Çanakkale Haber

Ahmet Yaşar ZENGİN
Köşe Yazarı
Ahmet Yaşar ZENGİN
 

Öz Eleştiri

Değerli Arkadaşlarım Merhaba, Ramazanın ikinci gününde öğretmen Fuat Gürleyen arkadaşımla, “Daşşuva Buradayız” Wassap grubunu oluşturduk. Amacımız, ilk öğretmen ve ilk öğrenci arkadaşlarımızla hasret gidermek… O günün öğrencileri; bugünün akademisyenleri, doktorları, mühendisleri, öğretmenleri, iş adamları ve ev hanımları… İşte böyle bir gruptan çok güzel paylaşımlar yapıldı ve bu paylaşımlardan istifade ederek bir öz eleştiri yapma ihtiyacını duydum. Gerçi bu öz eleştiriden çok rahatsız olanlar oldu. Öz eleştiriler birçok öğretmenin geçmişteki icraatlarını da sorguluyordu. Bilhassa kendini bir urganla siyasi liderlere ve tarikatlara bağlayan aynı zamanda siyasi liderlerin ve tarikatların doğrularını, mukaddes kabul edenler ise daha çok rahatsız oldular... Çünkü tabulaştırılan liderlerin, cemaatlerin ve tarikatların, doğruların kaynağı ile tartılmasını istemiyordu… Daşşuva Buradayız wassap grubunda akademisyen Yalçın Önder’in paylaşımı adeta bir manifesto gibi grupta gündeme oturdu. Şöyle diyeyim bir eğitimcinin nasıl olması gerektiğini anlattı, Yalçın önder… Aslında Yalçın Önder, geçmişi eleştirmek gibi bir niyeti yoktur. Yalçın Önder’in çırpınışı çocuklarının nasıl bir eğitim almasını dile getirmekti… Değerli okuyucularım, 70 li ve 80 lı yıllarda ister öğretmen olun ister öğrenci olun ya “+” tarafında ya da “ –“ tarafında bulunmak mecburiyeti vardı. Bu vesile ile öğretmen, duruşunu gösteremiyordu. Dolayısıyla Yalçın Önder’in anlattığı tarzda bir eğitimci görmek mümkün değildi… Yalçın Önder'in anlattığı anlayış içinde hareket edenler de, her iki taraftan dışlandı veya her iki taraftan da şiddet gördü… Ama bu öğretmen de hiç bir zaman doğruların kaynağına ulaşmayı denemedi... Denediyse de anlatma tekniğini bilemedi... Eğitimci şöyle olabilirdi diye şimdi öz eleştiri yapıyorum ama çok geç. Nasıl bir eğitimci olabilirdik? Sorusuna cevap verelim: Geçmişi yaşayan eğitimciler, daha çok diplomatik dil kullanarak öğrencilerine faydalı olabilirdi. İşte bu dili kullanabilmek için tecrübe gerekli veya öğretmen yetiştiren okullarda böyle bir eğitim alınmalıydı. 1970 yılların üniversitelerinde Koca koca öğretim elemanları, ya “+” ya “-“ nin yanında olmamız konusunda telkinde bulundular. Haliyle buradan yetişen eğitimciler de “+” ya da “-“ nın yanında yer alarak kahramanlıklarına devam ettiler. Böyle yaşamayı kahramanlık veya bir beceri veya bir ustalık olarak kabul etme mecburiyetinde oldular. İşte böyle bir ortamda aklıselim öğrenci yetiştirmek çok zordu… Amasya’nın Taşova lisesinde 9 Kasım 1979 yılında göreve başladım. İlçenin Avukatlarından Nail Eren Allah rahmet etsin. Karadeniz eniştesi olduğu için bir de hatırı sayılır birinden mektup götürdüğüm için benimle çok ilgilendi. Esnaf ve siyasi parti başkanları ile beni tanıştırdı. Avukat Nail Eren, vatandaş, öğrenci ve esnaf ile nasıl barışık olmam gerektiğini mütevazı evinde birçok kere anlattı. Siyasileri ve il milli eğitim müdürü ile birlikte beni de aynı anda misafir etti, İlçenin birçok sorununa ortak etti. İlçenin eğitim sorunlarının çözümü noktasında sorumluluk yükledi. Yani eğitim fakültesinde alamadığım eğitimi ve tecrübeyi Nail Eren’den öğrendim. Bu konuyu şunun için anlattım: Göreve başlayan genç öğretmenlerin her birine Avukat Nail Eren gibi bir rehber olması gerekir. Asıl konuya dönelim: Adeta partileri ve tarikatları tabulaştırdık. Tabuların etrafında doğruları aramaya başladık. Ve bu tabulara bir urgan ile kendimizi bağladık. Asıl hata ise tabulaştırdığımız kavramların etrafında doğruları aramak idi… Tabulaştırdığımız siyasi kavramları, doğrular ile süslememiz gerekirken, siyasi kavramlar ile doğruları süslemeye çalıştık veya doğruları amacından uzaklaştırdık… Neydi tabulaştırdığımız bu kavramlar: Siyasi liderler, siyasi partiler, cemaatler, tarikatlar. Doğruların kaynağını bıraktık söz konusu tabularda, doğruları aradık. 70 li yıllarda öldürülen gençlerimiz, 1980 ihtilali, 28 Şubat olayı, 17-25 Aralık darbe girişimi, 15 Temmuz darbe kalkışması ve FETÖ dan dan dolayı işinden olan insanların durumlarını örnek olarak verebiliriz. Söz konusu sorunların nedeni, doğruları kaynağından öğrenememek veya öğretememek… Semavi dinler ve bu dinlerin kitapları, doğruları gösterdi ama biz, siyasi liderlerin sandıkları doğruları kabul ettik. Liderlerin doğruları ile semavi dinlerin doğruları ters düşmesine rağmen tercihimiz siyasi liderlerin veya tarikatların veya cemaatlerin doğru sandıklarını kabul ettik. Bunun sonucunda da gerilim, bunun sonucunda taraf tutma, bunun sonucunda ise hırçın bir toplum oluşturduk… Arzu edilmeyen bir toplumun ortaya çıkmasının nedeni ise akıl ve bilimi bir arada bulundurmamaktan kaynaklanıyordu. Yukarıda semavi dinler dedim. Çünkü Söz konusu dinlerin getirdiği kitaplar ve peygamberlerden birisini ret ettiğimiz de iman etmiş olamıyoruz. Dolayısıyla Semavi kitapların sonuncusu Kur’an-ı Kerim ve son peygamber Hz. Muhammet, doğruları çok ve açık bir şekilde anlatmasına rağmen siyasi liderlerde, doğrular konusunda umut aradık, sonucunda istismar edildik. Doğruların kaynağını bulabilmek için “akıl” ve “bilim” eşliğinde olacağını anlatamadık. İşte en büyük kabahatımız buradadır. Akıl ve bilimi istikrarlı bir şekilde kullandığımız zaman doğruların kaynağı verdiği terazi ile tabulaştırdığımız siyasi liderleri, siyasi partileri, tarikatları ve cemaatleri söz konusu terazi ile tartmayı öğretemedik. Söz konusu terazi ile tartmayı öğretmek, sadece öğretmenin görevi değildir. Ailenin, hukukçunun, doktorun, mühendisin, sağlıkçının, pilotun, bakkalın, manavın, eczacının, teknisyenlerin velhasıl bütün meslek erbaplarının görevidir. Bu görevi yerine getirebilmek için akıl ile bilimi yan yana getiremedik, dolayısıyla başarıyı yakalayamadık ve sağlıklı toplum oluşturamadık... Sadece oruç tutmak yeterli değildir. Sadece namaz kılmak yeterli değildir. Sadece iyi bir sağlıkçı olmak yeterli değildir. Sadece iyi bir siyasetçi olmak yeterli değildir. Sadece iyi bir öğretici olmak yeterli değildir. İyi meslek erbabı olmanın yanında akıl ve bilimi bir arada kullanma becerisine sahip olabilmenin sorunları çözeceğini geç fark ettik. Aklı ile semavi dinlerin getirdiği doğruları, öğrenmek gibi bir görevimiz vardır. Topu sağa sola atmadan, insan olarak öz eleştiri yapalım. Söz konusu bu hassasiyetimizi taşıdığımız zaman Akademisyen Yalçın Önder’in tanımladığı bir büyük veya bir rehber veya iyi bir eğitimci en önemlisi iyi bir anne – baba olabiliriz. Selam ve saygılarımla…
Ekleme Tarihi: 27 Mayıs 2020 - Çarşamba
Ahmet Yaşar ZENGİN

Öz Eleştiri

Değerli Arkadaşlarım Merhaba,

Ramazanın ikinci gününde öğretmen Fuat Gürleyen arkadaşımla, “Daşşuva Buradayız” Wassap grubunu oluşturduk. Amacımız, ilk öğretmen ve ilk öğrenci arkadaşlarımızla hasret gidermek… O günün öğrencileri; bugünün akademisyenleri, doktorları, mühendisleri, öğretmenleri, iş adamları ve ev hanımları…

İşte böyle bir gruptan çok güzel paylaşımlar yapıldı ve bu paylaşımlardan istifade ederek bir öz eleştiri yapma ihtiyacını duydum. Gerçi bu öz eleştiriden çok rahatsız olanlar oldu. Öz eleştiriler birçok öğretmenin geçmişteki icraatlarını da sorguluyordu.

Bilhassa kendini bir urganla siyasi liderlere ve tarikatlara bağlayan aynı zamanda siyasi liderlerin ve tarikatların doğrularını, mukaddes kabul edenler ise daha çok rahatsız oldular... Çünkü tabulaştırılan liderlerin, cemaatlerin ve tarikatların, doğruların kaynağı ile tartılmasını istemiyordu…

Daşşuva Buradayız wassap grubunda akademisyen Yalçın Önder’in paylaşımı adeta bir manifesto gibi grupta gündeme oturdu. Şöyle diyeyim bir eğitimcinin nasıl olması gerektiğini anlattı, Yalçın önder… Aslında Yalçın Önder, geçmişi eleştirmek gibi bir niyeti yoktur. Yalçın Önder’in çırpınışı çocuklarının nasıl bir eğitim almasını dile getirmekti…

Değerli okuyucularım,

70 li ve 80 lı yıllarda ister öğretmen olun ister öğrenci olun ya “+” tarafında ya da “ –“ tarafında bulunmak mecburiyeti vardı. Bu vesile ile öğretmen, duruşunu gösteremiyordu. Dolayısıyla Yalçın Önder’in anlattığı tarzda bir eğitimci görmek mümkün değildi… Yalçın Önder'in anlattığı anlayış içinde hareket edenler de, her iki taraftan dışlandı veya her iki taraftan da şiddet gördü… Ama bu öğretmen de hiç bir zaman doğruların kaynağına ulaşmayı denemedi... Denediyse de anlatma tekniğini bilemedi...

Eğitimci şöyle olabilirdi diye şimdi öz eleştiri yapıyorum ama çok geç. Nasıl bir eğitimci olabilirdik? Sorusuna cevap verelim:

Geçmişi yaşayan eğitimciler, daha çok diplomatik dil kullanarak öğrencilerine faydalı olabilirdi. İşte bu dili kullanabilmek için tecrübe gerekli veya öğretmen yetiştiren okullarda böyle bir eğitim alınmalıydı. 1970 yılların üniversitelerinde Koca koca öğretim elemanları, ya “+” ya “-“ nin yanında olmamız konusunda telkinde bulundular. Haliyle buradan yetişen eğitimciler de “+” ya da “-“ nın yanında yer alarak kahramanlıklarına devam ettiler. Böyle yaşamayı kahramanlık veya bir beceri veya bir ustalık olarak kabul etme mecburiyetinde oldular. İşte böyle bir ortamda aklıselim öğrenci yetiştirmek çok zordu…

Amasya’nın Taşova lisesinde 9 Kasım 1979 yılında göreve başladım. İlçenin Avukatlarından Nail Eren Allah rahmet etsin. Karadeniz eniştesi olduğu için bir de hatırı sayılır birinden mektup götürdüğüm için benimle çok ilgilendi. Esnaf ve siyasi parti başkanları ile beni tanıştırdı.

Avukat Nail Eren, vatandaş, öğrenci ve esnaf ile nasıl barışık olmam gerektiğini mütevazı evinde birçok kere anlattı. Siyasileri ve il milli eğitim müdürü ile birlikte beni de aynı anda misafir etti, İlçenin birçok sorununa ortak etti. İlçenin eğitim

sorunlarının çözümü noktasında sorumluluk yükledi. Yani eğitim fakültesinde alamadığım eğitimi ve tecrübeyi Nail Eren’den öğrendim. Bu konuyu şunun için anlattım: Göreve başlayan genç öğretmenlerin her birine Avukat Nail Eren gibi bir rehber olması gerekir. Asıl konuya dönelim:

Adeta partileri ve tarikatları tabulaştırdık. Tabuların etrafında doğruları aramaya başladık. Ve bu tabulara bir urgan ile kendimizi bağladık. Asıl hata ise tabulaştırdığımız kavramların etrafında doğruları aramak idi… Tabulaştırdığımız siyasi kavramları, doğrular ile süslememiz gerekirken, siyasi kavramlar ile doğruları süslemeye çalıştık veya doğruları amacından uzaklaştırdık… Neydi tabulaştırdığımız bu kavramlar:

Siyasi liderler, siyasi partiler, cemaatler, tarikatlar. Doğruların kaynağını bıraktık söz konusu tabularda, doğruları aradık. 70 li yıllarda öldürülen gençlerimiz, 1980 ihtilali, 28 Şubat olayı, 17-25 Aralık darbe girişimi, 15 Temmuz darbe kalkışması ve FETÖ dan dan dolayı işinden olan insanların durumlarını örnek olarak verebiliriz. Söz konusu sorunların nedeni, doğruları kaynağından öğrenememek veya öğretememek…

Semavi dinler ve bu dinlerin kitapları, doğruları gösterdi ama biz, siyasi liderlerin sandıkları doğruları kabul ettik. Liderlerin doğruları ile semavi dinlerin doğruları ters düşmesine rağmen tercihimiz siyasi liderlerin veya tarikatların veya cemaatlerin doğru sandıklarını kabul ettik. Bunun sonucunda da gerilim, bunun sonucunda taraf tutma, bunun sonucunda ise hırçın bir toplum oluşturduk…

Arzu edilmeyen bir toplumun ortaya çıkmasının nedeni ise akıl ve bilimi bir arada bulundurmamaktan kaynaklanıyordu. Yukarıda semavi dinler dedim. Çünkü Söz konusu dinlerin getirdiği kitaplar ve peygamberlerden birisini ret ettiğimiz de iman etmiş olamıyoruz. Dolayısıyla Semavi kitapların sonuncusu Kur’an-ı Kerim ve son peygamber Hz. Muhammet, doğruları çok ve açık bir şekilde anlatmasına rağmen siyasi liderlerde, doğrular konusunda umut aradık, sonucunda istismar edildik. Doğruların kaynağını bulabilmek için “akıl” ve “bilim” eşliğinde olacağını anlatamadık. İşte en büyük kabahatımız buradadır.

Akıl ve bilimi istikrarlı bir şekilde kullandığımız zaman doğruların kaynağı verdiği terazi ile tabulaştırdığımız siyasi liderleri, siyasi partileri, tarikatları ve cemaatleri söz konusu terazi ile tartmayı öğretemedik.

Söz konusu terazi ile tartmayı öğretmek, sadece öğretmenin görevi değildir. Ailenin, hukukçunun, doktorun, mühendisin, sağlıkçının, pilotun, bakkalın, manavın, eczacının, teknisyenlerin velhasıl bütün meslek erbaplarının görevidir. Bu görevi yerine getirebilmek için akıl ile bilimi yan yana getiremedik, dolayısıyla başarıyı yakalayamadık ve sağlıklı toplum oluşturamadık...

Sadece oruç tutmak yeterli değildir. Sadece namaz kılmak yeterli değildir. Sadece iyi bir sağlıkçı olmak yeterli değildir. Sadece iyi bir siyasetçi olmak yeterli değildir. Sadece iyi bir öğretici olmak yeterli değildir. İyi meslek erbabı olmanın yanında akıl ve bilimi bir arada kullanma becerisine sahip olabilmenin sorunları çözeceğini geç fark ettik.

Aklı ile semavi dinlerin getirdiği doğruları, öğrenmek gibi bir görevimiz vardır. Topu sağa sola atmadan, insan olarak öz eleştiri yapalım. Söz konusu bu hassasiyetimizi taşıdığımız zaman Akademisyen Yalçın Önder’in tanımladığı bir büyük veya bir rehber veya iyi bir eğitimci en önemlisi iyi bir anne – baba olabiliriz.

Selam ve saygılarımla…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve canakkaleninsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.