Çanakkale Haber

Levent GÜLTEKİN
Köşe Yazarı
Levent GÜLTEKİN
 

Ucuz kabadayılığın ağır faturası

@acikcenk / acikcenk@gmail.com Her şey Davos’ta çekilen “One minute!” ile başladı. İktidar bir şey fark etti: Dış politikada meydan okuyucu, sağa sola fırça atan bir dil kullanmanın kendisi için çok kolay ve ucuz bir getirisi var. Müslüman ülke halklarında İsrail’in, ABD’nin, Batı’nın yaptıklarına karşı biriken haklı bir öfke vardı. “One minute” çıkışının yarattığı etki, bu öfkenin günlük siyasi kazanç için bulunmaz bir kaynak olduğunu gösterdi. Bu ucuz ama çok tehlikeli kaynağı kullanmaktan imtina etmediler. “One minute” çıkışına dünya bir anlık öfke patlaması gözüyle bakarak dikkatli davrandı. İsrail, ilişkiler daha da bozulmasın diye alttan alan mesajlar verdi. ABD ve Batı, İsrail ile Türkiye’nin ilişkisini düzeltmek için çabaladı. Fakat tüm bu çabaları ‘Bizden korktular, bizi hafife alamayacaklarını anladılar, biz olmadan bölgede hiç bir şey yapamayacaklarını gördüler’ diye algılayan iktidar diplomatik dili büsbütün bir kenara bıraktı. İsrail’in ilişkileri düzeltmeye çalışmaktan vazgeçtiğini, Türkiye’nin çıkarına aykırı politikalara ağırlık verdiğini gördüklerinde geri vites yaptılar. Ancak iş işten geçmişti. İsrail ile eskisi gibi etkin bir ilişki kuramıyorlardı. Çünkü Türkiye içi boş, ucuz tehditler savururken, esasında elinin ne kadar zayıf olduğunu bütün dünyaya göstermişti. Şimdi Filistin bütünüyle yalnız. Gazze bütünüyle sahipsiz. Ve Türkiye, İsrail’e diplomatik olarak bile tek bir cümle edemez durumda. İktidara kısa vadeli kazanç sağlayan ama ülkeye zerre kadar yarar getirmediği gibi büyük zararlar veren kabadayı dilin dozu, her geçen gün biraz daha arttı. Dış politika artık iç politikanın malzemesi yapılmıştı. Diplomasinin yerini BM’ye, ABD’ye, Rusya’ya AB’ye, İsrail’e, esasen bütün dünyaya meydan okuyan, ayar veren bir dil almıştı. Taraftarın duygusunu kabartmak, ideolojik bir kenetlenme sağlamak adına önlerine gelen ülkeye en üst perdeden ayar vermekten, hakaret etmekten zerre kadar çekinmiyorlardı. Bu dilin, bu yaklaşımın getirdiği zararı İsrail ile yaşanan olayda gördükleri halde benzer bir dili Rusya ile ilişkilerde de kullandılar. Rus uçağı düşürüldüğünde köklü bir devlet gibi diplomatik dil yerine, bir mahalle kabadayısı evsafında dil kullanmaya başladılar. “Gerekirse tezek yakarız”, “Siz yeni Türkiye’nin büyüklüğünün farkında değilsiniz”, “Artık, boyun eğen, ‘Tamam’ diyen bir ülke değiliz, bunu kabul ederseniz sizin iyiliğinize…” gibi ipe sapa gelmez, temelsiz, ucuz meydan okumalarla Rusya’yla da bütün köprüleri attılar. Fakat çok sürmedi. Turizm ağır yara alıp tarım ihracatı durunca ve meydan okumanın maliyetinin farkına vardıklarında Rusya’dan özür dilediler. Fakat Rusya eski Rusya olmadı. Çünkü söylenmiş onlarca ipe sapa gelmez cümle vardı. Üstelik sergilenen o kabadayılığın ne kadar kof olduğunu, Türkiye’nin elinin ne kadar zayıf olduğunu, birçok alanda kendilerine muhtaç olduğunu fark ettiler. Rusya tarım ürünlerine koyduğu ambargoyu kaldırmıyor. Türkiye’nin tek taraflı vize iptaline rağmen vize uygulamaktan vazgeçmiyor, 103 gündür Ankara’ya büyükelçi atamıyor. Türkiye’nin en hassas olduğu Suriye’deki YPG konusunda YPG’ye açıktan destek vermekten zerre kadar çekinmiyor. Ve ne yazık ki Türkiye’nin Rusya’ya söyleyebilecek tek bir sözü yok. Bizimkiler, en küçük bir memnuniyetsizlik belirtisinde bile bulunamıyorlar. Atılan onca naranın, meydan okumanın ardından gelinen nokta ‘Aman sesimizi çıkarmayalım da var olan tek taraflı ilişki de bozulmasın’ durumu. Özürden sonra Rusya ile ilişkilerin düzeldiğini sandıkları bir dönemde bu sefer ABD’ye, NATO’ya, AB’ye kabadayılık tasladılar. Yandaş medyada her gün bir Batı ülkesi için “Terörist devlet” manşetleri, “Ortadoğu’da artık biz varız bizsiz hiç bir şey yapamazsınız” gibi ipe sapa gelmez tehditler, “Ya biz ya YPG” gibi çocukça tercihe zorlamalar… Hepsinin neticesinde Türkiye artık ne Irak’ta ne de Suriye’de var. ABD’ye ve Batı’ya “Ortadoğu’da artık bizsiz yaprak kımıldamaz, biz olmadan hiçbir şey olmaz” tehdidi savruluyordu. Tehdit edilenler tehdit edenin kofluğunu, güçsüzlüğünü göstermek için onun istemediği, “Yaparsanız çok fena olur” dediği her şeyi yaptılar. Mesela Türkiye, Musul operasyonuna dahil edilmedi. Suriye’de istediği tampon bölge talebi kabul görmeyince sessizce gündemden düşürdü. “Rakka operasyonunu YPG ile değil bizle yapın” talebi vardı; ABD ve Rusya, Türkiye’yi değil YPG’yi seçti. Bundan dolayı Rakka ve Münbiç’e ABD ile beraber operasyon hayalleri rafa kaldırılarak ‘Fırat Kalkanı’ operasyonu apar topar sonlandırıldı. Üstelik “71 gencecik çocuk niçin oralarda şehit oldu?” sorusu havada dururken. Türkiye’nin en çok korktuğu ‘Suriye’de bir Kürt bölgesi oluşumu’ ABD ve Rusya’nın desteğiyle gerçekleşiyor. Kerkük’te istemediği bir durum gelişiyor fakat sesini çıkaramıyor. Mesele sadece masada olmamak değil. Bütün gelişmeler Türkiye aleyhine ilerliyor. Fakat ne yazık ki Türkiye’nin bunlara itiraz edecek, etse de karşılık alacak en küçük bir ağırlığı kalmadı. Türkiye, büyük devlet olmadan büyük devletmiş gibi davranmanın, hatta kabadayılığı büyük devlet olmak sanmanın ağır faturasıyla karşı karşıya. Türkiye’nin hem Batı ve ABD’yle hem Rusya’yla hem de İran, Irak, Mısır gibi Müslüman ülkelerle ilişkisi ağır yara aldı. Tehditler, meydan okumlalar, diplomatik dilden uzak, mahalle kabadayısı edasıyla yapılan hakaretler, farklı ülkelere yöneltilen akıl almaz ithamlar… Tüm bunların sonunda bütün etkisini kaybetmiş, dünya siyasetinde en küçük bir ağırlığı, itibarı kalmamış bir ülke durumuna geldik. Bir devlet bankasının genel müdür yardımcısı bir başka ülkede tutuklanıyor, iktidar ağzını açıp tek cümle edemiyor, bir politika belirleyemiyor. Çünkü ülkemizin o cümleyi edebilecek, caydırıcı bir politika belirleyecek en küçük bir ağırlığı kalmadı. Hezeyanlar içindeki kimi yandaş kalemlerin “Yedi düvelle savaşıyoruz” gibi akıl almaz yayınları, iktidarın, içeride kendini sağlama almak için dış politikayı iç politika malzemesi yapması neticesinde Türkiye ağır bir bedel ödüyor. Yukarıda da dediğim gibi büyük devlet olmadan büyük devletmiş gibi davranmanın, büyük devlet olmayı mahalle kabadayılığı sanmanın neticesinde Türkiye dışarıda, devlet olma vasfını, etkisini ve ağırlığını bütünüyle kaybetti. Birçok uzmana göre de ‘haydut devlet’ olarak algılanıyoruz. İktidarlarını sağlama almak için Türkiye’nin asırlardır birikmiş tüm itibarını harcadılar. Çok yazık!   Diken.com.tr
Ekleme Tarihi: 02 Nisan 2017 - Pazar
Levent GÜLTEKİN

Ucuz kabadayılığın ağır faturası

@acikcenk / acikcenk@gmail.com

Her şey Davos’ta çekilen “One minute!” ile başladı.

İktidar bir şey fark etti: Dış politikada meydan okuyucu, sağa sola fırça atan bir dil kullanmanın kendisi için çok kolay ve ucuz bir getirisi var.

Müslüman ülke halklarında İsrail’in, ABD’nin, Batı’nın yaptıklarına karşı biriken haklı bir öfke vardı.

“One minute” çıkışının yarattığı etki, bu öfkenin günlük siyasi kazanç için bulunmaz bir kaynak olduğunu gösterdi. Bu ucuz ama çok tehlikeli kaynağı kullanmaktan imtina etmediler.

“One minute” çıkışına dünya bir anlık öfke patlaması gözüyle bakarak dikkatli davrandı.

İsrail, ilişkiler daha da bozulmasın diye alttan alan mesajlar verdi.

ABD ve Batı, İsrail ile Türkiye’nin ilişkisini düzeltmek için çabaladı.

Fakat tüm bu çabaları ‘Bizden korktular, bizi hafife alamayacaklarını anladılar, biz olmadan bölgede hiç bir şey yapamayacaklarını gördüler’ diye algılayan iktidar diplomatik dili büsbütün bir kenara bıraktı.

İsrail’in ilişkileri düzeltmeye çalışmaktan vazgeçtiğini, Türkiye’nin çıkarına aykırı politikalara ağırlık verdiğini gördüklerinde geri vites yaptılar. Ancak iş işten geçmişti. İsrail ile eskisi gibi etkin bir ilişki kuramıyorlardı. Çünkü Türkiye içi boş, ucuz tehditler savururken, esasında elinin ne kadar zayıf olduğunu bütün dünyaya göstermişti.

Şimdi Filistin bütünüyle yalnız. Gazze bütünüyle sahipsiz.

Ve Türkiye, İsrail’e diplomatik olarak bile tek bir cümle edemez durumda.

İktidara kısa vadeli kazanç sağlayan ama ülkeye zerre kadar yarar getirmediği gibi büyük zararlar veren kabadayı dilin dozu, her geçen gün biraz daha arttı.

Dış politika artık iç politikanın malzemesi yapılmıştı.

Diplomasinin yerini BM’ye, ABD’ye, Rusya’ya AB’ye, İsrail’e, esasen bütün dünyaya meydan okuyan, ayar veren bir dil almıştı.

Taraftarın duygusunu kabartmak, ideolojik bir kenetlenme sağlamak adına önlerine gelen ülkeye en üst perdeden ayar vermekten, hakaret etmekten zerre kadar çekinmiyorlardı.

Bu dilin, bu yaklaşımın getirdiği zararı İsrail ile yaşanan olayda gördükleri halde benzer bir dili Rusya ile ilişkilerde de kullandılar.

Rus uçağı düşürüldüğünde köklü bir devlet gibi diplomatik dil yerine, bir mahalle kabadayısı evsafında dil kullanmaya başladılar.

“Gerekirse tezek yakarız”, “Siz yeni Türkiye’nin büyüklüğünün farkında değilsiniz”, “Artık, boyun eğen, ‘Tamam’ diyen bir ülke değiliz, bunu kabul ederseniz sizin iyiliğinize…” gibi ipe sapa gelmez, temelsiz, ucuz meydan okumalarla Rusya’yla da bütün köprüleri attılar.

Fakat çok sürmedi. Turizm ağır yara alıp tarım ihracatı durunca ve meydan okumanın maliyetinin farkına vardıklarında Rusya’dan özür dilediler.

Fakat Rusya eski Rusya olmadı. Çünkü söylenmiş onlarca ipe sapa gelmez cümle vardı. Üstelik sergilenen o kabadayılığın ne kadar kof olduğunu, Türkiye’nin elinin ne kadar zayıf olduğunu, birçok alanda kendilerine muhtaç olduğunu fark ettiler.

Rusya tarım ürünlerine koyduğu ambargoyu kaldırmıyor. Türkiye’nin tek taraflı vize iptaline rağmen vize uygulamaktan vazgeçmiyor, 103 gündür Ankara’ya büyükelçi atamıyor. Türkiye’nin en hassas olduğu Suriye’deki YPG konusunda YPG’ye açıktan destek vermekten zerre kadar çekinmiyor.

Ve ne yazık ki Türkiye’nin Rusya’ya söyleyebilecek tek bir sözü yok.

Bizimkiler, en küçük bir memnuniyetsizlik belirtisinde bile bulunamıyorlar.

Atılan onca naranın, meydan okumanın ardından gelinen nokta ‘Aman sesimizi çıkarmayalım da var olan tek taraflı ilişki de bozulmasın’ durumu.

Özürden sonra Rusya ile ilişkilerin düzeldiğini sandıkları bir dönemde bu sefer ABD’ye, NATO’ya, AB’ye kabadayılık tasladılar.

Yandaş medyada her gün bir Batı ülkesi için “Terörist devlet” manşetleri, “Ortadoğu’da artık biz varız bizsiz hiç bir şey yapamazsınız” gibi ipe sapa gelmez tehditler, “Ya biz ya YPG” gibi çocukça tercihe zorlamalar…

Hepsinin neticesinde Türkiye artık ne Irak’ta ne de Suriye’de var.

ABD’ye ve Batı’ya “Ortadoğu’da artık bizsiz yaprak kımıldamaz, biz olmadan hiçbir şey olmaz” tehdidi savruluyordu.

Tehdit edilenler tehdit edenin kofluğunu, güçsüzlüğünü göstermek için onun istemediği, “Yaparsanız çok fena olur” dediği her şeyi yaptılar.

Mesela Türkiye, Musul operasyonuna dahil edilmedi.

Suriye’de istediği tampon bölge talebi kabul görmeyince sessizce gündemden düşürdü. “Rakka operasyonunu YPG ile değil bizle yapın” talebi vardı; ABD ve Rusya, Türkiye’yi değil YPG’yi seçti.

Bundan dolayı Rakka ve Münbiç’e ABD ile beraber operasyon hayalleri rafa kaldırılarak ‘Fırat Kalkanı’ operasyonu apar topasonlandırıldı.

Üstelik “71 gencecik çocuk niçin oralarda şehit oldu?” sorusu havada dururken.

Türkiye’nin en çok korktuğu ‘Suriye’de bir Kürt bölgesi oluşumu’ ABD ve Rusya’nın desteğiyle gerçekleşiyor.

Kerkük’te istemediği bir durum gelişiyor fakat sesini çıkaramıyor.

Mesele sadece masada olmamak değil. Bütün gelişmeler Türkiye aleyhine ilerliyor.

Fakat ne yazık ki Türkiye’nin bunlara itiraz edecek, etse de karşılık alacak en küçük bir ağırlığı kalmadı.

Türkiye, büyük devlet olmadan büyük devletmiş gibi davranmanın, hatta kabadayılığı büyük devlet olmak sanmanın ağır faturasıyla karşı karşıya.

Türkiye’nin hem Batı ve ABD’yle hem Rusya’yla hem de İran, Irak, Mısır gibi Müslüman ülkelerle ilişkisi ağır yara aldı.

Tehditler, meydan okumlalar, diplomatik dilden uzak, mahalle kabadayısı edasıyla yapılan hakaretler, farklı ülkelere yöneltilen akıl almaz ithamlar…

Tüm bunların sonunda bütün etkisini kaybetmiş, dünya siyasetinde en küçük bir ağırlığı, itibarı kalmamış bir ülke durumuna geldik.

Bir devlet bankasının genel müdür yardımcısı bir başka ülkede tutuklanıyor, iktidar ağzını açıp tek cümle edemiyor, bir politika belirleyemiyor.

Çünkü ülkemizin o cümleyi edebilecek, caydırıcı bir politika belirleyecek en küçük bir ağırlığı kalmadı.

Hezeyanlar içindeki kimi yandaş kalemlerin “Yedi düvelle savaşıyoruz” gibi akıl almaz yayınları, iktidarın, içeride kendini sağlama almak için dış politikayı iç politika malzemesi yapması neticesinde Türkiye ağır bir bedel ödüyor.

Yukarıda da dediğim gibi büyük devlet olmadan büyük devletmiş gibi davranmanın, büyük devlet olmayı mahalle kabadayılığı sanmanın neticesinde Türkiye dışarıda, devlet olma vasfını, etkisini ve ağırlığını bütünüyle kaybetti.

Birçok uzmana göre de ‘haydut devlet’ olarak algılanıyoruz.

İktidarlarını sağlama almak için Türkiye’nin asırlardır birikmiş tüm itibarını harcadılar.

Çok yazık!

 

Diken.com.tr

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve canakkaleninsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.