Çanakkale Haber

Panİslamcı dış politikanın çöküşü

YEREL (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 16.06.2014 - 10:22, Güncelleme: 16.06.2014 - 10:22 1988+ kez okundu.
 

Panİslamcı dış politikanın çöküşü

Türkiye ’nin 2002 sonrası dış politikasına, Ahmet Davutoğlu ve kitabı ‘Stratejik Derinlik’ damgasını vurdu. ‘Stratejik Derinlik’, Cumhuriyet dönemi dış politikasından kopmanın ve yeni bir ideolojiyle Türkiye’yi bölgesinde lider küresel güç yapmanın iddiasını taşıyordu. Son 10 yılda bazı Batılı ve Türkiyeli gazetecilerin iddialarının aksine, ‘Stratejik Derinlik’ neo-Osmanlıcı çizgiyi benimsemez. Davutoğlu 1990’lı yıllarda yazdığı gazete makalelerinde Tanzimat sonrası Osmanlıcılığı redderek ve bundan esinlenen Özal’ın neo-Osmanlıcılığını Tanzimat paşalarına benzeterek eleştirir. 19. yüzyılın ikinci döneminde dağılan imparatorluğu ayakta tutmayı amaçlayan Osmanlıcılık; Araplar, Arnavutlar, Kürtler ve Türkler gibi Müslüman unsurların yanında Ermeni, Rum, Bulgar, Yahudi gibi gayrimüslim toplulukların devlete entegre edilerek desteğini almayı amaçlıyordu. Davutoğlu Osmanlıcılığın imparatorluğun çöküşünü engellemediğinin altını çizerek, Abdülhamid dönemi İslamcılığını idealize eder ve örnek alır. Ona göre nasıl İslamcılık Abdülhamid döneminde devletin dağılmasını nasıl engellediyse, Soğuk Savaş sonrasında da Türkiye’nin Ortadoğu’da lider olmasının önünü açacak ideolojidir.  Davutoğlu’nun hayalleri Gerçekten de Davutoğlu’na göre, 1918 sonrası Osmanlı’nın Ortadoğu’dan çekilmesiyle açılan parantez Soğuk Savaş’ın bitişiyle kapanır. Bu dönüşüm Türkiye’nin Ortadoğu’ya liderlik edebilmesi için tarihi fırsattır. Davutoğlu daha 1990’lı yıllarda Esad, Saddam, Kaddafi, Mübarek liderliğindeki otoriter rejimlerin ayakta kalamayacağını yazar. Ankara’nın yapması gereken Arap milliyetçiliğine karşı Ortadoğu’da İslamcı parti ve akımların iktidara gelmesi için uygun ortamı bekleyerek hazırlanmak ve zamanı geldiğinde harekete geçmektir. Davutoğlu, 2011 sonrası Arap Baharı sürecinde bu tarihi fırsatın yakalandığına karar verdi. Tunus’ta Nahta, Mısır ve Suriye’de kurulacak Müslüman Kardeşler iktidarları, Davutoğlu’nun hayallerini kurduğu Türkiye’yi küresel güç yapacak tarihi adımlar olacaktır.  Ancak son yaşanan gelişmeler işlerin hiç de Davutoğlu’nun öngördüğü gibi gitmediğini gösterdi bizlere. Libya kaos içinde, Mısır’da askeri yönetim iktidarda ve Suriye’de yüzbinlerce kişinin öldüğü iç savaş sonunda Türkiye sınırının karşısındaki bölgeleri radikal İslamcı gruplar kontrol ediyor. Davutoğlu’nun öngörülerinin gerçekleşmemesinin ve Türkiye dış politikasının Arap Baharı sürecinde en hafif anlamıyla başarısız olmasının iki önemli nedeni var. Birincisi Davutoğlu’nun ideolojik olarak benimsediği pan-İslamcı dış politikanın, Ortadoğu’nun günümüz gerçeklerine uygun olmadığı gerçeği. Abdülhamit döneminde uygulanan İslamcılık savunmacı refleksle imparatorluğun dağılmasını engellemeye çalışırken, Davutoğlu’nun pan-İslamcı dış politikası yayılmacı temellere dayanarak, Ortadoğu’da Türkiye hegemonyasında yeni bir siyasi düzen kurmayı amaçlıyor. Üstelik bunu amaçlarken son yüzyılda bölgeye damgasını vuran seküler Arap milliyetçiliği, sosyalizm gibi akımları bir kalemde silip atarak Ortadoğu’da zamanı 1914 yılına geri alabileceğini sanıyor. Ortadoğu halklarını Türkiye’nin liderliğini bekleyen Osmanlı bakiyesi edilgen unsurlar olarak tahayyül ediyor. Dahası Türkiye’nin bu hayalleri gerçekleştirebilecek askeri ve finansal kapasitesi yetişmiş insan gücü olup olmadığı sorgulanmıyor. Batının yayılmacı teorileri Davutoğlu’nun dış politika stratejisinin ikinci ciddi sorunuysa ‘Stratejik Derinlik’in teorik altyapısından kaynaklanıyor. Kitap ve Davutoğlu’nun dış politikası, 1945 öncesi Batı’da emperyal yayılmayı meşrulaştıran teorileri referans alıyor. Türkiye’nin Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya’da oluşturacağı hegemonyanın stratejisi belirlenirken, İngiliz kolonyalizminin savunucusu Mackinder, Amerikan ve Alman yayılmacılığının stratejisyenleri Mahan ve Haushofer örnek olarak gösteriliyor. Davutoğlu bir anlamda pan-İslamcı ideolojisini Batı emperyalizminin teorileriyle temellendiriyor. ‘Stratejik Derinlik’te sıklıkla kullanılan Hinterland, Lebensraum ( hayat alanı) gibi terimlerin 1920 ve 1930’lar Alman yayılmacılığının mimarı Haushofer’in dilinden düşürmediğini, merkez ülke kavramınının aynı dönemde Alman dış politikasına damga vuran Mittellage kavramından esinlediğini vurgulayalım. Bu bağlamda 1945 öncesi Avrupa’sında denenmiş ve başarısızlıkla sonuçlanmış yayılmacı dış politika teorilerini Türkiye’ye uygulamaktan çekinmiyor ‘Stratejik Derinlik’. Birikiminin reddi Her ne kadar düzen kurucu aktör, proaktif dış politika gibi kavramlarla paketlense de, Davutoğlu’nun dış politikası pan-İslamcı ideoloji ve kullanım zamanı çoktan geçmiş Batı’nın arkaik yayılmacı teorilerinin sentezinden oluşuyor. Son 12 yılda bir yandan bu vizyon uygulamaya konulurken, diğer yandan da Cumhuriyet’in dış politika birikimi savunmacı ve pasif davranmakla kıyasıya eleştirildi. Mustafa Kemal’in Suriye ve Libya’da İnönü’nün Yemen’de edindiği tecrübeler, 1923 sonrasında İran ve Afganistan’la kurulan yakın ilişkiler gözardı edilerek Cumhuriyet dönemi Türkiye’yi Ortadoğu’dan koparmakla suçlandı. Dahası Fatin Rüştü Zorlu, İhsan Sabri Çağlayangil, İsmail Cem gibi dışişleri bakanlarının partiler üstü dış politikaları; Montrö, Hatay ve Kıbrıs gibi atılımlar hatırlanmadı bile son yıllarda. 90 yıllık Cumhuriyet tarihinin Türkiye’yi Misak-ı Milli sınırlarına hapsettiği vurgulayan Davutoğlu, özellikle de Arap Baharı sonrası ulus devlet sınırlarından kurtulmanın müjdesini verdi sürekli olarak. İlla ki bir kıyaslama yapılacaksa Osmanlıyla arasında, dış politika Cumhuriyet’in sorunlarına rağmen başarılı sayılabileceği alanlardan biridir. Cumhuriyet dönemi dış politikası maceradan ve partizanlıktan uzak, Türkiye’nin saygın konumunu korumayı kısmen de olsa başardı. Ancak bunu yetersiz gören Davutoğlu, Türkiye’nin dış politikasında ulus-devlet ölçeğinde ısrar etmesi halinde tarih sahnesinden silineceğini iddiasıyla yola çıktı. Türkiye ya bölgesinde lider ve küresel bir güç olacak ya da yok olup gidecekti. Kahire’yi Şam’ı sokak sokak bildiğini iddia eden Davutoğlu yönetiminde Türkiye, Suriye ve Mısır’da bugün adeta yolunu kaybetmiş halde. Davutoğlu dönemi Cumhuriyetin tarihi birikiminin yok sayıldığı, partizan dış polikasıyla geçmişten ciddi bir kopuş; Musul’daki son konsolosluk kriziyse o kopuşun çöküşüdür. * Yrd. Doç., Marmara Üni. Facebook'ta Paylaş
Türkiye ’nin 2002 sonrası dış politikasına, Ahmet Davutoğlu ve kitabı ‘Stratejik Derinlik’ damgasını vurdu. ‘Stratejik Derinlik’, Cumhuriyet dönemi dış politikasından kopmanın ve yeni bir ideolojiyle Türkiye’yi bölgesinde lider küresel güç yapmanın iddiasını taşıyordu. Son 10 yılda bazı Batılı ve Türkiyeli gazetecilerin iddialarının aksine, ‘Stratejik Derinlik’ neo-Osmanlıcı çizgiyi benimsemez. Davutoğlu 1990’lı yıllarda yazdığı gazete makalelerinde Tanzimat sonrası Osmanlıcılığı redderek ve bundan esinlenen Özal’ın neo-Osmanlıcılığını Tanzimat paşalarına benzeterek eleştirir. 19. yüzyılın ikinci döneminde dağılan imparatorluğu ayakta tutmayı amaçlayan Osmanlıcılık; Araplar, Arnavutlar, Kürtler ve Türkler gibi Müslüman unsurların yanında Ermeni, Rum, Bulgar, Yahudi gibi gayrimüslim toplulukların devlete entegre edilerek desteğini almayı amaçlıyordu. Davutoğlu Osmanlıcılığın imparatorluğun çöküşünü engellemediğinin altını çizerek, Abdülhamid dönemi İslamcılığını idealize eder ve örnek alır. Ona göre nasıl İslamcılık Abdülhamid döneminde devletin dağılmasını nasıl engellediyse, Soğuk Savaş sonrasında da Türkiye’nin Ortadoğu’da lider olmasının önünü açacak ideolojidir.  Davutoğlu’nun hayalleri Gerçekten de Davutoğlu’na göre, 1918 sonrası Osmanlı’nın Ortadoğu’dan çekilmesiyle açılan parantez Soğuk Savaş’ın bitişiyle kapanır. Bu dönüşüm Türkiye’nin Ortadoğu’ya liderlik edebilmesi için tarihi fırsattır. Davutoğlu daha 1990’lı yıllarda Esad, Saddam, Kaddafi, Mübarek liderliğindeki otoriter rejimlerin ayakta kalamayacağını yazar. Ankara’nın yapması gereken Arap milliyetçiliğine karşı Ortadoğu’da İslamcı parti ve akımların iktidara gelmesi için uygun ortamı bekleyerek hazırlanmak ve zamanı geldiğinde harekete geçmektir. Davutoğlu, 2011 sonrası Arap Baharı sürecinde bu tarihi fırsatın yakalandığına karar verdi. Tunus’ta Nahta, Mısır ve Suriye’de kurulacak Müslüman Kardeşler iktidarları, Davutoğlu’nun hayallerini kurduğu Türkiye’yi küresel güç yapacak tarihi adımlar olacaktır.  Ancak son yaşanan gelişmeler işlerin hiç de Davutoğlu’nun öngördüğü gibi gitmediğini gösterdi bizlere. Libya kaos içinde, Mısır’da askeri yönetim iktidarda ve Suriye’de yüzbinlerce kişinin öldüğü iç savaş sonunda Türkiye sınırının karşısındaki bölgeleri radikal İslamcı gruplar kontrol ediyor. Davutoğlu’nun öngörülerinin gerçekleşmemesinin ve Türkiye dış politikasının Arap Baharı sürecinde en hafif anlamıyla başarısız olmasının iki önemli nedeni var. Birincisi Davutoğlu’nun ideolojik olarak benimsediği pan-İslamcı dış politikanın, Ortadoğu’nun günümüz gerçeklerine uygun olmadığı gerçeği. Abdülhamit döneminde uygulanan İslamcılık savunmacı refleksle imparatorluğun dağılmasını engellemeye çalışırken, Davutoğlu’nun pan-İslamcı dış politikası yayılmacı temellere dayanarak, Ortadoğu’da Türkiye hegemonyasında yeni bir siyasi düzen kurmayı amaçlıyor. Üstelik bunu amaçlarken son yüzyılda bölgeye damgasını vuran seküler Arap milliyetçiliği, sosyalizm gibi akımları bir kalemde silip atarak Ortadoğu’da zamanı 1914 yılına geri alabileceğini sanıyor. Ortadoğu halklarını Türkiye’nin liderliğini bekleyen Osmanlı bakiyesi edilgen unsurlar olarak tahayyül ediyor. Dahası Türkiye’nin bu hayalleri gerçekleştirebilecek askeri ve finansal kapasitesi yetişmiş insan gücü olup olmadığı sorgulanmıyor. Batının yayılmacı teorileri Davutoğlu’nun dış politika stratejisinin ikinci ciddi sorunuysa ‘Stratejik Derinlik’in teorik altyapısından kaynaklanıyor. Kitap ve Davutoğlu’nun dış politikası, 1945 öncesi Batı’da emperyal yayılmayı meşrulaştıran teorileri referans alıyor. Türkiye’nin Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya’da oluşturacağı hegemonyanın stratejisi belirlenirken, İngiliz kolonyalizminin savunucusu Mackinder, Amerikan ve Alman yayılmacılığının stratejisyenleri Mahan ve Haushofer örnek olarak gösteriliyor. Davutoğlu bir anlamda pan-İslamcı ideolojisini Batı emperyalizminin teorileriyle temellendiriyor. ‘Stratejik Derinlik’te sıklıkla kullanılan Hinterland, Lebensraum ( hayat alanı) gibi terimlerin 1920 ve 1930’lar Alman yayılmacılığının mimarı Haushofer’in dilinden düşürmediğini, merkez ülke kavramınının aynı dönemde Alman dış politikasına damga vuran Mittellage kavramından esinlediğini vurgulayalım. Bu bağlamda 1945 öncesi Avrupa’sında denenmiş ve başarısızlıkla sonuçlanmış yayılmacı dış politika teorilerini Türkiye’ye uygulamaktan çekinmiyor ‘Stratejik Derinlik’. Birikiminin reddi Her ne kadar düzen kurucu aktör, proaktif dış politika gibi kavramlarla paketlense de, Davutoğlu’nun dış politikası pan-İslamcı ideoloji ve kullanım zamanı çoktan geçmiş Batı’nın arkaik yayılmacı teorilerinin sentezinden oluşuyor. Son 12 yılda bir yandan bu vizyon uygulamaya konulurken, diğer yandan da Cumhuriyet’in dış politika birikimi savunmacı ve pasif davranmakla kıyasıya eleştirildi. Mustafa Kemal’in Suriye ve Libya’da İnönü’nün Yemen’de edindiği tecrübeler, 1923 sonrasında İran ve Afganistan’la kurulan yakın ilişkiler gözardı edilerek Cumhuriyet dönemi Türkiye’yi Ortadoğu’dan koparmakla suçlandı. Dahası Fatin Rüştü Zorlu, İhsan Sabri Çağlayangil, İsmail Cem gibi dışişleri bakanlarının partiler üstü dış politikaları; Montrö, Hatay ve Kıbrıs gibi atılımlar hatırlanmadı bile son yıllarda. 90 yıllık Cumhuriyet tarihinin Türkiye’yi Misak-ı Milli sınırlarına hapsettiği vurgulayan Davutoğlu, özellikle de Arap Baharı sonrası ulus devlet sınırlarından kurtulmanın müjdesini verdi sürekli olarak. İlla ki bir kıyaslama yapılacaksa Osmanlıyla arasında, dış politika Cumhuriyet’in sorunlarına rağmen başarılı sayılabileceği alanlardan biridir. Cumhuriyet dönemi dış politikası maceradan ve partizanlıktan uzak, Türkiye’nin saygın konumunu korumayı kısmen de olsa başardı. Ancak bunu yetersiz gören Davutoğlu, Türkiye’nin dış politikasında ulus-devlet ölçeğinde ısrar etmesi halinde tarih sahnesinden silineceğini iddiasıyla yola çıktı. Türkiye ya bölgesinde lider ve küresel bir güç olacak ya da yok olup gidecekti. Kahire’yi Şam’ı sokak sokak bildiğini iddia eden Davutoğlu yönetiminde Türkiye, Suriye ve Mısır’da bugün adeta yolunu kaybetmiş halde. Davutoğlu dönemi Cumhuriyetin tarihi birikiminin yok sayıldığı, partizan dış polikasıyla geçmişten ciddi bir kopuş; Musul’daki son konsolosluk kriziyse o kopuşun çöküşüdür. * Yrd. Doç., Marmara Üni. Facebook'ta Paylaş
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve canakkaleninsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.