Çanakkale Haber

Puna GÜLEÇÖZ
Köşe Yazarı
Puna GÜLEÇÖZ
 

EN BUYUK AŞAMADIR MERKEZİ BİRLİK NE KADAR SAMİMİSİNİZ...

EN BUYUK AŞAMADIR MERKEZİ BİRLİK NE KADAR SAMİMİSİNİZ... “Düşman ordusuna kaçacak yer bırak. Yoksa onları karşında aslanlar gibi dövüşür bulursun"...Çocukken izlediğim uzakdoğu savaş sanatı filmlerinde hocaların anlattığı felsefeleri dinlemeyi severdim. Genelde kahramanımız hareketleri çok iyi anlar ama filmin sonlarına kadar asıl savaş stratejisi aklına yatmazdı. Yıllar sonra Strateji, sınırları ve kuralları belirsiz bir rekabet zemininde en olağandışı cevabı üretme sanatı olduğunu da bu felsefe kaynaklarıyla özümsedim...Tarih i ve ya o dan herhangi bit parçayı dikkatli incelediğinizde mesajlara...hatta evrene kodlanan her sinyali alıyorsunuz...İşte Onlardan bir tanesini yine tarihten bir mesaj olarak nitelendirip stratejik bir analiz olarak ortaya koymak istiyorum.      Asya, Atatürk’ün iki temel noktada ilgi alanına giriyordu. Bunlardan biri, Asya Anayurttu ve orası; dili Türk, kültürü Türk, uygarlığı Türk, tarihi Türk olan halkların diyarıydı. Asya tarih boyunca Türklerin etki alanı olmuştu ve Türkler Asya’da medeniyetler kurmuştu. Yani Asya’da Türk’ün tarihten gelen mirası vardı. Asya’yı Atatürk’ün ilgi alanına taşıyan diğer etken de, geleceğin dünyasının şekillenmesinde Asya’nın yükleneceği işlevlerdi. Atatürk’ün tarih ve strateji bilinci, Anadolu’daki Türk varlığının korunmasının Türkistan’la birlikteliğe bağlı olduğunu; Asya’daki Türk varlığının, kültür ve uygarlığının korunmasının da Türkistan Türklüğünün Anadolu Türklüğü ile bütünleşmesinden geçtiğini öngörüyordu. Eğer Türkistan Türklüğü ile birleşip bütünleşme sağlanabilirse, hem Millî Mücadele başarıya ulaşacak, hem de Millî Mücadele’den sonra kurulacak olan yeni Türk Devleti’nin varlığı teminat altına alınacaktı. Bir başka yönüyle de, Türkistan coğrafyası bir yandan Çarlık Rusya’sının diğer yandan İngilizlerin etki yaratma alanları haline dönüşmüştü. Bunun sonucu olarak da Türkistan’da bir Türk birliğinden bahsetmek mümkün değildi. Türk yurtları işgal ve istila altındaydı. Öyleyse oradaki Türk halkları birleşip-bütünleşmeli ve kendi kaderlerini tayin edebilecek bir güce erişmeliydi. Anadolu Türklüğü değişen dünya dengeleri karşısında gelecekte güçlü ve etkili olabilmek için bu ülkelerle birlikte hareket etmek zorundaydı. Bu istikamette gerçekçi bir anlayışa sahip olmak bir tercih değil, zaruretti. Anadolu’nun işgal altında olduğu ve yedi düvele karşı Millî Mücadele verdiğimiz günlerde, 21 Aralık 1920 tarihinde, Mustafa Kemal Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi imzasıyla, Afganistan’da görev yapan Fevzi Paşa’ya şu talimatı verir: “Müdafaa ve maliyemiz icabatı ile kabil-i telif olduğu takdirde, Afgan ordusunu tensik için bir heyet-i zabıtanın izamını ehem ve elzem görmekteyim. Bu, istikbalde Anadolu üzerine çöken bar-i sekili tahfife yarayacağı gibi, nukuat-ı atiyeye riayet edildiği takdirde Asya-i Vusta’da emrimize amade kuvvetli bir orduya malik olmamız hususu temin edilmiş olur. Böylece savaşın sürmesi halinde İngilizleri daha uzaktan işgal etmek için bir vasıta elde edilmiş olur. Bu heyet katiyen siyasetten uzak kalarak kendini Afgan, Türkistan ve Buhara ahali ve askerlerine fevkalade sevdirmelidir...” (1) Anadolu’da işgal kuvvetlerine karşı amansız bir mücadelenin verildiği günlerde, Mustafa Kemal bir yandan Asya-i Vusta’daki (Orta Asya’daki) Türklerin sorunlarıyla ilgilenmekte; diğer yandan da Anadolu’da verilen Millî Mücadele’de savaşın uzaması ya da cephe genişlemesi halinde, Anadolu’nun yükünü Türkistan bozkırlarına taşımak niyetindedir. Atatürk, Millî Mücadele’nin zaferle sonuçlanıp Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra da Türkistan’a olan ilgisinden vazgeçmedi. Burada hemen şu açıklamayı yapmakta yarar vardır. Asya ile ilişkilerde Afganistan’ın ne kadar önemli olduğu ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nde de kendisini göstermiştir. Amerika Büyük Orta Doğu Projesi’ni Afganistan’ı işgal ederek uygulamaya sokmuştur. Yine, Sovyet Rusya’nın 21 Aralık 1979 tarihinde Afganistan’ı işgal etmesinin sebebi de, Türkistan’ı güneyden kuşatma harekatından başka bir şey değildir. Asya’yı kuşatma amaçlı her iki askeri harekat da Afganistan merkezli yürütülmüştür. Bu gerçeklik, Atatürk’ün uzak görüşlülüğünün Asya’da tecelli eden işaretleridir. Yine aynı yıllarda, 1921 yılı temmuz ayı sonlarında, Atatürk Meclis’te şu konuşmayı yapmaktadır : “Malum-ı âliniz olduğu vechile Rusya'ya bir sefaret heyeti gönderiyoruz. Bu heyet-i sefaret esasen malum olan, mazbut olan kadrosu dahilindedir. Fakat Rusya'da ve Rusya ile temasta namütenahi islâm kütleleri vardır. Bu İslâm kütleleri içinde bizim ifa edebileceğimiz bir takım hususi, mahrem ve fevkalâde vezaifimiz vardır. Bittabi bu vezaifin mahiyeti ilân edilerek oraya memur heyet gönderilemez. Sırf bu vezaif-i mahsusayı ifa ettirebilmek, takib ettirebilmek, icabında izhar edilebilmek üzere heyet-i sefaretin kadrosuna heyet-i ilmiye namıyla bir heyet ilâve edilmiştir. Heyet-i ilmiye denildiği zaman mânasından istidlâl edildiği gibi, oraya yalnız tetkikât-ı ilmiye yapacak değildir. İfade ettiğimiz gibi vezaif-i mahsusa ifa edecektir." (2) Mustafa Kemal’in vezaif-i mahsusa (özel görev) ile görevlendirdiği kişi Burdur Mebusu İsmail Suphi (Soysallıoğlu) Bey’dir. İsmail Suphi Bey 1921 yılının temmuz ayında Özbekler Tekkesi Şeyhi Ata Efendiyle birlikte Buhara’ya ulaşır. Mustafa Kemal tarafından İsmail Suphi Bey’e verilen talimat, Türkistan’da bir Türk birliğinin oluşabilmesi için, Türkistan Türklerini bir araya getirecek örgütlenmeyi sağlamaktır. İsmail Suphi Bey, Zeki Velidi Togan’ın başkanlığını yaptığı Türkistan Milli Birliği adlı örgütü daha da genişleterek Milli İttihat Fırkası’nı kurar. Fırkanın başına Zeki Velidi Togan getirilir. Türkistan’da milli birlik hareketi etkinleşmeye başlar. Bir süre sonra Rusya’nın yoğun baskıları sonucu birliğin liderlerinden Zeki Velidi Bey, Osman Hoca ve Sadruddin Han Türkistan’ı terk etmek zorunda kalırlar. Mücadeleyi Feyzullah Hoca yürütür. Ancak, Feyzullah Hoca Başsavcı Visenski tarafından sorgulanarak idam cezasına çarptırılır ve 1938 yılında yoldaşı Akmal İkram ile birlikte idam edilir. Mahkemede kendisine yöneltilen milliyetçilik suçlamasına Feyzullah Hoca’nın verdiği cevap şudur: “Ben faaliyetime milliyetçilikle başladım, hayatımı milletime adadım ve 41 yıllık hayatımın 33 yılını bu uğurda geçirdim.” Feyzullah Hoca’nın tutuklanıp yargılandığı ve idam edildiği günlerin, Atatürk’ün hastalanıp Dolmabahçe’ye çekildiği ve aramızdan ayrıldığı günlere denk gelmesi bakımından tarihin garip bir cilvesi olarak kabul edilmelidir.  Feyzullah Hoca, 6 Ekim 1920’de kurulan Buhara Halk Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı ve Dışişleri Bakanıdır. Bu Cumhuriyet’in Cumhurbaşkanlığını da daha sonraları Türkiye’ye göç eden Osman Kocaoğlu yürütmektedir. Bizim Milli Mücadelemize Lenin’in gönderdiği söylenen para yardımının kaynağı, işte bu Cumhuriyettir. Osman Hocaoğlu ve Feyzullah Hoca’nın Lenin’le yaptıkları görüşmelerde bir kurul kurulmasına karar verilir. Bu kurulda Feyzullah Hoca da yer alır. Kurulun yaptığı değerlendirmeler sonunda yardımın miktarı belirlenir. Bu miktar 100.000.000 altın ruble olacaktır. Bu para Buhara Halk Cumhuriyeti tarafından temin edilerek, Türkiye’ye aktarılmak üzere Lenin’e teslim edilir. Lenin bu paradan yaklaşık 15.000.000 altın rubleyi Türkiye’ye gönderir, gerisine el koyar. Buhara Halk Cumhuriyeti, Milli Mücadeleye yardım etmekle kalmaz Mustafa Kemal’le diplomatik ilişkiler de kurar. Sakarya zaferini kutlamak üzere 17 Ocak 1921’de Buhara Halk Cumhuriyetinden bir heyet Ankara’ya gelir ve Mustafa Kemal ile görüşür. Bu heyet, Mustafa Kemal’e zaferin hediyesi olarak üç adet kılıç ile Timur’a ait bir Kuran-ı Kerim’i hediye eder. Mustafa Kemal heyetle yaptığı görüşmeden sonra meclis kürsüsünden bir konuşma yapar : “Türkistanlı kardeşlerimiz Sakarya zaferi münasebetiyle bize üç kılıç ve bir de Kuran-ı Kerim göndermişler. Türk milleti adına kendilerine teşekkür ederim. Bu mukaddes kitabı Türk milletine hediye ediyorum. Bu üç kılıçtan birini ben aldım. İkincisini, Batı Cephesi kumandanı olarak İsmet Paşaya verdim. Üçüncüsünü de İzmir fatihine saklıyorum. Bu kılıç İzmir’e ilk giren kumandanın beline takılacaktır” (3) Üçüncükılıç, 9 Eylül sabahı saat 10.30’da İzmir’e girerek, yaralarından kanlar sıza sıza Hükümet Konağına şerefli Türk bayrağını çeken İkinci Süvari Tümeni 4. Alayında Bölük Komutanı olan Yüzbaşı Şerafettin Bey’e verilmiştir. Atatürk, bu kılıçla birlikte Yüzbaşı Şerafettin Bey’e “İzmir” soyadını da vermiştir. Görüldüğü gibi, Atatürk Millî Mücadele’nin o ateşli günlerinde bile Türkistan Türklüğü ile bağlarını güçlü tutmuş, onlarla yakından ilgilenmiştir.  1932 yılında, Atatürk Memduh Şevket Esendal’ı Afganistan elçisi olarak tayin ettiğinde, yeni elçiye önemli misyonlar yüklemişti. Afganistan’a subaylar göndererek ordu kurmak, eğitim kurumları açmak ve Afganistan üzerinden Türkistan’la işbirliği imkanları yaratmak niyetindeydi. Esendal’dan Türkiye’ye oralardan öğrenci göndermesini istemişti. O çocuklar Türkiye’de öğretmen, subay, doktor olarak yetiştirilecek ve Türkistan’a gönderilecekti. Türkiye’de yetişen bu gençler vasıtasıyla Türkistan’da bağımsızlık hareketleri başlatılacaktı. Esendal; Özbek, Türkmen, Tatar, Uygur 34 öğrenciyi Atatürk’ün buyruğuyla Türkiye’ye gönderdi. Bu çocuklar 1938’in eylül ayında Ankara’ya ulaştılar. Bu çocukların Türkiye’ye gelişlerinden yaklaşık iki ay kadar sonra Atatürk dünyaya gözlerini kapatınca, Türkistan’dan öğrenci getirme çalışmaları da başladığı gibi sona erecektir. Çünkü, Atatürk’ten sonra gelenler O’nun mirasını yok sayma noktasında son derece kararlı davranmışlardır. Türkiye’ye gelen bu çocuklardan çoğunun akıbeti meçhuldür. Mustafa Kemal, bir yandan olanca şiddetiyle süren Millî Mücadele’yi sevk ve idare etmekte, bir yandan Kuvva-yı Milliye’ye karşı geliştirilen iç ve dış destekli komplo ve isyanlarla baş etmek için uğraşmaktayken; diğer yandan da Türkistan, Suriye ve Irak’la; yani bugünkü Büyük Orta Doğu Projesi’nin odağında olan coğrafyayla ilgilenmektedir. Irak İngiliz, Suriye Fransız işgali altındadır. İşgal edilen topraklar Osmanlı toprağıdır. Mustafa Kemal işgalci güçlere karşı verilen yerli mücadeleleri desteklemek gerektiği inancındadır. Ayrıca, Mustafa Kemal Paşa'nın 1 Mayıs 1920 tarihinde B.M.M.'nde yaptığı konuşmasında "Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz, İskenderun'un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul'u, Süleymaniye'yi, Kerkük'ü ihtiva eder. İşte hudud-u millîmiz budur dedik" (4) sözleriyle ifade ettiği gibi, oradaki Türk varlığıyla da yakından ilgileniyordu. Bu amaçla hem Irak’taki hem de Suriye’deki direniş güçlerine destek veriyordu. Atatürk, Irak’ta İngilizlere karşı amansız bir mücadele örneği veren Uceymî Sâdun Paşa’yı (Urfalıların “Acemi Paşa” olarak tanıdıkları paşa) yalnız bırakmadı. Üçüncü Ordu Müfettişi olarak Diyarbakır’da görev yaptığı dönemde Irak Şeyh-ül Meşayihi (Şeyhler Şeyhi) Uceymî Sadun Paşa'yabir telgraf gönderdi. "Irak Şeyhu"l-meşâyihi Uceymî Sâdun Paşa Hazretlerine. Diyarbekir’e teşriflerinizi istibşâr (müjdelemek) ile harb-i zâilde (bitmiş olan harpte) ikinci ordu kumandanlığı ile Diyarbekir'de ve dördüncü ordu komutanlığı ile Halep'te bulunduğum sıralarda nesl-i necîbinize (temiz soyunuza) has olan evsâf-ı merdânelerini (yiğitlik vasıflarını) duymuş ve mine'l-giyâb (gıyâben) şahsiyet-i muhteremlerine karşı büyük bir muhabbet-i kalbiye hâsıl eylemiştim. Bütün cihân-ı İslâm'ın iki gözbebeği olan -Türk ve Arap milletlerinin- iftirak (ayrılık) yüzünden ayrı ayrı zayıf olması, ümmet-i Muhammed için şanlı bir halde buna karşın el ele vererek ümmet-i Muhammed'in hürriyet ve istiklâliyeti uğrunda mücâhede eylemek bizler için farz-ı ayindir. Unsurların sufûf (saflar) ve an'anâtını siyânet (ananelerini korumak) ile istilâcıların esaretinden tahlis-i girîbân eylemeye (kurtulmaya) mücâhedâtınızda zât-ı necîbânelerinizle beraber olduğumu arz ederim. Bu bâbdaki mütâlalarımın onüçüncü kolordu vâsıtasıyla işârı sûretiyle müdâbele-i efkâretmeyi (görüş alış verişinde bulunmayı) rey-i necîbânelerine terk ile takdim-i ihlâs eylerim efendim." Ankara hükümeti her türlü yokluğa ve sıkıntıya rağmen, İngilizlere karşı verdiği mücadelede Uceymî Sâdun Paşa’yı destekledi. Atatürk’le irtibatlı ve Ankara Hükümeti yanında yer aldığı için doğduğu toprakları terk etmek zorunda kalan Uceymi Sadun Paşa’ya, Atatürk Urfa’da bir çiftlik verdi. Şener Şen'in başrolde oynadığı "Eşkiya" filmi, Atatürk’ün Uceymi Sadun Paşa'ya hediye ettiği Germüş Köyü'ndeki bu çiftlikte çekilmiştir. Köyün sahibi Abbas Sümer, Uceymî Sâdun Paşa’nın torunudur. Gerek Birinci Dünya Savaşı'nda gerekse Kuva-yı Milliye döneminde sadece Uceymi Sadun Paşa değil Şeyh Sunusi gibi Kuzey Afrika'nın önemli isimleri Ankara Hükümeti'nin yanında yer aldılar. Atatürk bu isimlerle irtibat içindeydi. Şeyh Sunusi’nin 15 Kasım 1920 tarihinde Ankara'ya gelerek Atatürk’le görüştüğünü, yani Atatürk’ün Kuzey Afrika ile de ilgilendiğini biliyoruz. İngilizlerin Ocak 1921'de Erbil ve Revanduz arasında bulunan Sürücü Aşiretinesaldırmaları üzerine M. Kemal Paşa, Millî Müdâfaa Vekâleti'ne çektiği telgrafla Revanduz bölgesine asker sevk edilmesini istedi. Bu görev Milis Yarbay Özdemir Bey'e verildi. Özdemir Bey'in Revanduz'da kazandığı başarının bölgedeki halk ve aşiretler üzerindeki etkisi, Türk Genelkurmayı'nı cesaretlendirmiş ve Musul'un kurtarılması için bazı askerî tedbirlerin alınmasına sevk etmiştir. Dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa 7 Eylül 1922 tarihli yazıyla El-Cezire Cephesi Kumandanlığından, Musul'a taarruz için gerekli hazırlıkların yapılması emrini vermiştir. Memleketin neredeyse tek kuruşa, bir lokma ekmeğe ve bir mermiye ihtiyacının olduğu Millî Mücadele günlerinde, bir aşirete tasallutta bulunulduğu için bölgeye derhal asker sevk eden Mustafa Kemal’in Ankara’sına karşılık; bugün, Kerkük’te, Musul’da, Erbil’de, Telafer’de olup bitenleri diplomatik ifadelerle savuşturmaya çalışan Ankara arasında anlaşılmaz bir tezat vardır. Millî Mücadele döneminde Halep Teşkilat-ı Milliyesi, Suriye ve Filistin Müdafa-i Kuvvay-ı Osmaniye Heyet-i Umumiyesi, Gönüllü Kahire Fırkası, Amman Çerkes Fırkası gibi örgütler Fransızlara ve İngilizlere karşı savaşan ve Ankara ile işbirliği yapan Arap örgütleridir. Ankara hükümeti Suriye'deki örgütlere silah ve cephanenin yanı sıra teşkilatçılar da göndererek yardım etmiştir. Güneyimizdeki Fransız ve İngiliz işgaline karşı Kuvva-yı Milliye ile bu örgütler karşılıklı dayanışma içinde oldular. 24 Nisan 1920’de, yani Millet Meclisi’nin açılışından bir gün sonra, Atatürk’ün gizli celsede Meclis kürsüsünden yaptığı bir konuşma vardır. Bu konuşmasında Atatürk, Emir Faysal’ın kendisine bir kurye gönderdiğini ve Suriye halkının Fransız ve İngilizlerin yönetiminden hoşnut olmadıklarından bahisle "Kendi dahillerinde müstakil olmak ve yine bir suretle, bir şekilde camia-yı Osmaniye dahilinde bulunmak cihetini düşündüler. Bittabi, makam-ı mualla-yı hilafete karşı olan bağlılıkları cümlemiz gibi bütün ehl-i iman için bir vazife-i mukaddese idi. Diğer bir kısmı daha da ileri gittiler. Bize hiçbir şekil ve surette istiklalin lüzumu yoktur, biz halifemize ve padişahımıza bağlı olarak camia-yı Osmaniye dahilinde bulunacağız" teklifinde bulunduğunu; buna karşılık olarak kendisinin de “bizim kendi hududumuz dahilinde ve hakimiyeti milliye esasına müstenit olmak üzere serbest olabilirler. Bizimle itilaf veya ittifakın fevkinde bir şekil ki federatif veya konfederatif denilen şekillerden birisiyle irtibat peyda edebiliriz” cevabını verdiğini açıklamıştır. Atatürk, gerek Emir Faysal’dan gerekse Irak’tan gelen bu isteklere karşılık “Biz şimdi size yardımcı olamayız. Çünkü biz bir Milli Mücadele içindeyiz ve elimizdeki güç kendimizi kurtarmaya yetecek kadardır. Siz de mücadele ediniz ve istiklalinizi kazanınız. Ondan sonra sizinle bir federasyon veya konfederasyon tarzında bir araya gelebiliriz” teklifinde bulunuyordu.Atatürk’ün Misak-ı Millî anlayışı, bizim ufkumuzu belirlemesi bakımından son derece önemlidir. Tayfur Bey’in (Sökmen) Atatürk’e yazdığı bir mektupta Hatay’ı kastederek “Sancak Millî Misak’a dahil midir?” sorusuna verdiği cevap : “Türklerin yaşadığı her yer Millî Misak içindedir.” Atatürk’ün yüzü Doğu’ya dönüktür. Cumhuriyet döneminde oluşturduğu uluslararası organizasyonlarla (Balkan Paktı ve Sadabad Paktı), bir yandan yeni Türk Devleti’nin güvenlik duvarlarını oluştururken, diğer yandan da bir Avrasya açılımı yaratmak istiyordu. Hemen belirtelim ki, Atatürk dönemindeki Türk Devleti’nin iç ve dış siyaset kurallarını Ankara Kriterleri belirliyordu. Bu özelliğiyle de yeni Türk Devleti, dış siyasette saygın ve vakur bir konuma sahipti. 1980'de dönemin Cumhurbaşkanı Vekili Çağlayangil'in izniyle girdiği Çankaya Köşkü'ndeki Atatürk'ün gizli kitaplığında Atatürk’ün vasiyeti üzerinde çalışma yapan İsmet Bozdağ’a “Sizce Atatürk niçin İsmet İnönü'nün değil de Mareşal Çakmak'ın Cumhurbaşkanı olmasını istedi?” sorusu sorulduğunda “İsmet Paşa'yı biliyorsunuz. Tutucu bir adam ve ürkek, cesur değil. Atatürk, Avrasya Devleti'ni gizli gizli hazırlıyordu. Rusya ile çatışmayı göz önüne alarak bunu yapıyordu. Bu çatışmayı önlemek için de iki şey kurmuştu. Birisi Sadabat Paktı, birisi Balkan Paktı. Böylece Rusya'dan korunmak istiyordu. Bu iki pakt ile Türkiye birleştiği zaman, Osmanlı İmparatorluğu tekrar kuruluyor”  cevabını vermiştir. Atatürk’ün “Batıcı” olduğu iddiasının sahiplerine şu soruları sormak gerekir? Atatürk’ün yukarıda örneklemeye çalıştığımız Asya ve Ortadoğu ile olan münasebetlerine benzerlik gösteren, Batı ile münasebet örneği var mıdır? Hayır. Atatürk Millî Mücadele’yi kime karşı vermiştir? Batı emperyalizmine karşı… Atatürk herhangi bir Batı ülkesiyle anlaşma yapmış mıdır? Hayır. Peki, içimizde baş gösteren Nasturi, Dersim, Şeyh Sait isyanlarını kimler tezgahlamıştır ve tezgahlamaya devam etmektedir? Batı… Başka bir soru: Atatürk Hatay sorunu sebebiyle Fransızlar, Oniki Adalar sebebiyle İtalyanlar, Musul sorunu sebebiyle de İngilizlerle savaşmanın eşiğine gelmiş midir? Evet… Bir soru daha: Atatürk’ün Millî Mücadele’si kimlere örnek olmuştur? Batı emperyalizmine karşı savaşan Mazlum Milletlere... Mazlum Milletler kimlerdir? Batı’nın vahşice sömürdüğü ülkeler…Bize göre, Atatürk bir Avrasya modeli kurgulamıştır. Bu kurgu hayal üstüne değil, tarihsel olgular ve tarihsel gerçeklik üzerine oturmaktadır. Atatürk’ün Asya ve Ortadoğu’ya bakışı, bizim Avrasya algılamalarımızın omurgasını teşkil etmelidir. Türk’ün hayat alanı Doğu’dadır. Bir gün Sovyetler Birliği’nin dağılacağını işaret edip, o günlere hazırlıklı olmamız gerektiği buyruğunu vermesi, Atatürk’ün Avrasyacılığı ile mi bağlantılıdır, Batıcılığı ile mi? Atatürk, “Türklerin yaşadığı her yer Millî Misak içindedir” diyor. Son olarak Atatürk merkezli Misak-ı Millî algılaması çerçevesinde “Misak-ı Millî” neresidir?..Bunu da iyi düşünmenizi sağlamak için sizlere bırakıyorum....    
Ekleme Tarihi: 25 Nisan 2016 - Pazartesi
Puna GÜLEÇÖZ

EN BUYUK AŞAMADIR MERKEZİ BİRLİK NE KADAR SAMİMİSİNİZ...

EN BUYUK AŞAMADIR MERKEZİ BİRLİK NE KADAR SAMİMİSİNİZ...

“Düşman ordusuna kaçacak yer bırak. Yoksa onları karşında aslanlar gibi dövüşür bulursun"...Çocukken izlediğim uzakdoğu savaş sanatı filmlerinde hocaların anlattığı felsefeleri dinlemeyi severdim. Genelde kahramanımız hareketleri çok iyi anlar ama filmin sonlarına kadar asıl savaş stratejisi aklına yatmazdı. Yıllar sonra Strateji, sınırları ve kuralları belirsiz bir rekabet zemininde en olağandışı cevabı üretme sanatı olduğunu da bu felsefe kaynaklarıyla özümsedim...Tarih i ve ya o dan herhangi bit parçayı dikkatli incelediğinizde mesajlara...hatta evrene kodlanan her sinyali alıyorsunuz...İşte Onlardan bir tanesini yine tarihten bir mesaj olarak nitelendirip stratejik bir analiz olarak ortaya koymak istiyorum.

     Asya, Atatürk’ün iki temel noktada ilgi alanına giriyordu. Bunlardan biri, Asya Anayurttu ve orası; dili Türk, kültürü Türk, uygarlığı Türk, tarihi Türk olan halkların diyarıydı. Asya tarih boyunca Türklerin etki alanı olmuştu ve Türkler Asya’da medeniyetler kurmuştu. Yani Asya’da Türk’ün tarihten gelen mirası vardı. Asya’yı Atatürk’ün ilgi alanına taşıyan diğer etken de, geleceğin dünyasının şekillenmesinde Asya’nın yükleneceği işlevlerdi. Atatürk’ün tarih ve strateji bilinci, Anadolu’daki Türk varlığının korunmasının Türkistan’la birlikteliğe bağlı olduğunu; Asya’daki Türk varlığının, kültür ve uygarlığının korunmasının da Türkistan Türklüğünün Anadolu Türklüğü ile bütünleşmesinden geçtiğini öngörüyordu. Eğer Türkistan Türklüğü ile birleşip bütünleşme sağlanabilirse, hem Millî Mücadele başarıya ulaşacak, hem de Millî Mücadele’den sonra kurulacak olan yeni Türk Devleti’nin varlığı teminat altına alınacaktı. Bir başka yönüyle de, Türkistan coğrafyası bir yandan Çarlık Rusya’sının diğer yandan İngilizlerin etki yaratma alanları haline dönüşmüştü. Bunun sonucu olarak da Türkistan’da bir Türk birliğinden bahsetmek mümkün değildi. Türk yurtları işgal ve istila altındaydı. Öyleyse oradaki Türk halkları birleşip-bütünleşmeli ve kendi kaderlerini tayin edebilecek bir güce erişmeliydi. Anadolu Türklüğü değişen dünya dengeleri karşısında gelecekte güçlü ve etkili olabilmek için bu ülkelerle birlikte hareket etmek zorundaydı. Bu istikamette gerçekçi bir anlayışa sahip olmak bir tercih değil, zaruretti. Anadolu’nun işgal altında olduğu ve yedi düvele karşı Millî Mücadele verdiğimiz günlerde, 21 Aralık 1920 tarihinde, Mustafa Kemal Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi imzasıyla, Afganistan’da görev yapan Fevzi Paşa’ya şu talimatı verir: “Müdafaa ve maliyemiz icabatı ile kabil-i telif olduğu takdirde, Afgan ordusunu tensik için bir heyet-i zabıtanın izamını ehem ve elzem görmekteyim. Bu, istikbalde Anadolu üzerine çöken bar-i sekili tahfife yarayacağı gibi, nukuat-ı atiyeye riayet edildiği takdirde Asya-i Vusta’da emrimize amade kuvvetli bir orduya malik olmamız hususu temin edilmiş olur. Böylece savaşın sürmesi halinde İngilizleri daha uzaktan işgal etmek için bir vasıta elde edilmiş olur. Bu heyet katiyen siyasetten uzak kalarak kendini Afgan, Türkistan ve Buhara ahali ve askerlerine fevkalade sevdirmelidir...” (1) Anadolu’da işgal kuvvetlerine karşı amansız bir mücadelenin verildiği günlerde, Mustafa Kemal bir yandan Asya-i Vusta’daki (Orta Asya’daki) Türklerin sorunlarıyla ilgilenmekte; diğer yandan da Anadolu’da verilen Millî Mücadele’de savaşın uzaması ya da cephe genişlemesi halinde, Anadolu’nun yükünü Türkistan bozkırlarına taşımak niyetindedir. Atatürk, Millî Mücadele’nin zaferle sonuçlanıp Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra da Türkistan’a olan ilgisinden vazgeçmedi. Burada hemen şu açıklamayı yapmakta yarar vardır. Asya ile ilişkilerde Afganistan’ın ne kadar önemli olduğu ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nde de kendisini göstermiştir. Amerika Büyük Orta Doğu Projesi’ni Afganistan’ı işgal ederek uygulamaya sokmuştur. Yine, Sovyet Rusya’nın 21 Aralık 1979 tarihinde Afganistan’ı işgal etmesinin sebebi de, Türkistan’ı güneyden kuşatma harekatından başka bir şey değildir. Asya’yı kuşatma amaçlı her iki askeri harekat da Afganistan merkezli yürütülmüştür. Bu gerçeklik, Atatürk’ün uzak görüşlülüğünün Asya’da tecelli eden işaretleridir. Yine aynı yıllarda, 1921 yılı temmuz ayı sonlarında, Atatürk Meclis’te şu konuşmayı yapmaktadır : “Malum-ı âliniz olduğu vechile Rusya'ya bir sefaret heyeti gönderiyoruz. Bu heyet-i sefaret esasen malum olan, mazbut olan kadrosu dahilindedir. Fakat Rusya'da ve Rusya ile temasta namütenahi islâm kütleleri vardır. Bu İslâm kütleleri içinde bizim ifa edebileceğimiz bir takım hususi, mahrem ve fevkalâde vezaifimiz vardır. Bittabi bu vezaifin mahiyeti ilân edilerek oraya memur heyet gönderilemez. Sırf bu vezaif-i mahsusayı ifa ettirebilmek, takib ettirebilmek, icabında izhar edilebilmek üzere heyet-i sefaretin kadrosuna heyet-i ilmiye namıyla bir heyet ilâve edilmiştir. Heyet-i ilmiye denildiği zaman mânasından istidlâl edildiği gibi, oraya yalnız tetkikât-ı ilmiye yapacak değildir. İfade ettiğimiz gibi vezaif-i mahsusa ifa edecektir." (2) Mustafa Kemal’in vezaif-i mahsusa (özel görev) ile görevlendirdiği kişi Burdur Mebusu İsmail Suphi (Soysallıoğlu) Bey’dir. İsmail Suphi Bey 1921 yılının temmuz ayında Özbekler Tekkesi Şeyhi Ata Efendiyle birlikte Buhara’ya ulaşır. Mustafa Kemal tarafından İsmail Suphi Bey’e verilen talimat, Türkistan’da bir Türk birliğinin oluşabilmesi için, Türkistan Türklerini bir araya getirecek örgütlenmeyi sağlamaktır. İsmail Suphi Bey, Zeki Velidi Togan’ın başkanlığını yaptığı Türkistan Milli Birliği adlı örgütü daha da genişleterek Milli İttihat Fırkası’nı kurar. Fırkanın başına Zeki Velidi Togan getirilir. Türkistan’da milli birlik hareketi etkinleşmeye başlar. Bir süre sonra Rusya’nın yoğun baskıları sonucu birliğin liderlerinden Zeki Velidi Bey, Osman Hoca ve Sadruddin Han Türkistan’ı terk etmek zorunda kalırlar. Mücadeleyi Feyzullah Hoca yürütür. Ancak, Feyzullah Hoca Başsavcı Visenski tarafından sorgulanarak idam cezasına çarptırılır ve 1938 yılında yoldaşı Akmal İkram ile birlikte idam edilir. Mahkemede kendisine yöneltilen milliyetçilik suçlamasına Feyzullah Hoca’nın verdiği cevap şudur: “Ben faaliyetime milliyetçilikle başladım, hayatımı milletime adadım ve 41 yıllık hayatımın 33 yılını bu uğurda geçirdim.” Feyzullah Hoca’nın tutuklanıp yargılandığı ve idam edildiği günlerin, Atatürk’ün hastalanıp Dolmabahçe’ye çekildiği ve aramızdan ayrıldığı günlere denk gelmesi bakımından tarihin garip bir cilvesi olarak kabul edilmelidir.  Feyzullah Hoca, 6 Ekim 1920’de kurulan Buhara Halk Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı ve Dışişleri Bakanıdır. Bu Cumhuriyet’in Cumhurbaşkanlığını da daha sonraları Türkiye’ye göç eden Osman Kocaoğlu yürütmektedir. Bizim Milli Mücadelemize Lenin’in gönderdiği söylenen para yardımının kaynağı, işte bu Cumhuriyettir. Osman Hocaoğlu ve Feyzullah Hoca’nın Lenin’le yaptıkları görüşmelerde bir kurul kurulmasına karar verilir. Bu kurulda Feyzullah Hoca da yer alır. Kurulun yaptığı değerlendirmeler sonunda yardımın miktarı belirlenir. Bu miktar 100.000.000 altın ruble olacaktır. Bu para Buhara Halk Cumhuriyeti tarafından temin edilerek, Türkiye’ye aktarılmak üzere Lenin’e teslim edilir. Lenin bu paradan yaklaşık 15.000.000 altın rubleyi Türkiye’ye gönderir, gerisine el koyar. Buhara Halk Cumhuriyeti, Milli Mücadeleye yardım etmekle kalmaz Mustafa Kemal’le diplomatik ilişkiler de kurar. Sakarya zaferini kutlamak üzere 17 Ocak 1921’de Buhara Halk Cumhuriyetinden bir heyet Ankara’ya gelir ve Mustafa Kemal ile görüşür. Bu heyet, Mustafa Kemal’e zaferin hediyesi olarak üç adet kılıç ile Timur’a ait bir Kuran-ı Kerim’i hediye eder. Mustafa Kemal heyetle yaptığı görüşmeden sonra meclis kürsüsünden bir konuşma yapar : “Türkistanlı kardeşlerimiz Sakarya zaferi münasebetiyle bize üç kılıç ve bir de Kuran-ı Kerim göndermişler. Türk milleti adına kendilerine teşekkür ederim. Bu mukaddes kitabı Türk milletine hediye ediyorum. Bu üç kılıçtan birini ben aldım. İkincisini, Batı Cephesi kumandanı olarak İsmet Paşaya verdim. Üçüncüsünü de İzmir fatihine saklıyorum. Bu kılıç İzmir’e ilk giren kumandanın beline takılacaktır” (3) Üçüncükılıç, 9 Eylül sabahı saat 10.30’da İzmir’e girerek, yaralarından kanlar sıza sıza Hükümet Konağına şerefli Türk bayrağını çeken İkinci Süvari Tümeni 4. Alayında Bölük Komutanı olan Yüzbaşı Şerafettin Bey’e verilmiştir. Atatürk, bu kılıçla birlikte Yüzbaşı Şerafettin Bey’e “İzmir” soyadını da vermiştir. Görüldüğü gibi, Atatürk Millî Mücadele’nin o ateşli günlerinde bile Türkistan Türklüğü ile bağlarını güçlü tutmuş, onlarla yakından ilgilenmiştir.  1932 yılında, Atatürk Memduh Şevket Esendal’ı Afganistan elçisi olarak tayin ettiğinde, yeni elçiye önemli misyonlar yüklemişti. Afganistan’a subaylar göndererek ordu kurmak, eğitim kurumları açmak ve Afganistan üzerinden Türkistan’la işbirliği imkanları yaratmak niyetindeydi. Esendal’dan Türkiye’ye oralardan öğrenci göndermesini istemişti. O çocuklar Türkiye’de öğretmen, subay, doktor olarak yetiştirilecek ve Türkistan’a gönderilecekti. Türkiye’de yetişen bu gençler vasıtasıyla Türkistan’da bağımsızlık hareketleri başlatılacaktı. Esendal; Özbek, Türkmen, Tatar, Uygur 34 öğrenciyi Atatürk’ün buyruğuyla Türkiye’ye gönderdi. Bu çocuklar 1938’in eylül ayında Ankara’ya ulaştılar. Bu çocukların Türkiye’ye gelişlerinden yaklaşık iki ay kadar sonra Atatürk dünyaya gözlerini kapatınca, Türkistan’dan öğrenci getirme çalışmaları da başladığı gibi sona erecektir. Çünkü, Atatürk’ten sonra gelenler O’nun mirasını yok sayma noktasında son derece kararlı davranmışlardır. Türkiye’ye gelen bu çocuklardan çoğunun akıbeti meçhuldür. Mustafa Kemal, bir yandan olanca şiddetiyle süren Millî Mücadele’yi sevk ve idare etmekte, bir yandan Kuvva-yı Milliye’ye karşı geliştirilen iç ve dış destekli komplo ve isyanlarla baş etmek için uğraşmaktayken; diğer yandan da Türkistan, Suriye ve Irak’la; yani bugünkü Büyük Orta Doğu Projesi’nin odağında olan coğrafyayla ilgilenmektedir. Irak İngiliz, Suriye Fransız işgali altındadır. İşgal edilen topraklar Osmanlı toprağıdır. Mustafa Kemal işgalci güçlere karşı verilen yerli mücadeleleri desteklemek gerektiği inancındadır. Ayrıca, Mustafa Kemal Paşa'nın 1 Mayıs 1920 tarihinde B.M.M.'nde yaptığı konuşmasında "Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz, İskenderun'un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul'u, Süleymaniye'yi, Kerkük'ü ihtiva eder. İşte hudud-u millîmiz budur dedik" (4) sözleriyle ifade ettiği gibi, oradaki Türk varlığıyla da yakından ilgileniyordu. Bu amaçla hem Irak’taki hem de Suriye’deki direniş güçlerine destek veriyordu. Atatürk, Irak’ta İngilizlere karşı amansız bir mücadele örneği veren Uceymî Sâdun Paşa’yı (Urfalıların “Acemi Paşa” olarak tanıdıkları paşa) yalnız bırakmadı. Üçüncü Ordu Müfettişi olarak Diyarbakır’da görev yaptığı dönemde Irak Şeyh-ül Meşayihi (Şeyhler Şeyhi) Uceymî Sadun Paşa'yabir telgraf gönderdi. "Irak Şeyhu"l-meşâyihi Uceymî Sâdun Paşa Hazretlerine. Diyarbekir’e teşriflerinizi istibşâr (müjdelemek) ile harb-i zâilde (bitmiş olan harpte) ikinci ordu kumandanlığı ile Diyarbekir'de ve dördüncü ordu komutanlığı ile Halep'te bulunduğum sıralarda nesl-i necîbinize (temiz soyunuza) has olan evsâf-ı merdânelerini (yiğitlik vasıflarını) duymuş ve mine'l-giyâb (gıyâben) şahsiyet-i muhteremlerine karşı büyük bir muhabbet-i kalbiye hâsıl eylemiştim. Bütün cihân-ı İslâm'ın iki gözbebeği olan -Türk ve Arap milletlerinin- iftirak (ayrılık) yüzünden ayrı ayrı zayıf olması, ümmet-i Muhammed için şanlı bir halde buna karşın el ele vererek ümmet-i Muhammed'in hürriyet ve istiklâliyeti uğrunda mücâhede eylemek bizler için farz-ı ayindir. Unsurların sufûf (saflar) ve an'anâtını siyânet (ananelerini korumak) ile istilâcıların esaretinden tahlis-i girîbân eylemeye (kurtulmaya) mücâhedâtınızda zât-ı necîbânelerinizle beraber olduğumu arz ederim. Bu bâbdaki mütâlalarımın onüçüncü kolordu vâsıtasıyla işârı sûretiyle müdâbele-i efkâretmeyi (görüş alış verişinde bulunmayı) rey-i necîbânelerine terk ile takdim-i ihlâs eylerim efendim." Ankara hükümeti her türlü yokluğa ve sıkıntıya rağmen, İngilizlere karşı verdiği mücadelede Uceymî Sâdun Paşa’yı destekledi. Atatürk’le irtibatlı ve Ankara Hükümeti yanında yer aldığı için doğduğu toprakları terk etmek zorunda kalan Uceymi Sadun Paşa’ya, Atatürk Urfa’da bir çiftlik verdi. Şener Şen'in başrolde oynadığı "Eşkiya" filmi, Atatürk’ün Uceymi Sadun Paşa'ya hediye ettiği Germüş Köyü'ndeki bu çiftlikte çekilmiştir. Köyün sahibi Abbas Sümer, Uceymî Sâdun Paşa’nın torunudur. Gerek Birinci Dünya Savaşı'nda gerekse Kuva-yı Milliye döneminde sadece Uceymi Sadun Paşa değil Şeyh Sunusi gibi Kuzey Afrika'nın önemli isimleri Ankara Hükümeti'nin yanında yer aldılar. Atatürk bu isimlerle irtibat içindeydi. Şeyh Sunusi’nin 15 Kasım 1920 tarihinde Ankara'ya gelerek Atatürk’le görüştüğünü, yani Atatürk’ün Kuzey Afrika ile de ilgilendiğini biliyoruz. İngilizlerin Ocak 1921'de Erbil ve Revanduz arasında bulunan Sürücü Aşiretinesaldırmaları üzerine M. Kemal Paşa, Millî Müdâfaa Vekâleti'ne çektiği telgrafla Revanduz bölgesine asker sevk edilmesini istedi. Bu görev Milis Yarbay Özdemir Bey'e verildi. Özdemir Bey'in Revanduz'da kazandığı başarının bölgedeki halk ve aşiretler üzerindeki etkisi, Türk Genelkurmayı'nı cesaretlendirmiş ve Musul'un kurtarılması için bazı askerî tedbirlerin alınmasına sevk etmiştir. Dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa 7 Eylül 1922 tarihli yazıyla El-Cezire Cephesi Kumandanlığından, Musul'a taarruz için gerekli hazırlıkların yapılması emrini vermiştir. Memleketin neredeyse tek kuruşa, bir lokma ekmeğe ve bir mermiye ihtiyacının olduğu Millî Mücadele günlerinde, bir aşirete tasallutta bulunulduğu için bölgeye derhal asker sevk eden Mustafa Kemal’in Ankara’sına karşılık; bugün, Kerkük’te, Musul’da, Erbil’de, Telafer’de olup bitenleri diplomatik ifadelerle savuşturmaya çalışan Ankara arasında anlaşılmaz bir tezat vardır. Millî Mücadele döneminde Halep Teşkilat-ı Milliyesi, Suriye ve Filistin Müdafa-i Kuvvay-ı Osmaniye Heyet-i Umumiyesi, Gönüllü Kahire Fırkası, Amman Çerkes Fırkası gibi örgütler Fransızlara ve İngilizlere karşı savaşan ve Ankara ile işbirliği yapan Arap örgütleridir. Ankara hükümeti Suriye'deki örgütlere silah ve cephanenin yanı sıra teşkilatçılar da göndererek yardım etmiştir. Güneyimizdeki Fransız ve İngiliz işgaline karşı Kuvva-yı Milliye ile bu örgütler karşılıklı dayanışma içinde oldular. 24 Nisan 1920’de, yani Millet Meclisi’nin açılışından bir gün sonra, Atatürk’ün gizli celsede Meclis kürsüsünden yaptığı bir konuşma vardır. Bu konuşmasında Atatürk, Emir Faysal’ın kendisine bir kurye gönderdiğini ve Suriye halkının Fransız ve İngilizlerin yönetiminden hoşnut olmadıklarından bahisle "Kendi dahillerinde müstakil olmak ve yine bir suretle, bir şekilde camia-yı Osmaniye dahilinde bulunmak cihetini düşündüler. Bittabi, makam-ı mualla-yı hilafete karşı olan bağlılıkları cümlemiz gibi bütün ehl-i iman için bir vazife-i mukaddese idi. Diğer bir kısmı daha da ileri gittiler. Bize hiçbir şekil ve surette istiklalin lüzumu yoktur, biz halifemize ve padişahımıza bağlı olarak camia-yı Osmaniye dahilinde bulunacağız" teklifinde bulunduğunu; buna karşılık olarak kendisinin de “bizim kendi hududumuz dahilinde ve hakimiyeti milliye esasına müstenit olmak üzere serbest olabilirler. Bizimle itilaf veya ittifakın fevkinde bir şekil ki federatif veya konfederatif denilen şekillerden birisiyle irtibat peyda edebiliriz” cevabını verdiğini açıklamıştır. Atatürk, gerek Emir Faysal’dan gerekse Irak’tan gelen bu isteklere karşılık “Biz şimdi size yardımcı olamayız. Çünkü biz bir Milli Mücadele içindeyiz ve elimizdeki güç kendimizi kurtarmaya yetecek kadardır. Siz de mücadele ediniz ve istiklalinizi kazanınız. Ondan sonra sizinle bir federasyon veya konfederasyon tarzında bir araya gelebiliriz” teklifinde bulunuyordu.Atatürk’ün Misak-ı Millî anlayışı, bizim ufkumuzu belirlemesi bakımından son derece önemlidir. Tayfur Bey’in (Sökmen) Atatürk’e yazdığı bir mektupta Hatay’ı kastederek “Sancak Millî Misak’a dahil midir?” sorusuna verdiği cevap : “Türklerin yaşadığı her yer Millî Misak içindedir.” Atatürk’ün yüzü Doğu’ya dönüktür. Cumhuriyet döneminde oluşturduğu uluslararası organizasyonlarla (Balkan Paktı ve Sadabad Paktı), bir yandan yeni Türk Devleti’nin güvenlik duvarlarını oluştururken, diğer yandan da bir Avrasya açılımı yaratmak istiyordu. Hemen belirtelim ki, Atatürk dönemindeki Türk Devleti’nin iç ve dış siyaset kurallarını Ankara Kriterleri belirliyordu. Bu özelliğiyle de yeni Türk Devleti, dış siyasette saygın ve vakur bir konuma sahipti. 1980'de dönemin Cumhurbaşkanı Vekili Çağlayangil'in izniyle girdiği Çankaya Köşkü'ndeki Atatürk'ün gizli kitaplığında Atatürk’ün vasiyeti üzerinde çalışma yapan İsmet Bozdağ’a “Sizce Atatürk niçin İsmet İnönü'nün değil de Mareşal Çakmak'ın Cumhurbaşkanı olmasını istedi?” sorusu sorulduğunda “İsmet Paşa'yı biliyorsunuz. Tutucu bir adam ve ürkek, cesur değil. Atatürk, Avrasya Devleti'ni gizli gizli hazırlıyordu. Rusya ile çatışmayı göz önüne alarak bunu yapıyordu. Bu çatışmayı önlemek için de iki şey kurmuştu. Birisi Sadabat Paktı, birisi Balkan Paktı. Böylece Rusya'dan korunmak istiyordu. Bu iki pakt ile Türkiye birleştiği zaman, Osmanlı İmparatorluğu tekrar kuruluyor”  cevabını vermiştir. Atatürk’ün “Batıcı” olduğu iddiasının sahiplerine şu soruları sormak gerekir? Atatürk’ün yukarıda örneklemeye çalıştığımız Asya ve Ortadoğu ile olan münasebetlerine benzerlik gösteren, Batı ile münasebet örneği var mıdır? Hayır. Atatürk Millî Mücadele’yi kime karşı vermiştir? Batı emperyalizmine karşı… Atatürk herhangi bir Batı ülkesiyle anlaşma yapmış mıdır? Hayır. Peki, içimizde baş gösteren Nasturi, Dersim, Şeyh Sait isyanlarını kimler tezgahlamıştır ve tezgahlamaya devam etmektedir? Batı… Başka bir soru: Atatürk Hatay sorunu sebebiyle Fransızlar, Oniki Adalar sebebiyle İtalyanlar, Musul sorunu sebebiyle de İngilizlerle savaşmanın eşiğine gelmiş midir? Evet… Bir soru daha: Atatürk’ün Millî Mücadele’si kimlere örnek olmuştur? Batı emperyalizmine karşı savaşan Mazlum Milletlere... Mazlum Milletler kimlerdir? Batı’nın vahşice sömürdüğü ülkeler…Bize göre, Atatürk bir Avrasya modeli kurgulamıştır. Bu kurgu hayal üstüne değil, tarihsel olgular ve tarihsel gerçeklik üzerine oturmaktadır. Atatürk’ün Asya ve Ortadoğu’ya bakışı, bizim Avrasya algılamalarımızın omurgasını teşkil etmelidir. Türk’ün hayat alanı Doğu’dadır. Bir gün Sovyetler Birliği’nin dağılacağını işaret edip, o günlere hazırlıklı olmamız gerektiği buyruğunu vermesi, Atatürk’ün Avrasyacılığı ile mi bağlantılıdır, Batıcılığı ile mi? Atatürk, “Türklerin yaşadığı her yer Millî Misak içindedir” diyor. Son olarak Atatürk merkezli Misak-ı Millî algılaması çerçevesinde “Misak-ı Millî” neresidir?..Bunu da iyi düşünmenizi sağlamak için sizlere bırakıyorum....

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve canakkaleninsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

07
Eylül
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.