Ezine Cevatpaşa Ortaokulu’nda Dehşet Anları ve Düşündürdükleri!...

Aile içi şiddet, özellikle çocuklara yönelik şiddet, modern toplumun en hassas ve en tartışmalı başlıklarından biridir. Eğitimciler, sağlık çalışanları ve sosyal hizmet uzmanları bu durumlara müdahale etmekle yükümlüdür. Ancak müdahalenin şekli, zamanlaması ve kapsamı çoğu zaman asıl sorunu çözmektense yeni yaralar açabilir. Bugün eğitimcilerin, bir çocuğun yaşadığı fiziksel şiddet nedeniyle rapor alarak doğrudan dava yoluna gitmesi ve sonrasında çocuğun aileden alınması gibi uygulamalar toplumda hem vicdanları hem de sosyal dengeleri sarsmaktadır.

Şiddete Karşı Sessizlik Suçtur, Ama Her Müdahale de Doğru Müdahale Değildir

Elbette, bir öğretmen çocuğun fiziksel istismara uğradığını fark ettiğinde bunu göz ardı edemez. Sessizlik suça ortak olmaktır. Ancak burada kritik olan, müdahalenin yöntemi ve amacı olmalıdır. Amaç sadece cezalandırmak mı, yoksa aileyi onarmak mı? Eğitimciler birer sosyal dedektif değil, çocuk gelişimi uzmanıdır. Rapor tutmak yerine rehberlik servisini, okul psikolojik danışmanını devreye sokmak, aileyle sağduyulu ve yönlendirici bir iletişim kurmak ilk adım olmalıdır. Aile mahkemesine koşmak, çocuğu doğrudan sistemin kucağına atmak bir çözüm değil, çoğu zaman yeni bir travmanın başlangıcıdır.

Devletin Görevi Aileyi Yıkmak Değil, Onarmaktır

Devletin, özellikle de sosyal hizmetlerin görevi yalnızca korumak değil, koruyarak birliği sürdürebilmektir. Şiddet uygulayan bir baba sadece bir fail değildir; çoğu zaman çaresizliğin, geçim derdinin, kendi çocukluğundaki yaraların izlerini taşıyan bir kişidir. Aileyi dağıtmak en kolay ama en yıkıcı çözümdür. Oysa babayı rehabilite etmek, öfke kontrolü eğitimi vermek, ekonomik destek sağlamak, aile danışmanlığı sunmak gibi yollarla bu travma zinciri kırılabilir.

Çocukları Korurken Travmaların Üzerine Travma Eklemek

Bir çocuğu ailesinden koparmak, onun hayatındaki en büyük bağın kesilmesidir. Bu, kimi zaman gerçekten zorunlu olabilir; ancak bu karar son çare olmalıdır. Aksi takdirde sistem, çocuğu bir travmadan kurtarıp başka bir kurumsal travmaya sürüklemiş olur. Kaldığı yurtlar, koruyucu ailelerde yaşadığı yabancı ortamlar, kimlik karmaşası, terk edilmişlik duygusu... Bunlar şiddetin kendisinden bile kalıcı hasarlar bırakabilir.

Sonuç: Suçluyu Dışlamak Değil, Dönüştürmek

Evet, aile içi şiddet affedilmezdir. Ama affetmemek başka, yok saymak başka, tamamen dışlamak çok başkadır. Her baba cani değildir, her şiddet uygulayan bilinçli bir zalim değildir. Bazen yoksulluk, bazen psikolojik yıkımlar, bazen eğitimsizlik bir adamı zorla şiddetin eşiğine getirir. İşte burada devreye gerçek sosyal devlet girmelidir. Ceza değil, çözüm üretmelidir.

Öğretmenlerin ve kurumların şiddete karşı sessiz kalmamaları elbette yerindedir; ama her olayı otomatik olarak “koparma” refleksiyle karşılamak yerine, sağduyulu, bütüncül ve yapıcı bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Çünkü aile sadece bir çatı değil; o çatının altında var olan onarılası ilişkiler, umutlar ve ikinci şanslar da vardır.

İşte o ikinci şansı vermek, gerçek koruma ve toplumsal iyileşmenin temelidir.