böyle konforlu bir nümayiş bize nasip olmadı. Bütün kentlerin en merkezi yerlerinde, olağanüstü devlet/polis himayesinde, şen şakrak nöbetler… Ne polisin saldırma olasılığı, ne gaz, ne cop, ne boyalı-tayzikli su, ne plastik mermi, ne bomba… Sıfır risk, üstelik ödüllü…   Üstelik “demokrasi nöbeti”nde görünmek ikbal açıcıydı. Selfiler gırla gitti. İşçiler patronlarına, memurlar amirlerine selam gönderdi. Ulaşım bedava, yemek bedava – Kelle fiyatına hürriyet, esirlik bedava (Orhan Veli’ye selam). Elbette “demokrasiye sahip çıkanlar”ın örgütleyicisi AKP militanlarıydı. Ve elbette yüze göze bulaşmış darbenin karşı hışmından korunmak için dönek Fetocular da canhıraş meydanlara koştular. Sanırım en çok selfi çekip paylaşanlar da onlardı. Yalaka muhalifler olmadan; pis darbecilere karşı “milli birlik ve beraberlik” ruhunu yansıtmak olmazdı. Bağzı sosyaldemokratlar da nöbetteydi (Heyt be koçum, kim tutar seni!) Ha bir de “durduk yere başımız belaya girmesin, şu şerefsizlerin yanında gözükeyim bari” diyenler de oldu.   Herkes -ama herkes- gayet iyi biliyor ki korunmak istenen demokrasi falan değildi; dolayısıyla tutulan da demokrasi nöbeti!.. Milli irade dedikleri sandık kutsamasıydı, yani en çok oy alana saygı duyulmasıydı, yani Reis’e sahip çıkmaktı. Sakın bunu küçümsediğimi sanmayın. Ne olursa olsun vatandaşın oyuna sahip çıkması; “lan sen benim seçtiğimi nasıl zorla devirmeye kalkarsın bre melun” demesi harika bir şey. En meşru hak.   Demokrasi nöbetlerinde açıkça devlet aygıtı ve olanakları kullanıldı. Cumhurbaşkanlığı makamından tutun falanca belediye başkanlığına kadar, çağrılar yapıldı. Cumhurbaşkanı bana bile özel mesaj attı. Oysa devlet miting yapmaz, resmi tören yapar. Çünkü miting, nümayiş benzeri organizasyonlar bir talep için yapılır. Devlet, talep mercii değil, icra merciidir. Peki halkımız demokrasiye/reise sahip çıkmayacak mı? Kardeşim bunu örgütlemek devlet üzerinden değil; demokratik- sivil örgütler tarafından ve elbette siyasal partiler üzerinden yapılır. Zaten fiiliyat da aynen böyleydi. AKP tarafından yapılanların “devlet-hükümet” miğferine alınması açık bir riyakarlıktır.   “BAŞARILMIŞ DARBENİN DAVASI OLMAZ!”   12 Eylül 1980’den önce, yasadışı sol bir örgüt üyesi içeri alınmış. Çıktığı bütün duruşmalarda, hakkında ileri sürülen iddialara ve suçlamalara yanıt vermemiş, yorum yapmamış. Sadece; “Sizin mahkemenizi tanımıyorum. Halkımız devrim yapıp bizi kurtaracaktır ve biz sizi yargılayacağız” babından siyasi savunma yapmış. Gel zaman git zaman 12 Eylül darbesi olmuş. Darbe sonrası mahkeme sonuçlanmış; bizim -Doğulu, belki de Kürt- sol örgüt üyesine ağır bir ceza kesmişler. Mahkemenin başhakimi, darbeyi de kastederek “hani halkınız devrim yapıp sizi kurtaracaktı?” diye dalgasını geçmiş. Bizim ki de “Halkımız puşt çıkmıştır Hakim bey” demiş.   Bence Türk milletinin (ya da Türkiye halklarının) diğer milletlerden (ya da halklardan) hiçbir üstün ya da aşağılık yönü yoktur. Ama yüce halkımızın “puşt çıkma ihtimali” oldukça yüksektir. Çünkü örgütlenme geleneği zayıftır.   Yaşadığımız bütün askeri darbeler sonrası, darbelere karşı elle tutulur bir direniş sergilenmemiştir. Mesela ’80 askeri darbesinde Meclis’deki dört büyük partinin lideri (Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş) tutuklandı, bunlara “siyaset yasağı” getirildi. Bu dört parti, sanırım halkın yaklaşık % 80’ini temsil ediyordu. Özal döneminde siyaset yasaklarının kaldırılıp kaldırılmaması halkoyuna sunuldu (1987). 12 Eylül öncesi % 80 oyu temsil eden liderlerin siyaset yasağı anca % 50,5 oyla kaldırıldı. Sonra bu liderler, adları değişmiş olsa da kendi partilerinde siyasete soyundular ve neredeyse eski oylarını topladılar. İşte böyle, aziz milletimizin teveccühleri zoru gördü mü değişiveriyor.   RTE bir beyanatında “60 darbesinde Menderes’e, 80 darbesinde sağdan-soldan asılan gençlerine sahip çıkamayan milletimiz –bunların da acısıyla- bu kez kahramanca milli iradeye sahip çıktı” diyor. Bol Y’li medya “analarımız ne yiğitler doğurmuş” edebiyatıynan nice kahramanlık destanı üretti bile. (Ben külahımı şuraya bırakayım, doldursunlar…)   Biz yine de “olmaz ya” diye şerhimizi düşüp, bütün bu saçmalıklara rağmen FETÖ’nün “başarılı” bir darbe yaptığını varsayalım. Ne olurdu? Başarılı darbe derken, başta RTE olmak üzere bakanların tutuklandığı, sokağa çıkma yasağının tüm ülkede uygulandığı askeri bir darbeden söz ediyoruz.   Ben size söyleyeyim, özündeşimdikinden farklı bir şey olmazdı. Çünkü en az bir 3 ay OHAL / Sıkıyönetim ilan edilirdi. Uyduruk darbe girişiminin çuvalladığını bilip tankların üzerine çıkan halkımız –maalesef- sokağa bile çıkamazdı. “Yapılmış darbenin davası olmaz” diyerekten, başının belaya girmemesi için gerekli pozisyonu alırdı.   Hatta bağzı densizler şöyle şeyler de ileri sürebilir: Darbeciler, darbe yaptıkları Hükümeti terörist, hain, alçak, hırsız ilan eder idi. FETÖ değil, mesela TATÖ (Tayyip Terör Örgütü) diye bir şey uydurulur, Tayyip’e yakınlığı ile bilinen herkes gözaltına alınır idi. Hatta TATÖ’cü diye solcular da tutuklanır idi. Feto, müstehzi bir gülümsemeyle “yav Tato diye biri çıkmış” diye RTE’yi  tiye alır idi. O sırada orada bulunanlar sesli güler idi. Bizzat Tayyipçilik yapanlar Tayyip’e “alçak, hain, vs” derler idi. Her fırsatta Demirel’i kastederek “şapkasını aldı, kaçtı” diyenler, eğer tutuklanmamış iseler, tasını tarağını toplar; Suudi Arabistan, Katar ya da büyük olasılıkla Amerika’ya kaçar idi. Feto Amerika’dan Tayyip’i ister, Amerika vermez idi. Fetocuların Müslümanlığı gerçek, AKP Müslümanlığı sapıtık ilan edilir idi.   Tabi bu tür densizlerin işkembe i kübrası ve hayal dünyası geniştir, aldırmamak lazım.   Hani “beterin beteri var” derler ya, gadir mevla bizi korumuş. Korumuş da, yüksek seviyedeki beterin anca bir alt seviyesinde. Bu arada AKP faşizmi de birkaç seviye yükseldi. Duacı olacak değilim.   Şimdi bazıları “240 şehit verilmiş, adam dalga geçiyor” da diyebilir. 15 Temmuz bilmem nesiyle dalga geçtiğim, doğrudur. Lakin önce, “demokrasi nöbetlerinde” pişmiş kelle gibi sıratarak selfi çekenlere bakmalarını salık veririm. Ayrıca 7 Haziran’dan beri öldürülen binlerce sivil-asker-polis için de aynı duyarlılığı göstermelerini beklerim.   Haa, bir de asker kafası kesme olayı vardı. Faili bulundu mu?   TANRI TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN
Ekleme Tarihi: 14 Temmuz 2017 - Cuma
Murat CEVAHİR

15 TEMMUZ DARBESİ(!) SAÇMALIĞI

Baştan söyleyeyim; öyle dört başı mamur bir darbe analizi yapacak falan değilim. Bugüne kadar da kimsenin bütünlüklü bir manzara ortaya koyabildiğini görmedim. Çünkü elimizde yeterince net, doğruluğu belgelenmiş ya da kanıtlanmış veri yok. Herkes şu veya bu şekilde komplo teorileri üretmek, tahminlerde bulunmak zorunda kalıyor. Şu 15 Temmuz “darbesi”, “darbe girişimi / darbe teşebbüsü”,  “kalkışması” hala bir muamma.
 
Olup bitene şöyle bir bakınca sürecin neredeyse baştan ayağa absürt/saçma olduğunu görüyoruz. Bir yanda “yok yav, böyle darbe olmaz” dedirtecek olaylar, bir yanda kanlı bir bilanço.
 
Evet, ortada bir darbe girişimine kalkışma teşebbüsü hamlesi ve harekatı olduğu gerçek. Kimse inkar edemez. Lakin nasıl adlandıracağımız bile çetrefil bir mevzu. Valla bana göre buna “darbe” ile başlayan isimler takmak doğru olmaz. En iyisi biz buna “marbe” diyelim. (Yine de karışıklık olmasın diye “darbe” sözcüğünü kullanmaya karar verdim.)
 
Gerek darbenin planlanması, gerek başlangıcı, gerek seyri ve gerekse sonucu; bir darbe girişimi değil de toplu intihar vakası gibi.  Öyle bir intihar ki; bir cemaatin, bir çıkar şebekesinin, bir siyasi hareketin sadece “düşmanına” zarar verme güdüsüyle kendini parçalaması.
 
DARBE YAPMANIN DA BİR USULÜ, ADABI, ERKANI VAR
 
Baştan bir fırçamı atayım: Ulan andavallar, hangi çağda yaşıyoruz!.. 21. Yüzyılda askeri darbe mi yapılırmış?! Tamam, 25-30 yıl öncesinde kadar gerek Türkiye gerekse dünyada askeri darbe yapmanın bir zemini vardı. Ama askeri darbenin modası geçti be koçum, artık darbeler başka türlü yapılıyor. Modayı bile takip edemiyorsunuz. Elbette bir tanıma göre de “moda, kendine yakışanı giymektir”.
 
Ne yalan söyleyeyim, 15 Temmuz akşamı ilk haberleri ve görüntüleri izlerken “la böyle saçma darbe mi olur; senaryo bu” demiştim. Allah aşkına şu sıraladığım olaylar dizisi saçmalık değil de nedir?
 
1 – Yatsı namazından sonra darbe yapma fikri nereden çıktı acaba? 20. yüzyılın ikinci yarısında özellikle geri kaktırılmış ülkelerde sık sık darbe olurdu. Askeri darbe yapmış taze diktatör, bir hafta geçmeden başka bir askeri darbe ile devrilirdi. Hatta bazı Afrika ülkelerinde “erken kalkan asker darbe yapıyor” gibi bir kanaat oluşmuştu; darbe yapmak için erken kalkmak şarttı.  Küçük ve lüzumsuz bir ayrıntıymış gibi görünen akşam 22:00 sularında darbe yapmak fikri öyle küçümsenecek bir şey değil. Herhalde dünyada bir ilk olmalı. Yoksa, yoksa bunlar Pensilvanya saatine göre mi ayar yaptılar? Yahu Amerika’da gün doğarken burada akşam oluyor.
 
2 – Herifler darbenin İstanbul operasyonunda, gitmişler bir köprünün bir ayağını tutmuşlar. Yani -3. Köprü o zamanlar trafiğe açılmadığı için- iki köprüden birinin, bir ayağı. Her bir köprünün dört ayağı olduğuna göre 1/8 oranına tekabül ediyor. Ulan bu ne iştir, bu nasıl bir mantıktır!.. Eee, diyelim bir ayağı tuttun; ne olacak? Trafiği aksatmak nasıl bir darbe taktiğidir? Öte yandan diğer yedi ayak vızır vızır işliyor. Netekim darbe karşıtı halkımız o tuttuğunuz bir ayağa da hemencecik geliverdi ve utanmadan, haince ve hunharca sivil insanları taradılar.
 
3 – Hele bir TRT’den darbe bildirisi okutma tiyatrosu var ki, evlere şenlik. Oğlum siz hangi çağda yaşıyorsunuz? 1980’lerdeyiz mi sanıyorsunuz? O zamanlar darbecilerin yaptığı ilk işlerden biri gidip TRT’ye el koymak olmuştu. Gayet mantıklıydı, zaten tek kanal var idi. Şu çağda TRT’yi basmanın amacı ne? Siz TRT’de bildiri okutacağım diye didişirken, öte yanda -çoğu havuz medyası -bin beş yüz kanal “özgürce” yayınına devam ediyor. Hatta o kanallarda bi sürü “kahraman” halkı darbeye karşı çıkmaya çağırıyor. (Ben göremedim ama İ. Melik Gökçek’in oğlunun performansı pek iyiymiş diyorlar.) Madem yaptın bir darbe, iletişim ve haberleşme ile ilgili boyutu git kökünden hallet. Onu da ben mi öğreteyim! Gerçi telekomünikasyonumuz özelleştirildi, yabancı sermayenin elinde ama bir yolunu bulacaksın; TV ve radyo yayınlarını, interneti falan halledeceksin!
 
TRT’yi basmanın daha komik yanı, darbe bildirisini o sırada orada bulunan TRT spikerine okutturmak. Mesaideki kızcağızı silahla tehdit edip, bildiri mi okutulurmuş! Dedik ya, darbenin de bir usulü adabı var. Bi defa halkımız o bildiriyi, darbeyi yapan paşaların okumasını beklerdi. 12 Eylülde Kenoşe Paşa ve dördü bir arada kuvvet komutanları (Kenoşe ile tam da beşi bir arada) nasıl kameranın karşısına dizilmişlerdi, işte öyle. Paşaların apoletleri, madalyaları falan görünecek. Darbe yapmışsınız; kim olduğunuzu bilen, suretinizi gören, sesinizi duyan yok! Ha bir de ne bir askeri marş, ne bir kahramanlık türküsü, ne bir mehter marşı duymadık. Kusura bakmayın ama hiç inandırıcı değildi. Belki o sıra meşguldüler, kamera karşısına çıkamadılar. Bantdan yayın diye bir şey var; çekersiniz bildiri okuma sahnenizi, onu yayınlatırsınız.
 
Doğrusu, bildiri metni epey sertti vallahi. O ne laiklik vurgusuydu öyle!.. Bildirinin imzası da pek alengirli: Yurtta Sulh Konseyi. Hani Hükümetimiz “kalkışmayı” FETÖ yaptı diye halkımızı bilgilendirmese, yine Kemalistler darbe yaptı diye düşünebilirdik.
 
4 – Ulan madem darbe yapıyorsun, kelleyi koltuğa almışsın, sivillere bile ateş açıyorsun; gidip Meclis kapısına, Kaçaksaray’ın 500 m ötesine birkaç bomba atmanın manası ne bre şerefsiz!!! (Bakın ben bile Fetoculara hakaret etmenin dayanılmaz hafifliğindeyim. 3-5 yıl önce desem başım belaya girerdi, şimdi atış serbest).
 
5 – “Kaçaksaray’ı ve Meclis’i bombalamadılar, çünkü başarılı olsalardı kendileri kullanacaklardı” diyenler var. Peki, Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğü’nü ne diye boydan boya taradılar, kullanılamaz hale getirdiler? “O bina zaten çok eskiydi, yenisi yapılırdı” diyecekler, ben de “tamam pes” diyeceğim. Ama hakkatten merak ediyorum ya; darbeciler burayı ne diye bombaladılar? Herhalde kendi polislerine önceden bir haber de uçurmuşlardır.
 
6 – Ankara’da diğer önemli bir saldırı da MİT’e ve kozmik odanın bulunduğu yere yapılan saldırı. Nedeninden niçininden geçtim, 2 Sikorsky helikopterle MİT’e saldırmak nasıl bir ruh halidir, nasıl bir darbe stratejisidir?! Hani her bir darbeci asker Rambo olsa, anca başarabilirler de, o bakımdan… Cık cık!.. Aklım almıyor.
 
7 – Darbe sayesinde toplum bugüne dek hiç fark etmediği bir gerçekle daha karşılaştı: Meğerse Cemaat, yaverlik müessesesini de ele geçirmiş. Görüyor musunuz şu Fetocuları, nerelere sızmışlar! Nice paşanın yaverinden tutun koskoca Reisicumhurun yaveri de Fetocuymuş. Anlayacağınız, bizim padişah yine kandırılmış. İyi kalpliliğinden kaynaklı bir saflığı var; e yaver dediğin de kavun değil ki kıçını koklayıp alasın! O çamurdan yapılmış, lakin suyu fazla kaçmış eski Memur-Sen başkanı mebusa sormak lazım: Kesin, o yaveri de CHP kakalamıştır.
 
Şu fetocuların kurduğu tezgaha bak hele: Ordudaki generallerin yarısı kendilerinden, diğer yarısının da yaverleri… Benim anlamadığım, şu yaver ordusu darbe sırasında niye faal hale getirilmemiş? Bu yaverlerden çok yönlü faydalanabilirlerdi, değil mi? Yaver deyip geçmeyin; bağlı olduğu kişinin donunun rengini bile biliyordur herhalde.
 
8 – Ve en önemlisi darbe ile devirecekleri Hükümet’in hiçbir üyesine dokunma teşebbüsünde bile bulunmuyorlar. Güya bir yandan darbe yapılıyor, bir yandan da başta Reisicumhur ve Başbakan olmak üzere bakanlar, milletvekilleri “darbe kalkışması” hakkında naklen beyanat veriyorlar. La bu nasıl darbe?! Hiç mi dersinize çalışmadınız?! 12 Eylül 1980 zabahı; Başbakanı, Bakanları geçtim; muhalefet partilerinin liderleri bile tutuklanıp Yassıada’ya istiharetegönderilmişti.
 
9 – Diyelim ki bu strajejik (!) vuruşlarla Ankara ve İstanbul’u ele geçirdiniz. E geri kalan 80 vilayet ne olacak? Zaten yaptığınız gürültü patırtıyı sadece Ankaralılar ve İstanbullular duydu. Doğrusu efekt harika olmuş, apartmanları yalarcasına jetlerin alçaktan uçuşları falan… Bak bunu takdir ettim. Vatandaşın epey bi penceresi falan kırılmış. Lan yoksa camcıların hepsi sizin adamınız mı?
 
Darbenin ilk saatlerinde yetkililerin ve bağzı gazetecilerin “devlet ve milletin malıyla devlet ve millete saldırıyorlar” mealindeki sözleri de çok ilginç. “Vaaaayyy şerefsiz, madem darbe yapıyorsun milletin malını kullanmayacaksın!”Afedersiniz, herifler kendi ceplerinden aldıkları uçak, tank, bomba vs. ile mi darbe yapacaklardı? Bu mudur normal olanı? Sen siyasi çıkar ve propagandanın her türlüsü için devletin milletin malını kullanacaksın, darbeciye gelince “olmaaaaazzz!!!”.  Sen böyle yaparsan, darbeci de sana özenir işte!.. Hepinizi kınıyorum. (Çok çok ender kınama yaparım, değerini bilin.)
 
DARBENİN SAHİBİ YOK!
 
Darbe maskaralığının üstünden neredeyse iki ay geçti, hala darbenin sahibi ortalarda yok. Yani birileri çıkıp “ulan biz yaptık, şunun için yaptık, başaramadık ama vatan-millet-sakarya” falan demedi. Hala baş darbeci teleskopla ve mikroskopla fellik fellik aranıyor. Denilecektir ki şu kadar general açığa alındı, tutuklandı, Yunanistan’a kaçanlar oldu… Dayaktan geçirilmiş, kafası kulağı sargılı bir generalin fotoğrafı servis edildi falan filan… Bu subaylar darbe maskaralığına bulaşmış olabilir ama bu onları darbenin sahibi yapmaz. Hala Yurtta Sulh Konseyinin kimlerden oluştuğu bilinmiyor.
 
Fetoş bile “valla benim haberim yok, eğer bizim uşaklar yapmışlarsa, ihanetetmişlerdir” mealinde açıklama yaptı. (Sen bunu külahıma anlat emi Fetoş… Elbette senin ayrıntılarla uğraştığını pek sanmıyorum ama senden habersiz ve senden onay almadan senin müritlerinböyle hayati bir teşebbüste bulunacaklar ha!)
 
Darbe olur da, işin içinde Amerika olmaz mı; kesinlikle olur!.. Lakin ben bu konularda uzmanlaşmış ABD’nin (CIA) bu kadar da aptallaşacağını sanmıyorum. Yahu koskoca resicumhur halkımızı sokağa ve demokrasiye sahip çıkmaya davet etmek için si-en-enekranlarında arzı endam etmedi mi? Yoksa si-en-en yerli ve milli bir kanalımız mı? Yani işin içinde Amerika’nın rolünü arayacaksak –illa ki vardır; sadece darbe operasyonuna değil, sürecin / senaryonun bütününe bakmamız lazım.
 
KOMPLO TEORİLERİM
 
Bu kadar salakça,  saçma sapan parçadan nasıl bir bütün elde edilebilir, nasıl bir mantıklı sonuç çıkarılabilir? Zor tabii… Ama ilk olarak ortada büyük entrikaların döndüğü sonucunu çıkarabiliriz. Entrikalar da komplo teorileriyle didiklenebilir.
 
Şu cahil halimle şu olasılıkları düşünüyorum: Kaçaksaray ve AKP darbe yapılacağını önceden biliyordu. Darbeyi başlamadan önlemek yerine –taammüden- darbecilerin harekete geçmelerini beklediler. Çünkü – şu an yaşadığımız- AKP darbesi için bulunmaz nimetti. Zaten RTE de açıkça hayırlara vesile olduğunu söyleyip şükretmişti. Yıllardır kendilerine darbe yapılıp mağdur edilecekleri üzerinden söylem geliştirmişlerdi. Elbette Fethullahçıları değil, darbe konusunda secereleri pek de temiz olmayan ulusalcı Kemalistleri kastediyorlardı. Ne fark ederdi ki, darbe darbedir. Hazırlıklı beklenen darbe girişimi sonrası kazanılacakların haddi hesabı yoktu. Kendi kitlesini bütünleştirirken kıyasıya rekabette eski yoldaş/yeni düşmanlarının –ve artı ‘taammüden’ kurunun yanında yaşın- tepesine binmek için meşru bir zemin yakalanacaktı. Netekim öyle de oldu.
 
Eğer Fetocu zevatın darbe yapmaya kalkışacakları önceden biliniyor ve harekete geçmeden derdest edilmiyor ise, 240 şehit verilmesi ne anlama gelir? Diyorum ya, benimki sadece akıl yürütme, tahmin, sallama, komplo teorisi, entrika arayışı … Ama böyle düşünmeme neden olan olgu ve olaylar var:
 
1 – Başbakan, Cumhurbaşkanı dahil darbenin ilk saatlerinde beyanat veren tüm bakan ve milletvekillerinin darbeyi cemaatin, FETÖ’nün yaptığını açık ve net olarak söylemeleri. Bu söylemin taktik nedenleri de bulunmakla birlikte, pek de beş dakika içinde ulaşan bilgilerle telaffuz edilecek bir teşhis olamayacağı kanaatindeyim.
 
Birisi de demiş ki “darbeyi eniştemden öğrendim”… Resmen bizimle dalga geçiyor, diye düşünebiliriz. Bence önceden bildiğini bilmediğimize inandırma çabası.
 
2 – Salak darbeciler TRT’de bildiri okutmakla meşgul iken, iletişim ağı düğmesi Hükümet’in önündeydi. 7 Hazirandan beri bütün canlı bomba patlamalarında, kanlı terör eylemlerinde anında interneti yavaşlatanlar,  ne internet erişimini engellediler ne de –çok kısa bir süre hariç- yavaşlattılar. Hani deniyordu ya, bombalama olaylarında diğer suçlular ve suç ortakları haberleşemesin, çabuk yakalansınlar diye vırt zırt internete müdahale ediliyor… Eee ???
 
3 – Gecenin bi vakti bütün minarelerden sela okunması da Hükümet’in, Diyanet başta olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlarla “darbeye” gayet hazırlıklı olduğunu düşündürtüyor. Aynı zamanda AKP zihniyetinin dini kullanmada ne kadar pervasızlaşabileceğini, dinsel değerlerin bokunu çıkarabileceğini gösteriyor.
 
Bol Y’li havuz medyası o gün kopyala/yapıştırla şöyle yazmış: “Sela neden verilir? Televizyon ve internetin olmadığı zamanlarda sela haber veren bir yöntemdi. Darbe girişimi üzerine de hem tepki hem haber verme amacıyla selalar okunuyor.” Demek ki Türkiye’ye henüz televizyon ve internet gelmemişmiş.
 
Merak ettim, işin doğrusu şöyleymiş: “Sala veya Selâ, Cuma ezanından önce cuma günleri minareden okunan salavat-ı şerifeler. Ayrıca bir vefat duyurusu olarak her zaman vakit namazlarından önce okunur. Perşembe gecelerinde yatsı ezanından önce, Cuma günleri öğle ezanından yaklaşık bir saat önce, bazı camilerde deRamazan ayında sabah ezanından önce okunur.”
 
4 – RTE’nin sanki mağdurmuş, saklanıyormuş da yerini belli etmek istemiyormuş gibi cep telefonundan, bilmem ne uygulamasıyla canlı yayınabağlanması da garip. Şimdi ben merak ediyorum; si-en-en mi RTE’ye ulaştı yoksa RTE mi si-en-en’i arayıp bağlandı? Cumhurbaşkanı istese 40 TV kanalından canlı olarak o yayını yapardı. Güvenlik için yerini belli etmemek kaygısıyla mı? (Acaba Fetocu yaver nerelerdeydi?) Gecenin bilmem kaçında İstanbul’da halka hitap etmek kadar tehlikeli olmasa gerek! Halkı sokağa çağıran RTE, o telefon kamerasından ablak görünen suretiyle gerçekten bir darbeye maruz kaldığını göstertmiş oldu. Bizi ve kitlesini de saçma sapan olayların şaka olmadığına inandırdı.
 
5 – Çok kısa bir süre içerisinde binlerce subay, hakim, savcı, polis ve kamu görevlisinin tutuklanması, açığa alınması… Elbette 17-25 Aralık sürecinden beri Fetocuların çetelesitutuluyor, liste hazırlanıyordu. Ancak o kadar Fetocuyu herhangi somut bir suçla, üstelik hukuksal süreci işleterek derdest etmek mümkün değildi. Gerçi mahkeme dosyalarında FETÖ diye adlandırılıp “terör”le bağlantılandırmışlardı ama buna sadece idrak yoksunu taraftarları inanıyordu. Aha, gördünüz mü, nasıl da terör örgütüymüş! Çıkarırsın bir OHAL kararı; hukukmuş gukukmuş falan bakmazsın; darbeye ya da teröre somut olarak bulaşma deliline de ihtiyaç duymaksızın; “terör örgütüne üyelik” suç isnadıyla hepsini toplarsın. Tabi bu arada “yanlışlıkla” solcuları, diğer muhalifleri falan… Diyeceğim o ki, madem elinizde o listeler vardı, tutuklamak için neyi bekliyordunuz, neden bekliyordunuz? Nasıl olsa sorgu sual olmadan yapabiliyormuşsunuz.
 
6 – İster bireysel bir cinayet, ister toplu bir terör eylemi olsun, faili belirsiz suçlarda şöyle bir mantık yürütmeyi özellikle AKP’liler de pek sever: “Bu eylem kime yaradı; kimin çıkarına sonuçlar doğurdu?” Bir de darbeye böyle bakalım mı? Efendim, Tayyipperest gardaşım duyamadım?
 
La bildiğin darbeyi AKP yaptı işte! Herhangi bir darbeden sonra, darbecilerin neyi yapması gerekiyorsa, tümünü AKP yaptı ve yapıyor. Lamı cimi yok!
AKP yine bir şekilde mağdur olmayı başardı ve darbeyi fırsata çevirdi.
 
FETOCULAR YALNIZ MIYDI?
 
Gelelim darbenin püf noktasına… Bu kadar salakça bir darbe nasıl planlanır? Elbette öncelikle salak olmak lazım. Lakin, kabul etmek gerekir ki, İslamcı denilen kesimin en nitelikli kadrosu Fethullahçı cemaatte. Çoğu okumuş çocuklar: Valisi-kaymakamı, hakimi-savcısı, askeri-polisi, mühendisi-doktoru-öğretmeni bol. Her ne kadar hile hurda ile önemli makamlara gelmişseler de; Fetocuların, çoğu yoksul ve zeki çocukları himayelerine alarak sahiplendiği, okuttuğu; böylece minnete dayalı aidiyet bağları kurduğu biliniyor. Diyeceğim o ki, bu kadar da salak olmaları beklenmez.
 
Benim komplo ve entrika teorim şöyle: Bence Fetocular tek başlarına yola çıkmadılar. AKP karşıtı bir takım güçlerle (ortak düşman) birlikte planladılar. Lakin düğmeye basılır basılmaz müttefikleri –gayet bilinçli olarak- geri çekildiler; Fetocuları iyot gibi açıkta bıraktılar. Kumpasçılıklarıyla ünlü Fetocular kumpasa getirildi. Hatta daha da ileri giderek onları ihbar etmiş olacaklarını bile düşünüyorum. Çünkü o müttefik diye yola çıktıkları, daha dün Balyoz’du, Ergenekon’du diye canlarını yaktıkları kesimdi. Onların da “iti ite kırdırmak” diye tabir edilen bir tercih ve strateji izlediklerini düşünüyorum. Dikkat edilirse ordu içerisinde bu tür davalardan canı yanmış subaylar darbe girişimine karşı mücadele ettiler, pasifize edilenler yeniden göreve çağrıldılar.
 
Darbenin fiiliyata döküldüğü ilk andan itibaren, bizzat AKP’li kadrolar –ve hemen akabinde bol Y’li havuz medyası-  tarafından kalkışmanın FETÖ’nün başının altından çıktığı açıklandı. Çünkü önceden biliyorlardı. Mesaj da şuydu: Öyle Atatürkçülerin darbeye karıştıklarını falan düşünme ey halkım, özellikle de Atatürkçü kardeşim.
 
RTE 30 gün boyunca “demokrasi nöbetleriyle” kitlesini teyakkuzda tuttu. Bunun bana göre iki açıklaması olabilir. Birincisi, bildiğimiz ve alıştığımız “mağdurum da mağdurum”un bokunu çıkarmak. İkincisi ise artçı darbeye, daha doğrusu öncül darbenin arkasından gelmesi olası asıl darbeye karşı hazırlıklı olmak. Bir şekilde Fetocuların defterini dürmek için pazarlık yapılmıştı ama -kibarlaştırılmış vecizeyle- “kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı” bir zaman ve ortamda ihtiyatı elden bırakmamak lazımdı.(Aslında öteki vecize durumu daha güzel açıklıyor ya, terbiyem müsaade etmedi).
 
HANİ SOKAĞA ÇIKANLAR ÇAPULCUYDU?
 
Yıllardır mitinglere, kitlesel basın açıklamalarına, yürüyüşlere, nümayişlere vs katılırım; öyle laylay lom gittiğim pek enderdir. Kimi zaman kelleyi koltuğa aldığımız da oldu.
 
Şu demokrasi nöbetlerine bakıyorum da, ulan böyle konforlu bir nümayiş bize nasip olmadı. Bütün kentlerin en merkezi yerlerinde, olağanüstü devlet/polis himayesinde, şen şakrak nöbetler… Ne polisin saldırma olasılığı, ne gaz, ne cop, ne boyalı-tayzikli su, ne plastik mermi, ne bomba… Sıfır risk, üstelik ödüllü…
 
Üstelik “demokrasi nöbeti”nde görünmek ikbal açıcıydı. Selfiler gırla gitti. İşçiler patronlarına, memurlar amirlerine selam gönderdi. Ulaşım bedava, yemek bedava – Kelle fiyatına hürriyet, esirlik bedava (Orhan Veli’ye selam). Elbette “demokrasiye sahip çıkanlar”ın örgütleyicisi AKP militanlarıydı. Ve elbette yüze göze bulaşmış darbenin karşı hışmından korunmak için dönek Fetocular da canhıraş meydanlara koştular. Sanırım en çok selfi çekip paylaşanlar da onlardı. Yalaka muhalifler olmadan; pis darbecilere karşı “milli birlik ve beraberlik” ruhunu yansıtmak olmazdı. Bağzı sosyaldemokratlar da nöbetteydi (Heyt be koçum, kim tutar seni!) Ha bir de “durduk yere başımız belaya girmesin, şu şerefsizlerin yanında gözükeyim bari” diyenler de oldu.
 
Herkes -ama herkes- gayet iyi biliyor ki korunmak istenen demokrasi falan değildi; dolayısıyla tutulan da demokrasi nöbeti!.. Milli irade dedikleri sandık kutsamasıydı, yani en çok oy alana saygı duyulmasıydı, yani Reis’e sahip çıkmaktı. Sakın bunu küçümsediğimi sanmayın. Ne olursa olsun vatandaşın oyuna sahip çıkması; “lan sen benim seçtiğimi nasıl zorla devirmeye kalkarsın bre melun” demesi harika bir şey. En meşru hak.
 
Demokrasi nöbetlerinde açıkça devlet aygıtı ve olanakları kullanıldı. Cumhurbaşkanlığı makamından tutun falanca belediye başkanlığına kadar, çağrılar yapıldı. Cumhurbaşkanı bana bile özel mesaj attı. Oysa devlet miting yapmaz, resmi tören yapar. Çünkü miting, nümayiş benzeri organizasyonlar bir talep için yapılır. Devlet, talep mercii değil, icra merciidir. Peki halkımız demokrasiye/reise sahip çıkmayacak mı? Kardeşim bunu örgütlemek devlet üzerinden değil; demokratik- sivil örgütler tarafından ve elbette siyasal partiler üzerinden yapılır. Zaten fiiliyat da aynen böyleydi. AKP tarafından yapılanların “devlet-hükümet” miğferine alınması açık bir riyakarlıktır.
 
“BAŞARILMIŞ DARBENİN DAVASI OLMAZ!”
 
12 Eylül 1980’den önce, yasadışı sol bir örgüt üyesi içeri alınmış. Çıktığı bütün duruşmalarda, hakkında ileri sürülen iddialara ve suçlamalara yanıt vermemiş, yorum yapmamış. Sadece; “Sizin mahkemenizi tanımıyorum. Halkımız devrim yapıp bizi kurtaracaktır ve biz sizi yargılayacağız” babından siyasi savunma yapmış. Gel zaman git zaman 12 Eylül darbesi olmuş. Darbe sonrası mahkeme sonuçlanmış; bizim -Doğulu, belki de Kürt- sol örgüt üyesine ağır bir ceza kesmişler. Mahkemenin başhakimi, darbeyi de kastederek “hani halkınız devrim yapıp sizi kurtaracaktı?” diye dalgasını geçmiş. Bizim ki de “Halkımız puşt çıkmıştır Hakim bey” demiş.
 
Bence Türk milletinin (ya da Türkiye halklarının) diğer milletlerden (ya da halklardan) hiçbir üstün ya da aşağılık yönü yoktur. Ama yüce halkımızın “puşt çıkma ihtimali” oldukça yüksektir. Çünkü örgütlenme geleneği zayıftır.
 
Yaşadığımız bütün askeri darbeler sonrası, darbelere karşı elle tutulur bir direniş sergilenmemiştir. Mesela ’80 askeri darbesinde Meclis’deki dört büyük partinin lideri (Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş) tutuklandı, bunlara “siyaset yasağı” getirildi. Bu dört parti, sanırım halkın yaklaşık % 80’ini temsil ediyordu. Özal döneminde siyaset yasaklarının kaldırılıp kaldırılmaması halkoyuna sunuldu (1987). 12 Eylül öncesi % 80 oyu temsil eden liderlerin siyaset yasağı anca % 50,5 oyla kaldırıldı. Sonra bu liderler, adları değişmiş olsa da kendi partilerinde siyasete soyundular ve neredeyse eski oylarını topladılar. İşte böyle, aziz milletimizin teveccühleri zoru gördü mü değişiveriyor.
 
RTE bir beyanatında “60 darbesinde Menderes’e, 80 darbesinde sağdan-soldan asılan gençlerine sahip çıkamayan milletimiz –bunların da acısıyla- bu kez kahramanca milli iradeye sahip çıktı” diyor. Bol Y’li medya “analarımız ne yiğitler doğurmuş” edebiyatıynan nice kahramanlık destanı üretti bile. (Ben külahımı şuraya bırakayım, doldursunlar…)
 
Biz yine de “olmaz ya” diye şerhimizi düşüp, bütün bu saçmalıklara rağmen FETÖ’nün “başarılı” bir darbe yaptığını varsayalım. Ne olurdu? Başarılı darbe derken, başta RTE olmak üzere bakanların tutuklandığı, sokağa çıkma yasağının tüm ülkede uygulandığı askeri bir darbeden söz ediyoruz.
 
Ben size söyleyeyim, özündeşimdikinden farklı bir şey olmazdı. Çünkü en az bir 3 ay OHAL / Sıkıyönetim ilan edilirdi. Uyduruk darbe girişiminin çuvalladığını bilip tankların üzerine çıkan halkımız –maalesef- sokağa bile çıkamazdı. “Yapılmış darbenin davası olmaz” diyerekten, başının belaya girmemesi için gerekli pozisyonu alırdı.
 
Hatta bağzı densizler şöyle şeyler de ileri sürebilir: Darbeciler, darbe yaptıkları Hükümeti terörist, hain, alçak, hırsız ilan eder idi. FETÖ değil, mesela TATÖ (Tayyip Terör Örgütü) diye bir şey uydurulur, Tayyip’e yakınlığı ile bilinen herkes gözaltına alınır idi. Hatta TATÖ’cü diye solcular da tutuklanır idi. Feto, müstehzi bir gülümsemeyle “yav Tato diye biri çıkmış” diye RTE’yi  tiye alır idi. O sırada orada bulunanlar sesli güler idi. Bizzat Tayyipçilik yapanlar Tayyip’e “alçak, hain, vs” derler idi. Her fırsatta Demirel’i kastederek “şapkasını aldı, kaçtı” diyenler, eğer tutuklanmamış iseler, tasını tarağını toplar; Suudi Arabistan, Katar ya da büyük olasılıkla Amerika’ya kaçar idi. Feto Amerika’dan Tayyip’i ister, Amerika vermez idi. Fetocuların Müslümanlığı gerçek, AKP Müslümanlığı sapıtık ilan edilir idi.
 
Tabi bu tür densizlerin işkembe i kübrası ve hayal dünyası geniştir, aldırmamak lazım.
 
Hani “beterin beteri var” derler ya, gadir mevla bizi korumuş. Korumuş da, yüksek seviyedeki beterin anca bir alt seviyesinde. Bu arada AKP faşizmi de birkaç seviye yükseldi. Duacı olacak değilim.
 
Şimdi bazıları “240 şehit verilmiş, adam dalga geçiyor” da diyebilir. 15 Temmuz bilmem nesiyle dalga geçtiğim, doğrudur. Lakin önce, “demokrasi nöbetlerinde” pişmiş kelle gibi sıratarak selfi çekenlere bakmalarını salık veririm. Ayrıca 7 Haziran’dan beri öldürülen binlerce sivil-asker-polis için de aynı duyarlılığı göstermelerini beklerim.
 
Haa, bir de asker kafası kesme olayı vardı. Faili bulundu mu?
 
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve canakkaleninsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

04
Kasım
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.