Çanakkale Haber

Prof Dr. Orhan KAVUNCU
Köşe Yazarı
Prof Dr. Orhan KAVUNCU
 

IRKÇILIK ÜZERİNE

Dünya gündeminde her gün yeni bir olay konuşuluyor, yeni bir demeç tartışılıyor. Önümüzdeki haftalarda fırsat buldukça bunlarla ilgili kanaatlerimizi siz değerli okuyucularımızla paylaşacağız. BM yeni su sözleşmesi, Putin’in Ukrayna’dan sonra Kazakistan’la ilgili olarak da benzer şekilde “önceden böyle bir devlet yoktu, Nazarbayev olmasaydı bu devlet de olmazdı” mealindeki sözleri ve Rusların Doğu Ukrayna’da yaptığı operasyonlar, Batı’nın buna karşı tavrı ele almayı düşündüğümüz konular.   Ancak bu hafta, daha önce söz verdiğimiz bir konuyu ırkçılık konusunu ele alacağız. Bu önceliğin bir sebebi, bir sonraki yazıda bu konuyu ele alma niyetimizi ilk yazımızda duyurmuş olmak, diğer sebebi de bir internet gazetesinde merhum Seyit Ahmet Arvasi ve soyu hakkında yazılanlardır.   Söz konusu yazıda, Türk milliyetçiliğini kategorize etmek ve Türkçülük ya da Türk milliyetçiliği hakkında fikir serdetmek için Türk olmak gerektiği, oysa Arvasi ailesinin Kürtlerle çok karışmış bir Arap ailesi olduğu, aileden çok sayıda Kürtçü çıktığı ifade ediliyor ve “Türk Ülküsü” yerine “Türk İslâm Ülküsü” ikame etmeye çalışan Seyit Ahmet Arvasi merhumun ülkücüler arasına sokulduğu iddia ediliyor.   *                          *                            *   Millet denilen topluluk, zaman içerisinde nasıl oluşmuştur? Bugün var olan veya var olmayan bütün milletler aynı oluşum sürecinden mi geçmişledir? Milletleri oluşturan unsurlar hangileridir? Bu unsurlar bütün milletlerde aynı önem sırasına mı sahiptirler? Bütün bu genel soruların Türk Milleti özeli için cevapları nelerdir? Örgütlü, yani bir yönetim biçimine sahip ve işbölümü yapan ilkel topluluklar ne zaman ve önce hangi ekolojik şartlarda ortaya çıkmıştır? Bu ilkel toplulukların aşiretten etnik gruba oradan boy ve budun-millete doğru evrimleşmesi her yerde ve her millet için aynı şekilde mi olmuştur?   Bu soruların cevaplarını ararken bilgi dağarcığımızı, esas olarak rahmetli Galip Erdem ağabeyin, sonradan bazıları bazı kitaplarında yer alan Ocak dergisindeki “Milliyetçilik Üzerine” yazıları oluşturacaktır. Bununla birlikte burada ifade edilen kanaatlerin sorumluluğu tamamen şahsımıza aittir.   *                          *                            *   Milletler zaman içerisinde oluşmuştur. Kimisi daha eski zamanlarda, kimisi daha yenilerde, bazıları daha kısa sürede, bazıları daha uzun sürede oluşmuştur. Bazılarında dil birliği, bazılarında kültür birliği, bazılarında coğrafi yakınlık, bazılarında aynı siyasi yapının içinde yer almak, bazılarında inanç birliği, bazılarında da bu unsurların bir kaçı birlikte, etnik bir gruba veya gruplara mensup toplulukları millet haline getirmede daha önemli rol oynamıştır.   Aynı siyasi yapı, ortak bir düşmana karşı savunma saikiyle veya ortak bir kaynağı birlikte kullanmak saikiyle ortaya çıkmış olabilir.   İlkel topluluklarda yaşama biçimini belirleyen çevre şartlarına göre bir kültürün oluştuğu düşünülebilir. Bozkırda hayvancılıkla geçinen kabilelerle, sulak yerlerde ziraat yapan veya orman içlerinde yaşayan toplulukların farklı kültürel normlar geliştirdikleri söylenebilir. Eşya taşıma için hayvan veya araba kullanma kültürü orman içi topluluklardan önce bozkır topluluklarında gelişmiştir. Hatta kabile şeklinde sosyal bir birlikteliğin de orman topluluklarından çok önceleri bozkır topluluklarında evrimleştiğini söylemek mantıksız değildir.      *                          *                            *   Şimdi Türk milletinin tarih içinde oluşumunu ele alabiliriz. Bu evrim süreci bizim evrim sürecimizdir. Başka bir milletin ki bunun aynısı değildir; bundan tamamen farklı da olmayabilir. Burada kesin olarak söylenebilecek olan, her milletin evrim süreci, başkalarına benzer ve onlardan farklı yönleriyle, kendine özgüdür.   Türkler Anadolu’ya bir devletin, Selçuklu devletinin mensupları olarak geldiler. Gelmeden önce ataları Müslüman olmuştu, yani Müslümanlar olarak geldiler. Bu, Türklerin Anadolu’ya gelmeden önce milletleşme sürecini tamamlamış bir topluluk olması demektir. Anadolu’ya Malazgirt Zaferi öncesinde ve sonrasında Selçuklu adına, ama aşiretler halinde gelen Türk topluluklarının, göçebe olmak ve Selçuklu devletine gevşek bir mensubiyet duygusuna sahip olmak bakımından bir etnik grup oldukları düşünülebilir. Ama bu aşiretler, kendileriyle benzer aşiretlerle birlikte bir boya mensup olduklarını o boyun da başka boylarla birlikte daha geniş bir topluluğa Türk topluluğuna mensup olduklarının şuurundaydılar. Bir aşiret kimliğine, bir boya mensubiyet bakımından etnik bir kimliğe sahip olmakla birlikte, mensup oldukları boyun Türk Milletine mensup olduğunu bilmekle, millet kimliğine sahiptiler. Özet olarak şöyle söylemek yanlış olmayacaktır:   Türkler bin yıl önce bu topraklara bir soydan, aynı dili konuşan aşiretler olarak geldiler, yola çıktıklarında belki de bir etnik unsur idiler. Ama geliş güzergâhında, geldikten sonra bu topraklarda birçok toplulukla karşılaştılar, onlardan aldıkları birçok unsuru kendi kültür potalarında erittiler. Aynı zamanda kız aldılar, kız verdiler. Burada karşılaştıkları zaten Müslüman veya sonradan Müslüman olmuş unsurları hiç ayırt etmediler, kendilerinden farklı görmediler, “öteki” saymadılar. Onlar da kendilerini farklı görmediler, yüz yıllarca bu topraklarda yaşayan Müslümanlara dışarıdan “Türk” denildi, kendileri de bu kimliği benimsediler. Bir müddet sonra da “Türk”, Anadolu ve Balkanlarda yaşayan Müslümanların adı oldu; birisi Müslüman olduğu zaman ona “Müslüman oldu” anlamında “Türk oldu” dediler. Yani Türk, adeta bu topraklarda yaşayan ümmetin özel adı oldu.   İlginçtir ki, Anadolu’ya geldikten sonra Türkistan’la, yani geldikleri coğrafya ile irtibatları kesilmedi. Siyasi olmaktan daha ziyade kültürel bir münasebet asırlarca devam etti. Osmanlı şehzadelerinin bir çok yabancı dil yanında Çağatay lehçesini de öğrenmeleri, bu kültürel etkileşimin devamı arzusundan başka ne ile izah edilebilir?   *                          *                            *   Bugün de Anadolu’ya Kafkaslardan gelen Gürcü, Çerkez, Karaçay, Çeçen, Malkar, Avar, Nogay, Abazaları, Azerileri, Kırım’dan gelen Tatarları çıkarın. Balkanlardan gelen Pomak, Boşnak, Torbeş, Tatar, Arnavut, Nalçacı Türkmenlerini, Doğu Türkistan’dan gelen Uygur, Kazakları, Batı Türkistan ve Afganistan’dan gelen Özbek, Türkmen, Tacik, Kırgızları, Anadolu’daki Jirki, Badılı, Akkoyunlu, Rışvan, Karakoyunlu, Türkân, Karakeçili, Zaza, İzol, Teke, Avşarları, Bayatlı ve Bayındır’ı çıkarın, geriye ne kalır? Türk bunlardan birisi değil, bunların hepsidir.   Burada akl-ı selim, iki zıt cereyana karşı tek bir mantıkla cevap veriyor: Anayasadan, bu devletin vatandaşlarının ortak ismi olarak Türk sözünü çıkarmak isteyen bölücü mihraklar ve kendisini başka etnik gruplardan gelmiş olsa bile yukarıda özetlediğimiz Türklük potasında erimiş kabul eden insanları Türk saymayan ırkçı – kafatasçı mihraklara aynı cevabı vermek durumundayız: Bizleri bir arada tutan kültür, inanç, medeniyet ve tarih ortaklıklarını ortadan kaldırmayınız.   Türklükle ilgili kavramların anayasadan çıkarılması demek, ”tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek vatan, tek ezan” iddiasında vazgeçmek demektir. Kendini Türk Milletine mensup sayan, bu vatanı kendi vatanı, bu bayrağı kendi bayrağı, bu devleti de kendi devleti  bilen, “bu ezan beni de namaza çağırıyor” diyen insanların bir kısmını ana dili Türkçe değil diye Türk saymamak, Türk Milliyetçiliği yapamaz diye kategorize etmek de aynı şekilde ülkenin ve milletin birliğini bozmaktadır; bölücülüğe hizmettir.   Bize soruyorlar, “siz Türk’üm derseniz o da Kürd’üm demez mi?” O zaten Kürd’üm diyor, diyecek de… Kimsenin varlığından rahatsız olunmamalıdır. Bugüne kadar da öyle olagelmiştir. Ama siz Kürtçü kaygılarla Türkiye’de yaşayan, hatta komşu ülkelerde yaşayan Kürt topluluklarını Türk kimliğinden ayrı tutarsanız, yarın kaçınılmaz olarak, onların da kendi içindeki alt kimlikler öne çıkar, Zaza “bana Kürt diyorsunuz ben Kürt değilim” der, Sorani “biz Kırmanç’cayı anlamıyoruz, niye onlarla aynı sepette olalım ki” diye sorar.     Siz tarih içinde tabii olarak aynı milli kimliği bir çatı olarak benimsemiş, o şemsiyenin altına girmiş alt kimlikleri birbirinden ayırmaya, o şemsiyenin altından çıkarmaya kalkarsanız bu işin sonu gelmez. Bunu Türkçü kaygılarla yaparsanız aynı şey Türkçe konuşan topluluklar için de geçerlidir. Kürtleri ayrı görmeye başlarsanız, bir müddet sonra Avşar Karakeçiliden, Karakeçili Teke’den, Teke Akkoyunlu’dan ayrı olduğunu düşünmeye başlar. Devlet dediğimiz siyasi üst kurumsal yapının da, ona vatandaşlık bağlarıyla bağlı olmanın da hiçbir değeri kalmaz. Onun için Türklük kavramı anayasada, bütün bu etnik unsurları, alt inanç ve etnik gruplarını bir arada tutan harç olarak titizlikle korunmalıdır.
Ekleme Tarihi: 03 Eylül 2014 - Çarşamba
Prof Dr. Orhan KAVUNCU

IRKÇILIK ÜZERİNE

Dünya gündeminde her gün yeni bir olay konuşuluyor, yeni bir demeç tartışılıyor. Önümüzdeki haftalarda fırsat buldukça bunlarla ilgili kanaatlerimizi siz değerli okuyucularımızla paylaşacağız. BM yeni su sözleşmesi, Putin’in Ukrayna’dan sonra Kazakistan’la ilgili olarak da benzer şekilde “önceden böyle bir devlet yoktu, Nazarbayev olmasaydı bu devlet de olmazdı” mealindeki sözleri ve Rusların Doğu Ukrayna’da yaptığı operasyonlar, Batı’nın buna karşı tavrı ele almayı düşündüğümüz konular.

 

Ancak bu hafta, daha önce söz verdiğimiz bir konuyu ırkçılık konusunu ele alacağız. Bu önceliğin bir sebebi, bir sonraki yazıda bu konuyu ele alma niyetimizi ilk yazımızda duyurmuş olmak, diğer sebebi de bir internet gazetesinde merhum Seyit Ahmet Arvasi ve soyu hakkında yazılanlardır.

 

Söz konusu yazıda, Türk milliyetçiliğini kategorize etmek ve Türkçülük ya da Türk milliyetçiliği hakkında fikir serdetmek için Türk olmak gerektiği, oysa Arvasi ailesinin Kürtlerle çok karışmış bir Arap ailesi olduğu, aileden çok sayıda Kürtçü çıktığı ifade ediliyor ve “Türk Ülküsü” yerine “Türk İslâm Ülküsü” ikame etmeye çalışan Seyit Ahmet Arvasi merhumun ülkücüler arasına sokulduğu iddia ediliyor.

 

*                          *                            *

 

Millet denilen topluluk, zaman içerisinde nasıl oluşmuştur? Bugün var olan veya var olmayan bütün milletler aynı oluşum sürecinden mi geçmişledir? Milletleri oluşturan unsurlar hangileridir? Bu unsurlar bütün milletlerde aynı önem sırasına mı sahiptirler? Bütün bu genel soruların Türk Milleti özeli için cevapları nelerdir? Örgütlü, yani bir yönetim biçimine sahip ve işbölümü yapan ilkel topluluklar ne zaman ve önce hangi ekolojik şartlarda ortaya çıkmıştır? Bu ilkel toplulukların aşiretten etnik gruba oradan boy ve budun-millete doğru evrimleşmesi her yerde ve her millet için aynı şekilde mi olmuştur?

 

Bu soruların cevaplarını ararken bilgi dağarcığımızı, esas olarak rahmetli Galip Erdem ağabeyin, sonradan bazıları bazı kitaplarında yer alan Ocak dergisindeki “Milliyetçilik Üzerine” yazıları oluşturacaktır. Bununla birlikte burada ifade edilen kanaatlerin sorumluluğu tamamen şahsımıza aittir.

 

*                          *                            *

 

Milletler zaman içerisinde oluşmuştur. Kimisi daha eski zamanlarda, kimisi daha yenilerde, bazıları daha kısa sürede, bazıları daha uzun sürede oluşmuştur. Bazılarında dil birliği, bazılarında kültür birliği, bazılarında coğrafi yakınlık, bazılarında aynı siyasi yapının içinde yer almak, bazılarında inanç birliği, bazılarında da bu unsurların bir kaçı birlikte, etnik bir gruba veya gruplara mensup toplulukları millet haline getirmede daha önemli rol oynamıştır.

 

Aynı siyasi yapı, ortak bir düşmana karşı savunma saikiyle veya ortak bir kaynağı birlikte kullanmak saikiyle ortaya çıkmış olabilir.

 

İlkel topluluklarda yaşama biçimini belirleyen çevre şartlarına göre bir kültürün oluştuğu düşünülebilir. Bozkırda hayvancılıkla geçinen kabilelerle, sulak yerlerde ziraat yapan veya orman içlerinde yaşayan toplulukların farklı kültürel normlar geliştirdikleri söylenebilir. Eşya taşıma için hayvan veya araba kullanma kültürü orman içi topluluklardan önce bozkır topluluklarında gelişmiştir. Hatta kabile şeklinde sosyal bir birlikteliğin de orman topluluklarından çok önceleri bozkır topluluklarında evrimleştiğini söylemek mantıksız değildir.   

 

*                          *                            *

 

Şimdi Türk milletinin tarih içinde oluşumunu ele alabiliriz. Bu evrim süreci bizim evrim sürecimizdir. Başka bir milletin ki bunun aynısı değildir; bundan tamamen farklı da olmayabilir. Burada kesin olarak söylenebilecek olan, her milletin evrim süreci, başkalarına benzer ve onlardan farklı yönleriyle, kendine özgüdür.

 

Türkler Anadolu’ya bir devletin, Selçuklu devletinin mensupları olarak geldiler. Gelmeden önce ataları Müslüman olmuştu, yani Müslümanlar olarak geldiler. Bu, Türklerin Anadolu’ya gelmeden önce milletleşme sürecini tamamlamış bir topluluk olması demektir. Anadolu’ya Malazgirt Zaferi öncesinde ve sonrasında Selçuklu adına, ama aşiretler halinde gelen Türk topluluklarının, göçebe olmak ve Selçuklu devletine gevşek bir mensubiyet duygusuna sahip olmak bakımından bir etnik grup oldukları düşünülebilir. Ama bu aşiretler, kendileriyle benzer aşiretlerle birlikte bir boya mensup olduklarını o boyun da başka boylarla birlikte daha geniş bir topluluğa Türk topluluğuna mensup olduklarının şuurundaydılar. Bir aşiret kimliğine, bir boya mensubiyet bakımından etnik bir kimliğe sahip olmakla birlikte, mensup oldukları boyun Türk Milletine mensup olduğunu bilmekle, millet kimliğine sahiptiler. Özet olarak şöyle söylemek yanlış olmayacaktır:

 

Türkler bin yıl önce bu topraklara bir soydan, aynı dili konuşan aşiretler olarak geldiler, yola çıktıklarında belki de bir etnik unsur idiler. Ama geliş güzergâhında, geldikten sonra bu topraklarda birçok toplulukla karşılaştılar, onlardan aldıkları birçok unsuru kendi kültür potalarında erittiler. Aynı zamanda kız aldılar, kız verdiler. Burada karşılaştıkları zaten Müslüman veya sonradan Müslüman olmuş unsurları hiç ayırt etmediler, kendilerinden farklı görmediler, “öteki” saymadılar. Onlar da kendilerini farklı görmediler, yüz yıllarca bu topraklarda yaşayan Müslümanlara dışarıdan “Türk” denildi, kendileri de bu kimliği benimsediler. Bir müddet sonra da “Türk”, Anadolu ve Balkanlarda yaşayan Müslümanların adı oldu; birisi Müslüman olduğu zaman ona “Müslüman oldu” anlamında “Türk oldu” dediler. Yani Türk, adeta bu topraklarda yaşayan ümmetin özel adı oldu.

 

İlginçtir ki, Anadolu’ya geldikten sonra Türkistan’la, yani geldikleri coğrafya ile irtibatları kesilmedi. Siyasi olmaktan daha ziyade kültürel bir münasebet asırlarca devam etti. Osmanlı şehzadelerinin bir çok yabancı dil yanında Çağatay lehçesini de öğrenmeleri, bu kültürel etkileşimin devamı arzusundan başka ne ile izah edilebilir?

 

*                          *                            *

 

Bugün de Anadolu’ya Kafkaslardan gelen Gürcü, Çerkez, Karaçay, Çeçen, Malkar, Avar, Nogay, Abazaları, Azerileri, Kırım’dan gelen Tatarları çıkarın. Balkanlardan gelen Pomak, Boşnak, Torbeş, Tatar, Arnavut, Nalçacı Türkmenlerini, Doğu Türkistan’dan gelen Uygur, Kazakları, Batı Türkistan ve Afganistan’dan gelen Özbek, Türkmen, Tacik, Kırgızları, Anadolu’daki Jirki, Badılı, Akkoyunlu, Rışvan, Karakoyunlu, Türkân, Karakeçili, Zaza, İzol, Teke, Avşarları, Bayatlı ve Bayındır’ı çıkarın, geriye ne kalır? Türk bunlardan birisi değil, bunların hepsidir.

 

Burada akl-ı selim, iki zıt cereyana karşı tek bir mantıkla cevap veriyor: Anayasadan, bu devletin vatandaşlarının ortak ismi olarak Türk sözünü çıkarmak isteyen bölücü mihraklar ve kendisini başka etnik gruplardan gelmiş olsa bile yukarıda özetlediğimiz Türklük potasında erimiş kabul eden insanları Türk saymayan ırkçı – kafatasçı mihraklara aynı cevabı vermek durumundayız: Bizleri bir arada tutan kültür, inanç, medeniyet ve tarih ortaklıklarını ortadan kaldırmayınız.

 

Türklükle ilgili kavramların anayasadan çıkarılması demek, ”tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek vatan, tek ezan” iddiasında vazgeçmek demektir. Kendini Türk Milletine mensup sayan, bu vatanı kendi vatanı, bu bayrağı kendi bayrağı, bu devleti de kendi devleti  bilen, “bu ezan beni de namaza çağırıyor” diyen insanların bir kısmını ana dili Türkçe değil diye Türk saymamak, Türk Milliyetçiliği yapamaz diye kategorize etmek de aynı şekilde ülkenin ve milletin birliğini bozmaktadır; bölücülüğe hizmettir.

 

Bize soruyorlar, “siz Türk’üm derseniz o da Kürd’üm demez mi?” O zaten Kürd’üm diyor, diyecek de… Kimsenin varlığından rahatsız olunmamalıdır. Bugüne kadar da öyle olagelmiştir. Ama siz Kürtçü kaygılarla Türkiye’de yaşayan, hatta komşu ülkelerde yaşayan Kürt topluluklarını Türk kimliğinden ayrı tutarsanız, yarın kaçınılmaz olarak, onların da kendi içindeki alt kimlikler öne çıkar, Zaza “bana Kürt diyorsunuz ben Kürt değilim” der, Sorani “biz Kırmanç’cayı anlamıyoruz, niye onlarla aynı sepette olalım ki” diye sorar.

 

 

Siz tarih içinde tabii olarak aynı milli kimliği bir çatı olarak benimsemiş, o şemsiyenin altına girmiş alt kimlikleri birbirinden ayırmaya, o şemsiyenin altından çıkarmaya kalkarsanız bu işin sonu gelmez. Bunu Türkçü kaygılarla yaparsanız aynı şey Türkçe konuşan topluluklar için de geçerlidir. Kürtleri ayrı görmeye başlarsanız, bir müddet sonra Avşar Karakeçiliden, Karakeçili Teke’den, Teke Akkoyunlu’dan ayrı olduğunu düşünmeye başlar. Devlet dediğimiz siyasi üst kurumsal yapının da, ona vatandaşlık bağlarıyla bağlı olmanın da hiçbir değeri kalmaz. Onun için Türklük kavramı anayasada, bütün bu etnik unsurları, alt inanç ve etnik gruplarını bir arada tutan harç olarak titizlikle korunmalıdır.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve canakkaleninsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.