Çanakkale Haber

Puna GÜLEÇÖZ
Köşe Yazarı
Puna GÜLEÇÖZ
 

SÜREKLİ OLARAK ŞEKİLLENDİRİLEN TARİHLER

PEKİ GERÇEKLER NEDİR?SÖZ UÇAR YAZI KALIR DERLER YA DOĞRU ARŞİVLER ÖNEMLİ TABİ YOK EDİLMEDİLERSE…. Milletlerin tarihlerinde ideolojik yaklaşımlar,dedikodular,yalanlar,efsaneler olması doğaldır. Bunlar tarihin yapısında olan  ve hiçbir şekilde engellenmesi mümkün olmayan, tarihin tuzu biberi öğelerdir. Dedikodusuz tarih olmaz. İnsan yazarken kendisinden de bir şey katar,abartır,uydurur ama bu dedikodunun  bir seviyesi ve üslubu vardır. Herkeste bunun dedikodu olduğunu bildiği için ona göre yaklaşır fazla üzerinde durmaz. Dedikodu tarihin tuzu biberidir.Tarihte ideolojik yaklaşımlar da belli sınırlar dahilinde normal karşılanabilir. Çünkü siyaset ve tarih birbirinden ayrılamaz. İnsanlık tarihi her zaman siyasi meseleler üzerine yazıldığı için tarihçinin siyasi görüşüne göre de farklı yorum ve düşünceler olabilir fakat bu da dedikodu gibi belli bir sınır ve seviye içinde normaldir. Eğer ideolojik yaklaşımın ayarı doğru yapılamazsa yazılan şey tarih değil siyasi kitap olur.Her milletin tarihinde ideolojik yaklaşım ve dedikodu belli ölçüde vardır fakat bizim kadar tarihine dedikodu ve siyaset bulaştırmış bir millet daha yoktur. Neyin gerçek, neyin yalan olduğu  belli olmayan bir ortamda havanda su döver gibi yapılan tartışmalarla insanların beyni sulandırılmaktadır. Özellikle Cumhuriyet sonrası tarih yazımındaki bu karışıklık felaket boyutlara ulaşmıştır. İdeolojik yaklaşımlar Osmanlı tarihçisi, cumhuriyet tarihçisi gibi sınıflar oluşturmuş ve aralarında derin uçurumlar yaratmıştır. Osmanlıyı övmek için Cumhuriyeti yerin dibine sokmak ya da tam tersi Cumhuriyeti övmek için Osmanlıyı yerin dibine sokmak anlayışı tarihçiden sokaktaki insana herkesin zihnine yerleşmiştir. Tarihi bir bilim olmaktan çıkarıp gladyatör dövüşlerinin yapıldığı bir arenaya çevirirseniz hem bilime hem de geçmişinize büyük darbe indirmiş olursunuz. Bu sakat yaklaşımın kimseye faydası yoktur. Osmanlıyı övmek için Cumhuriyeti kötülemek gerekmiyor. Osmanlı tarihinin buna ihtiyacı da yoktur. 600 yıllık tarihiyle dünya tarihine damga vurmuş bir devleti  büyük göstermeye gerek yok. Aynı şekilde Cumhuriyeti övmek için de Osmanlıyı kötülemek gerekmiyor. Gerek kurtuluş savaşında gerekse cumhuriyet sonrası Atatürk ve silah arkadaşlarının yaptıkları dünya tarihine ”Türk mucizesi” olarak geçmiştir.  Bunun üstüne fazladan bir söz söylemeye gerek var mı? İdeolojik yaklaşımlara ve dedikodulara en çok kurban edilen tarihi konulardan birisi de Kurtuluş savaşıdır. Neyin doğru, neyin yalan olduğu o kadar birbirine karışmıştır ki doğrularla yanlışları ayırmaya çalışmak cidden çok zordur. Bu kadar yalana bulaşmasının nedeni Kurtuluş savaşının bir devrim gerçekleştirmesidir. 600 yıllık saltanat kurtuluş savaşıyla sona ermiş, millet egemenliği kendi üstüne almış, ümmet, tebaa anlayışı yıkılmış iktidar gökten millete verilmiştir.Neden?Allah kullarına yalnız bana itaat edin der,ortak kabul etmez,denklik haşaaa…Size her şeyi vadeden ve veren benim o halde yalnız bana kulluk edin der. Bu yüzden eskiyle yeni arasında bir kavga bugüne kadar sürmüştür. Görünüşe bakılırsa bu kavga daha uzun yıllar olacak. Kurtuluş savaşında en temel kutuplaşma Vahdettin ve Atatürk arasında olmuştur. Vahdettin Osmanlıyı, saltanatı, cumhuriyet karşıtlığının sembolü haline getirilmiştir. Atatürk ise Osmanlı karşıtlarının sembolüdür. Tüm Atatürkçüleri bu sınıfa sokmuyorum. Özellikle Osmanlı karşıtı olan sözde cumhuriyetçiler için Atatürk Osmanlı karşıtı bir semboldür. Atatürk ve Vahdettin arasındaki kutuplaşmada öyle yalanlar uydurulmuştur ki yalanın eni boyunu tutmuyor. Bu yalan ve çelişkilerin bazılarını teker teker açıklamak istiyorum. Yazacaklarımın hepsi hepimizin bildiği ama pek azımızın sorguladığı şeyler. Şimdi sırayla bu çelişkilerden bahsetmek istiyorum. Vahdettin ve Atatürk hakkındaki en büyük çelişkilerden biri kurtuluş savaşını Vahdettin’in başlattığı iddiasıdır.Bu açıklamayı nutuk mesajlarında çürüttüğüm için ayrıntısına tekrardan girmeyeceğim. Bu kez bu iddiayı savunanların traji komik durumlarından bahsedeceğim. Şu 3 cümleyi aynı kişinin söylemesi sizce mümkün mü? Atatürk’ü Vahdettin vatanı kurtarsın diye yolladı Atatürk vatanı kurtarmadı ki kurtuluş savaşı hiç olmadı Atatürk vatanı tek başına mı kurtardı Sizin de kafanız karıştı değil mi? Atatürk’ü Vahdettin ‘’vatanı kurtarması için’’ yollamışsa kurtuluş savaşı nasıl yalan oluyor? O zaman Vahdettin Atatürk’ü nereye yolladı?  Vahdettin ’’vatanı kurtarması’’ için yollamışsa ve Atatürk’te sözde kendisine verilen vazifeyi başarmışsa Atatürk vatanı kurtarmış olmuyor mu?; Bunu da geçtim Atatürk tek başına kurtarmamışsa Vahdettin neden umudunu bir kişiye bağlayıp vatanı kurtarması için yollamış? Bu kadar basit bir şey mi? ‘’Paşam hadi bir vatanı kurtar da gel’’ Hem bu kadar saçma bir iddiayı ortaya atıp kurtuluş savaşını padişahın Atatürk’e verdiği sıradan bir görev gibi basitleştireceksiniz hem de ‘’Atatürk tek başına mı kurtardı’’ diyerek kurtuluş savaşının bir kişinin kazanamayacağı kadar zor bir savaş olduğunu söyleyeceksiniz.  Bu saçma iddianın neresinden tutsan elinde kalır ama yıllardır bu kısır tartışma sürüp gidiyor. Kimse de çıkıp bu ne saçmalıktır demiyor. Atatürk ve Vahdettin arasındaki diğer çelişkilerden birisi de ’’Vahdettin’in Anadolu’ya yolladığı altınlar’’ konusudur. Farklı kitaplar da o kadar uçuk rakamlar veriliyor ki iki rakam arasında bu kadar fark olamaz. Kimi kitaplarda 40 bin altın diyor. Kimi kitaplarda 1 milyon altın diyor. Bu nasıl bir fark? Hadi biz yine 40 bin altını doğru kabul edelim. 1 Osmanlı altını ortalama 8 gramdır. 40 bin altın 320 kg yapar. Bu kadar ağır bir yük Anadolu’ya nasıl yollanmış? Onun açıklaması yok. Kaç sandıkla yollanmış? Bunun da açıklaması yok. Vahdettin bu kadar altın yolladıysa neden ‘’Tekalif-i milliye kanunu’’ çıkarılıp her aileden askere bir çift çorap istendi? Neden silah ve cephane sıkıntısı çekildi? Bunların da açıklaması yok ama Vahdettin Anadolu’ya 40 bin hatta 1 milyon altın yollamış. Bu saçma yalan da yıllardır hem kitaplarda hem tartışma programlarında defalarca tartışıldı.. Vahdettin ve Atatürk arasındaki belki de en komik çelişki ikisinin arasında sözde gizli bir anlaşma olduğu iddiasıdır. Bu iddiaya göre Atatürk ve Vahdettin arasında gizli bir anlaşma varmış ve Vahdettin’in yaptığı her şey bir oyunmuş. Aralarındaki anlaşma gereği bir senaryoymuş. Düşününce çok fantastik geliyor değil mi? Padişah bir paşasını vatanı kurtarması için Anadolu’ya yolluyor, aralarında anlaşma yapıyorlar ve düşmana gizli bir oyun oynuyorlar. Vahdettin Anadolu’ya düşman görünüyor İtilaf devletleri ne derse yapıyor Atatürk’te Vahdettin’e düşman gibi görünüyor. Gerçekten bir film senaryosu olarak romantik sayılabilir ama tarihi açıdan kocaman bir saçmalıktır. Böyle bir anlaşmayı küçük çocuklar bile yapmaz. Bu nasıl bir anlaşma?  Memleket işgal altında ve bu ortamda padişahla Atatürk şakacıktan birbirine karşıt oluyor. Sonra da Atatürk oyun bozanlık yapıp Cumhuriyeti ilan ediyor.Bu iddiadaki asıl amaç Vahdettin’in tüm icraatlarına toptan bir kılıf uydurmaktır. Vahdettin vatanı Neron gibi yakmış bile olsa ‘’efendim bu da oyunun parçasıydı’’ denilebilecek kadar esnek bir iddia. Bunun da nedeni diğer çelişkiler gibi belge gösterememe çaresizliğidir. Belge olmayınca bu tarz senaryolar üretiliyor. İşin garibi senaryo gerçeğin ta kendisi gibi gösteriliyor.  Bu saçma iddia da yıllardır yazıldı çizildi konuşuldu ve hala konuşulmaya devam ediyor. Bir milletin tarihi bu kadar yalana, iftiraya bulaşmamalı. Tarih siyasete kurban edildiği sürece kurtuluş savaşı hiçbir zaman tam olarak anlatılamayacak. Cumhuriyette, Osmanlı da bu milletin tarihidir ve ikisi de hatalarıyla başarılarıyla tarihteki yerini almıştır. Yalan iddialarla bir kişiyi yüceltmeye, diğerini küçültmeye çalışmak boş bir çabadır. Siz ne derseniz diyin tarihi şahsiyetler tarihteki yerini size sormadan almıştır. Bunu isteseniz de değiştiremezsiniz. Tarih her zaman kendi yasasını uygular ve her yalan bir gün mutlaka tarihin çöplüğüne atılır.  Tarihle ilgili o kadar yalan, iftira uydurulmuştur ki bunları bir kitapta toplasak bir kitaplığı dolduracak kadar cilt olur.  Bu yalanlardan en fazlası Atatürk’ü küçültmek için uydurulan genellikle de şahsına yönelik iftiralardır. Örneğin soyunun belli olmadığı, alkolik olduğu, dine karşı düşman takındığı gibi tamamen şahsına yönelik iftiralar… Bir kısmı da tarihe hain olarak geçen isimleri vatansever ilan ederek yüceltmeye yönelik uydurulan iftiralardır. Bu iftiralara ”gayri resmi tarih” diye bir de isim uyduruyorlar. Resmi tarih yalaaann propagandası altında yeni baştan yazılan alternatif bir tarih çalışması… Peki nedir bu alternatif? Resmi tarih ne diyorsa tam tersini söylemek, kahramanları, hain hainleri ise kahraman ilan etmek. Kısaca gayri resmi tarih tarihin ters yüz edilmesinden başka bir şey değildir. Sürekli bir yalana ihtiyaç duyar ve bu sözde yalan üzerinden bir tarih yazar. Bu yalanların en çok toplandığı kişilerden birisi de Vahdettindir. Cumhuriyet kurulduğundan beri hakkında o kadar çok yalan uyduruldu ki tarihte bir insan hakkında bu kadar yalan uydurulduğu çok nadirdir. Aslında işin trajikomik tarafı uydurdukları yalanların ilkokul çocuğunun yaş seviyesinde olduğu halde bunların yıllardır konuşulmasıdır. Bu da bizim farkımız olsa gerek…Vahdettin hakkında uydurulan en büyük yalanlardan biri onun Cumhuriyet sonrası hain ilan edildiği yalanıdır. Sözde bu iddiayla ”siyasi mağdur” olarak gösterilmeye çalışılmakta ve tamamen ideolojik bir yaklaşım gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.  ”Cumhuriyetin kurulması için Osmanlı’nın reddedilmesi gerekiyordu’‘ diyenlerin diğer yandan ”Cumhuriyet Osmanlı’nın devamıdır” demesi komedi değil de nedir? Hem Cumhuriyet için redd-i miras şartını koyacaksın hem de Cumhuriyet Osmanlı’nın devamıdır diyeceksin. Cumhuriyet Osmanlı’nın devamıysa redd-i miras nerede? Burada asıl amaç Vahdettin’i aklamaktır. Cumhuriyetten sonra devletin Fatihle Kanuniyle bir sorunu olmadı. Osmanlıyla ilgili kim kötülendi? Son padişah Vahdettin. O halde bu iddianın doğrusu şöyle olmalıdır: ”Cumhuriyetin ilan edilmesi için Vahdettin’in hain ilan edilmesi gerekiyordu” Bu iddia hem mantıken hem de tarihi gerçeklerle yalandır. Cumhuriyetin kalıcı olması için neden Vahdettin’in kötülenmesi gerekli olsun ki ? Vahdettin yurtdışına kaçtığında Cumhuriyet ilan edilmemişti bile. Cumhuriyetin ilanıyla Vahdettin’in kaçışı arasında yaklaşık 1 yıl var. Cumhuriyet ilan edildiğinde ülkede kötülenecek ne bir padişah var ne de Cumhuriyete tehlike olabilecek bir padişah karizması var. Bu durumda Cumhuriyet neden Vahdettin’i hain ilan etme ihtiyacı duysun? Ülkeden sessiz sedasız gittiğinde ülke karışmadı. Millet padişahımızı isteriz diye sokaklara dökülmedi arkasından ağlanmadı. Çünkü Vahdettin Cumhuriyet öncesi hain ilan edilmiştir. Buna bir kaç örnek vermek gerekirse 23 Nisan 1921 tarihli toplantıda İstanbul Mebusu Neşet Bey, Vahdettin için “kahrolsun” ifadesini kullanmış, Aynı Neşet Bey, 9 Temmuz 1921 tarihli toplantıda da “domuz” tabirini kullanmıştır. Tunalı Hilmi Bey, Vahdettin’e “taçlı hain” demiştir. Diyarbakır Mebusu Hacı Şükrü Bey ise meclise verdiği bir önergede padişahı şeytandan daha kötü olarak nitelendirerek, Müslümanların besmeleyle padişahı taşlamalarını önermiştir. Saltanatın kaldırıldığı gün meclis konuşmalarında Kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy’un Vahdettin hakkındaki sözleri  o günlerdeki durumu daha iyi gösteriyor. K.Karabekir Paşa (Edirne): “Kötü ruhlar (aslı: ervah-ı habise) gibi karşımıza çıkan bu adamlar, İstiklal Savaşı’nın başlangıcında, doğudaki en uzak köşelere kadar fesat ellerini salmasalardı, hatta benim birliklerimin, karargâhımın içine kadar Ferit Paşa mel’unu zehirli mektuplar göndermemiş olsaydı, bu şerefli günlere iki yıl önce kavuşurduk. Bunlar idrakten, vicdandan yoksun birtakım insanlar… TBMM’nin kesin emriyle ve ilk fırsatta, İstiklal Mahkemesi ile bu adamlara gereken işlemi yapalım. Tevfik Paşa, ‘eğer Bab-ı Âli barış konferansına gitmezse, bunun İslam aleminde büyük etki yapacağını’ yazıyor. Genel Savaşta cihad ilan edilmiş iken, kendi şahsım adına ve kumandan olarak söylüyorum, gerek Çanakkale’de, gerek Irak’ta sürekli İslam askerleri ile savaşmak zorunda kaldım. Halbuki bugün, İstiklal Muharebesini yaparken ve İstanbul aleyhimize bir cihat fetvası çıkarmış iken, doğuda İslam, ellerini bize, Anadolu milletine uzatmış ve İstanbul hükümetini lanetlemiştir. Bütün şehitlerimiz, bütün gazilerimiz, ayakları, bacakları kopmuş kardeşlerimiz, bu adamları lanetliyorlar.” (I.Dönem Zabıt Ceridesi, 24.C., s.280)   Ali Fuat Paşa (Cebesoy, Ankara): “Hâlâ İstanbul entrikası son bulmuyor. Bence düşmanların da sonuncusu (Vahidettin) bugün halledilmelidir!” (I.Dönem Zabıt Ceridesi, 24.C., s.286) Bu iddianın ne kadar komik ve temelsiz olduğu  ortadadır. Hala bu iddianın konuşulması bizim ayıbımızdır. Eğer tarihi doğru okuyabilmiş olsaydık ve araştırsaydık bu kadar saçma bir iddia yıllardır konuşulmazdı. ”Ecevit hain değildi dedi o yüzden hain değildir” diye abuk sabuk savunmalar olmazdı. Vahdettin hakkındaki en büyük çelişkilerden birisi de Atatürk’ün Samsun’a gitme mevzusudur. Sözde Atatürk’ü Vahdettin vatanı kurtarsın diye Samsun’a yollamıştır. Sonra ne olduysa bu iddia dışında yeni bir iddia daha ortaya attılar. Atatürk’ü İngilizler Samsun’a yolladı demeye başladılar. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Yıllardır Vahdettin yolladı diyerek Vahdettin üzerinden Atatürk’ün Samsun’a gidişini kutsayanlar şimdi de yıllardır Vahdettin’i övdükleri konuyu ”İngiliz oyunu” olarak gösteriyorlar.  O halde Vahdettin İngiliz işbirlikçisi olmuyor mu?  Vahdettin yollamamış mıydı? Şimdi ne oldu? Bu söylem değişikliğinin nedeni basit. Murat Bardakçı Şahbaba kitabında ”Samsun belgelerini” yayınlayana kadar bir çok insan Atatürk’ün Samsun’a İngiliz vizesiyle gittiğini bilmiyordu.  Aslında yıllardır bilinen ama popüler olmayan bir gerçekti. Murat Bardakçı gibi bilinen bir gazeteci  yayınlayınca herkes  gizli bir bilgiyi öğrendiğini zannetti. Bu havayı biraz da Murat Bardakçı yarattı. Her defasında ”ilk kez ben yayınladım” diyince insanlar devletin gizlediği tehlikeli bir bilgiyi yayınladığını düşündü. Tabi ki en başta Atatürk düşmanları…Cumhuriyetin kurulduğundan beri Atatürk islamı sattı İngilizlerle işbirliği yaptı yalanlarına bir kanıt gerekiyordu. Şahbaba kitabı onlar için bulunmaz bir fırsat oldu. Madem ki Atatürk İngiliz vizesiyle gitmiş o zaman Atatürk kesin İngiliz ajanıydı. Bu belgeye mal bulmuş mağribi gibi atladılar ama yıllardır ”Atatürk’ü Vahdettin yolladı” diye salladıklarını unuttular.. Şimdi soruyorum Atatürk İngilizlerin yolladığı ajan mı? yoksa Vahdettin’in yolladığı Osmanlı paşası mı? bir karar verin hangisi? Vahdettin hakkında uydurulan benim de en çok güldüğüm iddialardan biri Vahdettin İngilizleri oyaladı iddiasıdır. Sözde İngilizler ne derse peki diyerek onları oyalamış.  Bu nasıl bir oyalama Allah aşkına? Bu yalanlarını da diğer iddiaları gibi unutarak yeni bir iddia daha ortaya attılar. Bu iddiaya göre Atatürk Bandırma gemisiyle giderken İngilizler neden batırmamış? Bu iddia da Atatürk İngiliz ajanıydı yalanının ikinci ayağı.  Atatürk hem İngiliz vizesiyle gitmiş hem de gemiyi batırmamışlar eee Atatürk İngiliz ajanı işte bak yoksa gemiyi batırmazlar mıydı? diyorlar.  Birincisi Atatürk Samsun’a giderken İngilizler çok ihtiyatlı davranmışlar ve gemiyi kontrol etmişlerdir. İkincisi Vahdettin İngilizleri kandırdı Atatürk’ü vatanı kurtarsın diye yolladı diyen siz değil misiniz? İngilizleri kandırdıysa neden İngilizler Bandırma gemisini batırsınlar? Madem İngilizleri  kandıtrmış o halde İngilizlerin vize vermesi de Atatürk’ün İngiliz ajanı olması değil de Vahdettin’in başarısı olmuyor mu?  Yoksa yine mi yalan söylüyorsunuz? Vahdettin İngilizleri kandırmamış mıydı? Vahdettini savunanların en büyük silahları da acındırma taktiğidir. İşlerine gelmeyince  ”Vahdettin esirdi ne yapabilirdi ki” iddiasını ortaya atarlar. Vahdettini bu şekilde çaresiz bir adam yerine koyanlar aynı zamanda onu kurtuluş savaşı kahramanı ilan etmiyor mu? Elinden bir şey gelmeyen birisi nasıl Kurtuluş savaşı kahramanı olabilir? Bu iddiaları İngilizler hilafeti kaldırma sözü alıp gitti iddiasını da çürütüyor. Elinden bir şey gelmeyen çaresiz bir halifeden İngilizler neden çekinsin? Neden hilafetin kaldırılmasını istesinler? 1. Dünya savaşında korkmadıkları halifeden esir olunca mı korkacaklar?  Yobaz her iddiasında olduğu gibi bu iddiasında da kendisiyle çelişiyor. Bir insanı hem acındırmak hem yüceltmek bizim yobazlarımıza ait bir özellik. Vahdettin aslan mı kedi yavrusu mu bir karar verin artık.Tarih doğru işlenmediği sürece bu tarz saçma yalanlar yazılıp  çizilmeye, gerçekmiş gibi anlatılmaya devam edecektir. Tarih bir intikam alma aracı değildir. Atatürk düşmanlarının en temel hatası tarihe intikam alma hırsıyla yaklaşmalarıdır. Atatürk’ten intikam almak için yüzlerce iddia ortaya attılar atmaya da devam ediyorlar ama intikam gözlerini o kadar kör etmiş ki her yalanları başka yalanlarıyla çelişiyor. Çünkü okumuyorlar araştırmıyorlar belge koyamıyorlar. Bu yüzden her yobaz yazar başka bir şey yazınca ortaya böyle saçmalıklar çıkıyor. Ne kadar uydururlarsa uydursunlar tarihi gerçekler hiçbir zaman ilelebet çarpıtılamaz.“Dünyanın yarısını her zaman ve dünyanın hepsini bir zaman aldatmak mümkündür; fakat bütün dünyayı her zaman aldatmak mümkün değildir.”der/ Mustafa Kemal ATATÜRK…doğru der..hele şunu da bir cevaplayın hdp den neden sadece 1 kişi çıkıyor sadece hayır diyor diğerleri nerede?İnsanlara bir şey soruyorsanız,cevabına da saygı duyacaksınız..herşeye bir kılıf uydurmak, fakat bu kez uydurulan kılıf gerçekten çok uçuktu..sorma kardeşim o zaman.her hayır diyen vatan haini ise senin yaptığın ne? Biz hiçbir zaman birbirimize saygısız olmamıştık,biz hiçbir zaman birbirimize ihanet etmemiştik,biz hiçbir zaman birbirimize zarar vermemiştik…Şimdi ise sadece yollara,binalara aldanıp her şeyimizi iblise teslim ettik ağır bir sınavdı kaybettik…sonuç ise ilahi karar…Hüküm yalnızca Allah ındır.  
Ekleme Tarihi: 17 Şubat 2017 - Cuma
Puna GÜLEÇÖZ

SÜREKLİ OLARAK ŞEKİLLENDİRİLEN TARİHLER

PEKİ GERÇEKLER NEDİR?SÖZ UÇAR YAZI KALIR DERLER YA DOĞRU ARŞİVLER ÖNEMLİ TABİ YOK EDİLMEDİLERSE….

Milletlerin tarihlerinde ideolojik yaklaşımlar,dedikodular,yalanlar,efsaneler olması doğaldır. Bunlar tarihin yapısında olan  ve hiçbir şekilde engellenmesi mümkün olmayan, tarihin tuzu biberi öğelerdir. Dedikodusuz tarih olmaz. İnsan yazarken kendisinden de bir şey katar,abartır,uydurur ama bu dedikodunun  bir seviyesi ve üslubu vardır. Herkeste bunun dedikodu olduğunu bildiği için ona göre yaklaşır fazla üzerinde durmaz. Dedikodu tarihin tuzu biberidir.Tarihte ideolojik yaklaşımlar da belli sınırlar dahilinde normal karşılanabilir. Çünkü siyaset ve tarih birbirinden ayrılamaz. İnsanlık tarihi her zaman siyasi meseleler üzerine yazıldığı için tarihçinin siyasi görüşüne göre de farklı yorum ve düşünceler olabilir fakat bu da dedikodu gibi belli bir sınır ve seviye içinde normaldir. Eğer ideolojik yaklaşımın ayarı doğru yapılamazsa yazılan şey tarih değil siyasi kitap olur.Her milletin tarihinde ideolojik yaklaşım ve dedikodu belli ölçüde vardır fakat bizim kadar tarihine dedikodu ve siyaset bulaştırmış bir millet daha yoktur. Neyin gerçek, neyin yalan olduğu  belli olmayan bir ortamda havanda su döver gibi yapılan tartışmalarla insanların beyni sulandırılmaktadır. Özellikle Cumhuriyet sonrası tarih yazımındaki bu karışıklık felaket boyutlara ulaşmıştır. İdeolojik yaklaşımlar Osmanlı tarihçisi, cumhuriyet tarihçisi gibi sınıflar oluşturmuş ve aralarında derin uçurumlar yaratmıştır. Osmanlıyı övmek için Cumhuriyeti yerin dibine sokmak ya da tam tersi Cumhuriyeti övmek için Osmanlıyı yerin dibine sokmak anlayışı tarihçiden sokaktaki insana herkesin zihnine yerleşmiştir.

Tarihi bir bilim olmaktan çıkarıp gladyatör dövüşlerinin yapıldığı bir arenaya çevirirseniz hem bilime hem de geçmişinize büyük darbe indirmiş olursunuz. Bu sakat yaklaşımın kimseye faydası yoktur. Osmanlıyı övmek için Cumhuriyeti kötülemek gerekmiyor. Osmanlı tarihinin buna ihtiyacı da yoktur. 600 yıllık tarihiyle dünya tarihine damga vurmuş bir devleti  büyük göstermeye gerek yok. Aynı şekilde Cumhuriyeti övmek için de Osmanlıyı kötülemek gerekmiyor. Gerek kurtuluş savaşında gerekse cumhuriyet sonrası Atatürk ve silah arkadaşlarının yaptıkları dünya tarihine ”Türk mucizesi” olarak geçmiştir.  Bunun üstüne fazladan bir söz söylemeye gerek var mı? İdeolojik yaklaşımlara ve dedikodulara en çok kurban edilen tarihi konulardan birisi de Kurtuluş savaşıdır. Neyin doğru, neyin yalan olduğu o kadar birbirine karışmıştır ki doğrularla yanlışları ayırmaya çalışmak cidden çok zordur. Bu kadar yalana bulaşmasının nedeni Kurtuluş savaşının bir devrim gerçekleştirmesidir. 600 yıllık saltanat kurtuluş savaşıyla sona ermiş, millet egemenliği kendi üstüne almış, ümmet, tebaa anlayışı yıkılmış iktidar gökten millete verilmiştir.Neden?Allah kullarına yalnız bana itaat edin der,ortak kabul etmez,denklik haşaaa…Size her şeyi vadeden ve veren benim o halde yalnız bana kulluk edin der. Bu yüzden eskiyle yeni arasında bir kavga bugüne kadar sürmüştür. Görünüşe bakılırsa bu kavga daha uzun yıllar olacak.

Kurtuluş savaşında en temel kutuplaşma Vahdettin ve Atatürk arasında olmuştur. Vahdettin Osmanlıyı, saltanatı, cumhuriyet karşıtlığının sembolü haline getirilmiştir. Atatürk ise Osmanlı karşıtlarının sembolüdür. Tüm Atatürkçüleri bu sınıfa sokmuyorum. Özellikle Osmanlı karşıtı olan sözde cumhuriyetçiler için Atatürk Osmanlı karşıtı bir semboldür. Atatürk ve Vahdettin arasındaki kutuplaşmada öyle yalanlar uydurulmuştur ki yalanın eni boyunu tutmuyor. Bu yalan ve çelişkilerin bazılarını teker teker açıklamak istiyorum. Yazacaklarımın hepsi hepimizin bildiği ama pek azımızın sorguladığı şeyler. Şimdi sırayla bu çelişkilerden bahsetmek istiyorum.

Vahdettin ve Atatürk hakkındaki en büyük çelişkilerden biri kurtuluş savaşını Vahdettin’in başlattığı iddiasıdır.Bu açıklamayı nutuk mesajlarında çürüttüğüm için ayrıntısına tekrardan girmeyeceğim. Bu kez bu iddiayı savunanların traji komik durumlarından bahsedeceğim. Şu 3 cümleyi aynı kişinin söylemesi sizce mümkün mü?

Atatürk’ü Vahdettin vatanı kurtarsın diye yolladı

Atatürk vatanı kurtarmadı ki kurtuluş savaşı hiç olmadı

Atatürk vatanı tek başına mı kurtardı

Sizin de kafanız karıştı değil mi? Atatürk’ü Vahdettin ‘’vatanı kurtarması için’’ yollamışsa kurtuluş savaşı nasıl yalan oluyor? O zaman Vahdettin Atatürk’ü nereye yolladı?  Vahdettin ’’vatanı kurtarması’’ için yollamışsa ve Atatürk’te sözde kendisine verilen vazifeyi başarmışsa Atatürk vatanı kurtarmış olmuyor mu?; Bunu da geçtim Atatürk tek başına kurtarmamışsa Vahdettin neden umudunu bir kişiye bağlayıp vatanı kurtarması için yollamış? Bu kadar basit bir şey mi? ‘’Paşam hadi bir vatanı kurtar da gel’’ Hem bu kadar saçma bir iddiayı ortaya atıp kurtuluş savaşını padişahın Atatürk’e verdiği sıradan bir görev gibi basitleştireceksiniz hem de ‘’Atatürk tek başına mı kurtardı’’ diyerek kurtuluş savaşının bir kişinin kazanamayacağı kadar zor bir savaş olduğunu söyleyeceksiniz.  Bu saçma iddianın neresinden tutsan elinde kalır ama yıllardır bu kısır tartışma sürüp gidiyor. Kimse de çıkıp bu ne saçmalıktır demiyor. Atatürk ve Vahdettin arasındaki diğer çelişkilerden birisi de ’’Vahdettin’in Anadolu’ya yolladığı altınlar’’ konusudur. Farklı kitaplar da o kadar uçuk rakamlar veriliyor ki iki rakam arasında bu kadar fark olamaz. Kimi kitaplarda 40 bin altın diyor. Kimi kitaplarda 1 milyon altın diyor. Bu nasıl bir fark? Hadi biz yine 40 bin altını doğru kabul edelim. 1 Osmanlı altını ortalama 8 gramdır. 40 bin altın 320 kg yapar. Bu kadar ağır bir yük Anadolu’ya nasıl yollanmış? Onun açıklaması yok. Kaç sandıkla yollanmış? Bunun da açıklaması yok. Vahdettin bu kadar altın yolladıysa neden ‘’Tekalif-i milliye kanunu’’ çıkarılıp her aileden askere bir çift çorap istendi? Neden silah ve cephane sıkıntısı çekildi? Bunların da açıklaması yok ama Vahdettin Anadolu’ya 40 bin hatta 1 milyon altın yollamış. Bu saçma yalan da yıllardır hem kitaplarda hem tartışma programlarında defalarca tartışıldı.. Vahdettin ve Atatürk arasındaki belki de en komik çelişki ikisinin arasında sözde gizli bir anlaşma olduğu iddiasıdır. Bu iddiaya göre Atatürk ve Vahdettin arasında gizli bir anlaşma varmış ve Vahdettin’in yaptığı her şey bir oyunmuş. Aralarındaki anlaşma gereği bir senaryoymuş. Düşününce çok fantastik geliyor değil mi? Padişah bir paşasını vatanı kurtarması için Anadolu’ya yolluyor, aralarında anlaşma yapıyorlar ve düşmana gizli bir oyun oynuyorlar. Vahdettin Anadolu’ya düşman görünüyor İtilaf devletleri ne derse yapıyor Atatürk’te Vahdettin’e düşman gibi görünüyor. Gerçekten bir film senaryosu olarak romantik sayılabilir ama tarihi açıdan kocaman bir saçmalıktır. Böyle bir anlaşmayı küçük çocuklar bile yapmaz. Bu nasıl bir anlaşma?  Memleket işgal altında ve bu ortamda padişahla Atatürk şakacıktan birbirine karşıt oluyor. Sonra da Atatürk oyun bozanlık yapıp Cumhuriyeti ilan ediyor.Bu iddiadaki asıl amaç Vahdettin’in tüm icraatlarına toptan bir kılıf uydurmaktır. Vahdettin vatanı Neron gibi yakmış bile olsa ‘’efendim bu da oyunun parçasıydı’’ denilebilecek kadar esnek bir iddia. Bunun da nedeni diğer çelişkiler gibi belge gösterememe çaresizliğidir. Belge olmayınca bu tarz senaryolar üretiliyor. İşin garibi senaryo gerçeğin ta kendisi gibi gösteriliyor.  Bu saçma iddia da yıllardır yazıldı çizildi konuşuldu ve hala konuşulmaya devam ediyor. Bir milletin tarihi bu kadar yalana, iftiraya bulaşmamalı. Tarih siyasete kurban edildiği sürece kurtuluş savaşı hiçbir zaman tam olarak anlatılamayacak. Cumhuriyette, Osmanlı da bu milletin tarihidir ve ikisi de hatalarıyla başarılarıyla tarihteki yerini almıştır. Yalan iddialarla bir kişiyi yüceltmeye, diğerini küçültmeye çalışmak boş bir çabadır. Siz ne derseniz diyin tarihi şahsiyetler tarihteki yerini size sormadan almıştır. Bunu isteseniz de değiştiremezsiniz. Tarih her zaman kendi yasasını uygular ve her yalan bir gün mutlaka tarihin çöplüğüne atılır.

 Tarihle ilgili o kadar yalan, iftira uydurulmuştur ki bunları bir kitapta toplasak bir kitaplığı dolduracak kadar cilt olur.  Bu yalanlardan en fazlası Atatürk’ü küçültmek için uydurulan genellikle de şahsına yönelik iftiralardır. Örneğin soyunun belli olmadığı, alkolik olduğu, dine karşı düşman takındığı gibi tamamen şahsına yönelik iftiralar… Bir kısmı da tarihe hain olarak geçen isimleri vatansever ilan ederek yüceltmeye yönelik uydurulan iftiralardır. Bu iftiralara ”gayri resmi tarih” diye bir de isim uyduruyorlar. Resmi tarih yalaaann propagandası altında yeni baştan yazılan alternatif bir tarih çalışması… Peki nedir bu alternatif? Resmi tarih ne diyorsa tam tersini söylemek, kahramanları, hain hainleri ise kahraman ilan etmek. Kısaca gayri resmi tarih tarihin ters yüz edilmesinden başka bir şey değildir. Sürekli bir yalana ihtiyaç duyar ve bu sözde yalan üzerinden bir tarih yazar. Bu yalanların en çok toplandığı kişilerden birisi de Vahdettindir. Cumhuriyet kurulduğundan beri hakkında o kadar çok yalan uyduruldu ki tarihte bir insan hakkında bu kadar yalan uydurulduğu çok nadirdir. Aslında işin trajikomik tarafı uydurdukları yalanların ilkokul çocuğunun yaş seviyesinde olduğu halde bunların yıllardır konuşulmasıdır. Bu da bizim farkımız olsa gerek…Vahdettin hakkında uydurulan en büyük yalanlardan biri onun Cumhuriyet sonrası hain ilan edildiği yalanıdır. Sözde bu iddiayla ”siyasi mağdur” olarak gösterilmeye çalışılmakta ve tamamen ideolojik bir yaklaşım gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.  ”Cumhuriyetin kurulması için Osmanlı’nın reddedilmesi gerekiyordu’‘ diyenlerin diğer yandan ”Cumhuriyet Osmanlı’nın devamıdır” demesi komedi değil de nedir? Hem Cumhuriyet için redd-i miras şartını koyacaksın hem de Cumhuriyet Osmanlı’nın devamıdır diyeceksin. Cumhuriyet Osmanlı’nın devamıysa redd-i miras nerede? Burada asıl amaç Vahdettin’i aklamaktır. Cumhuriyetten sonra devletin Fatihle Kanuniyle bir sorunu olmadı. Osmanlıyla ilgili kim kötülendi? Son padişah Vahdettin. O halde bu iddianın doğrusu şöyle olmalıdır: ”Cumhuriyetin ilan edilmesi için Vahdettin’in hain ilan edilmesi gerekiyordu” Bu iddia hem mantıken hem de tarihi gerçeklerle yalandır. Cumhuriyetin kalıcı olması için neden Vahdettin’in kötülenmesi gerekli olsun ki ? Vahdettin yurtdışına kaçtığında Cumhuriyet ilan edilmemişti bile. Cumhuriyetin ilanıyla Vahdettin’in kaçışı arasında yaklaşık 1 yıl var. Cumhuriyet ilan edildiğinde ülkede kötülenecek ne bir padişah var ne de Cumhuriyete tehlike olabilecek bir padişah karizması var. Bu durumda Cumhuriyet neden Vahdettin’i hain ilan etme ihtiyacı duysun? Ülkeden sessiz sedasız gittiğinde ülke karışmadı. Millet padişahımızı isteriz diye sokaklara dökülmedi arkasından ağlanmadı. Çünkü Vahdettin Cumhuriyet öncesi hain ilan edilmiştir. Buna bir kaç örnek vermek gerekirse 23 Nisan 1921 tarihli toplantıda İstanbul Mebusu Neşet Bey, Vahdettin için “kahrolsun” ifadesini kullanmış, Aynı Neşet Bey, 9 Temmuz 1921 tarihli toplantıda da “domuz” tabirini kullanmıştır. Tunalı Hilmi Bey, Vahdettin’e “taçlı hain” demiştir. Diyarbakır Mebusu Hacı Şükrü Bey ise meclise verdiği bir önergede padişahı şeytandan daha kötü olarak nitelendirerek, Müslümanların besmeleyle padişahı taşlamalarını önermiştir. Saltanatın kaldırıldığı gün meclis konuşmalarında Kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy’un Vahdettin hakkındaki sözleri  o günlerdeki durumu daha iyi gösteriyor.

K.Karabekir Paşa (Edirne): “Kötü ruhlar (aslı: ervah-ı habise) gibi karşımıza çıkan bu adamlar, İstiklal Savaşı’nın başlangıcında, doğudaki en uzak köşelere kadar fesat ellerini salmasalardı, hatta benim birliklerimin, karargâhımın içine kadar Ferit Paşa mel’unu zehirli mektuplar göndermemiş olsaydı, bu şerefli günlere iki yıl önce kavuşurduk. Bunlar idrakten, vicdandan yoksun birtakım insanlar… TBMM’nin kesin emriyle ve ilk fırsatta, İstiklal Mahkemesi ile bu adamlara gereken işlemi yapalım. Tevfik Paşa, ‘eğer Bab-ı Âli barış konferansına gitmezse, bunun İslam aleminde büyük etki yapacağını’ yazıyor. Genel Savaşta cihad ilan edilmiş iken, kendi şahsım adına ve kumandan olarak söylüyorum, gerek Çanakkale’de, gerek Irak’ta sürekli İslam askerleri ile savaşmak zorunda kaldım. Halbuki bugün, İstiklal Muharebesini yaparken ve İstanbul aleyhimize bir cihat fetvası çıkarmış iken, doğuda İslam, ellerini bize, Anadolu milletine uzatmış ve İstanbul hükümetini lanetlemiştir. Bütün şehitlerimiz, bütün gazilerimiz, ayakları, bacakları kopmuş kardeşlerimiz, bu adamları lanetliyorlar.” (I.Dönem Zabıt Ceridesi, 24.C., s.280)  
Ali Fuat Paşa (Cebesoy, Ankara): “Hâlâ İstanbul entrikası son bulmuyor. Bence düşmanların da sonuncusu (Vahidettin) bugün halledilmelidir!” (I.Dönem Zabıt Ceridesi, 24.C., s.286)

Bu iddianın ne kadar komik ve temelsiz olduğu  ortadadır. Hala bu iddianın konuşulması bizim ayıbımızdır. Eğer tarihi doğru okuyabilmiş olsaydık ve araştırsaydık bu kadar saçma bir iddia yıllardır konuşulmazdı. ”Ecevit hain değildi dedi o yüzden hain değildir” diye abuk sabuk savunmalar olmazdı. Vahdettin hakkındaki en büyük çelişkilerden birisi de Atatürk’ün Samsun’a gitme mevzusudur. Sözde Atatürk’ü Vahdettin vatanı kurtarsın diye Samsun’a yollamıştır. Sonra ne olduysa bu iddia dışında yeni bir iddia daha ortaya attılar. Atatürk’ü İngilizler Samsun’a yolladı demeye başladılar. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Yıllardır Vahdettin yolladı diyerek Vahdettin üzerinden Atatürk’ün Samsun’a gidişini kutsayanlar şimdi de yıllardır Vahdettin’i övdükleri konuyu ”İngiliz oyunu” olarak gösteriyorlar.  O halde Vahdettin İngiliz işbirlikçisi olmuyor mu?  Vahdettin yollamamış mıydı? Şimdi ne oldu? Bu söylem değişikliğinin nedeni basit. Murat Bardakçı Şahbaba kitabında ”Samsun belgelerini” yayınlayana kadar bir çok insan Atatürk’ün Samsun’a İngiliz vizesiyle gittiğini bilmiyordu.  Aslında yıllardır bilinen ama popüler olmayan bir gerçekti. Murat Bardakçı gibi bilinen bir gazeteci  yayınlayınca herkes  gizli bir bilgiyi öğrendiğini zannetti. Bu havayı biraz da Murat Bardakçı yarattı. Her defasında ”ilk kez ben yayınladım” diyince insanlar devletin gizlediği tehlikeli bir bilgiyi yayınladığını düşündü. Tabi ki en başta Atatürk düşmanları…Cumhuriyetin kurulduğundan beri Atatürk islamı sattı İngilizlerle işbirliği yaptı yalanlarına bir kanıt gerekiyordu. Şahbaba kitabı onlar için bulunmaz bir fırsat oldu. Madem ki Atatürk İngiliz vizesiyle gitmiş o zaman Atatürk kesin İngiliz ajanıydı. Bu belgeye mal bulmuş mağribi gibi atladılar ama yıllardır ”Atatürk’ü Vahdettin yolladı” diye salladıklarını unuttular.. Şimdi soruyorum Atatürk İngilizlerin yolladığı ajan mı? yoksa Vahdettin’in yolladığı Osmanlı paşası mı? bir karar verin hangisi? Vahdettin hakkında uydurulan benim de en çok güldüğüm iddialardan biri Vahdettin İngilizleri oyaladı iddiasıdır. Sözde İngilizler ne derse peki diyerek onları oyalamış.  Bu nasıl bir oyalama Allah aşkına? Bu yalanlarını da diğer iddiaları gibi unutarak yeni bir iddia daha ortaya attılar. Bu iddiaya göre Atatürk Bandırma gemisiyle giderken İngilizler neden batırmamış? Bu iddia da Atatürk İngiliz ajanıydı yalanının ikinci ayağı.  Atatürk hem İngiliz vizesiyle gitmiş hem de gemiyi batırmamışlar eee Atatürk İngiliz ajanı işte bak yoksa gemiyi batırmazlar mıydı? diyorlar.  Birincisi Atatürk Samsun’a giderken İngilizler çok ihtiyatlı davranmışlar ve gemiyi kontrol etmişlerdir. İkincisi Vahdettin İngilizleri kandırdı Atatürk’ü vatanı kurtarsın diye yolladı diyen siz değil misiniz? İngilizleri kandırdıysa neden İngilizler Bandırma gemisini batırsınlar? Madem İngilizleri  kandıtrmış o halde İngilizlerin vize vermesi de Atatürk’ün İngiliz ajanı olması değil de Vahdettin’in başarısı olmuyor mu?  Yoksa yine mi yalan söylüyorsunuz? Vahdettin İngilizleri kandırmamış mıydı? Vahdettini savunanların en büyük silahları da acındırma taktiğidir. İşlerine gelmeyince  ”Vahdettin esirdi ne yapabilirdi ki” iddiasını ortaya atarlar. Vahdettini bu şekilde çaresiz bir adam yerine koyanlar aynı zamanda onu kurtuluş savaşı kahramanı ilan etmiyor mu? Elinden bir şey gelmeyen birisi nasıl Kurtuluş savaşı kahramanı olabilir? Bu iddiaları İngilizler hilafeti kaldırma sözü alıp gitti iddiasını da çürütüyor. Elinden bir şey gelmeyen çaresiz bir halifeden İngilizler neden çekinsin? Neden hilafetin kaldırılmasını istesinler? 1. Dünya savaşında korkmadıkları halifeden esir olunca mı korkacaklar?  Yobaz her iddiasında olduğu gibi bu iddiasında da kendisiyle çelişiyor. Bir insanı hem acındırmak hem yüceltmek bizim yobazlarımıza ait bir özellik. Vahdettin aslan mı kedi yavrusu mu bir karar verin artık.Tarih doğru işlenmediği sürece bu tarz saçma yalanlar yazılıp  çizilmeye, gerçekmiş gibi anlatılmaya devam edecektir. Tarih bir intikam alma aracı değildir. Atatürk düşmanlarının en temel hatası tarihe intikam alma hırsıyla yaklaşmalarıdır. Atatürk’ten intikam almak için yüzlerce iddia ortaya attılar atmaya da devam ediyorlar ama intikam gözlerini o kadar kör etmiş ki her yalanları başka yalanlarıyla çelişiyor. Çünkü okumuyorlar araştırmıyorlar belge koyamıyorlar. Bu yüzden her yobaz yazar başka bir şey yazınca ortaya böyle saçmalıklar çıkıyor. Ne kadar uydururlarsa uydursunlar tarihi gerçekler hiçbir zaman ilelebet çarpıtılamaz.“Dünyanın yarısını her zaman ve dünyanın hepsini bir zaman aldatmak mümkündür; fakat bütün dünyayı her zaman aldatmak mümkün değildir.”der/ Mustafa Kemal ATATÜRK…doğru der..hele şunu da bir cevaplayın hdp den neden sadece 1 kişi çıkıyor sadece hayır diyor diğerleri nerede?İnsanlara bir şey soruyorsanız,cevabına da saygı duyacaksınız..herşeye bir kılıf uydurmak, fakat bu kez uydurulan kılıf gerçekten çok uçuktu..sorma kardeşim o zaman.her hayır diyen vatan haini ise senin yaptığın ne? Biz hiçbir zaman birbirimize saygısız olmamıştık,biz hiçbir zaman birbirimize ihanet etmemiştik,biz hiçbir zaman birbirimize zarar vermemiştik…Şimdi ise sadece yollara,binalara aldanıp her şeyimizi iblise teslim ettik ağır bir sınavdı kaybettik…sonuç ise ilahi karar…Hüküm yalnızca Allah ındır.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve canakkaleninsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

07
Eylül
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.