Çanakkale Haber

Levent GÜLTEKİN
Köşe Yazarı
Levent GÜLTEKİN
 

Peki şimdi ne olacak? Ya da ne yapmalıyız?

@acikcenk / acikcenk@gmail.com “Referandum sonucu ne anlama geliyor?”başlıklı bir önceki yazımı şu cümleyle bitirmiştim: “Yeni başladık. Yolun başında olmamıza rağmen çok da iyi başladık.” 16 Nisan referandumu için ‘Hayır’ koalisyonunun yaptığı bir iktidar mücadelesi değildi. Bir anlamda nefes alacak alan yaratma çabasıydı. Ülkemizi herkes için yaşanabilir bir ülke yapma fırsatını, zeminini yaratma mücadelesiydi. “İktidarı ele geçirme mücadelesi değildi” diyorum çünkü ‘Hayır’ diyenler arasında her görüşten, her meşrepten, her siyasi akımdan farklı insanlar vardı. Farklı ideolojilere mensuptuk ama ortak bir amacımız vardı. “Mesele ülkemiz olursa gerisi teferruattır” deyip bütün farklılıklarımızı bir kenara bırakarak ortak bir mücadele yürüttük. Karşımızda parası ve gücü olan ama kural, kanun, değer tanımayan, toplumu tehdit etmekten, kendi insanına ‘terörist’ demekten, inancımızı istismar etmekten utanmayan bir güç vardı. Buna rağmen yüzde 49 gibi büyük bir orana ulaştık. Küçük bir azınlık olmadığımızı fark ettik. Görünen o ki YSK’nın yaptığı hukuksuzluk, ortalıkta dolaşan şaibeli görüntüler olmasa yüzde 51’i bile aşmış olabilirdik. Toplumun önemli bir kısmı tehditlere boyun eğmedi. “Evet demek farzdır” diyen din adamı kılıklı ikdidar yandaşlarına kanmadı. Bütün bunları size basit bir umut vermek için anlatmıyorum. Buradan bir sonuç çıkarmamız gerekiyor. Çalıştık, çabaladık ve bir başarı elde ettik. Yıllarca ‘öteki’ gördüğümüz insanlarla dostluk kurmayı, konuşmayı, dertleşmeyi öğrendik. Selam vermeyi, gülümsemeyi, derdimizi anlatmayı, karşımızdakinin derdini dinlemeyi aynı dilde, aynı duyguda buluşmayı başardık. Esas meselenin inançlar, mezhepler, kimlikler, ideolojiler değil, ülkemiz olduğunu fark ettik. İnsan gibi bir yaşam sürmenin her şeyden daha değerli olduğunu anladık. “İyi sonuç aldık” diyorum çünkü yukarıda da dediğim gibi bu iktidarı ele geçirme mücadelesi değil ki orana bakalım. Bu, demokrasi, özgürlük, eşitlik gibi evrensel değerleri benimsemiş bir toplum, ülke olma mücadelesi. Peki bundan sonra ne yapacağız? Artık yeni bir durum var. Ülkenin kaderi tek bir kişinin iki dudağı arasına kaldı. İktidarı dizginleyecek bağımsız yargı, olup biteni topluma anlatacak bağımsız medya gibi kurumlarımız yok artık. O nedenle siyasi değil toplumsal bir mücadele sürdürmemiz gerekiyor. Bu kurnazlıkla, bu kural, hukuk tanımazlıkla, bu kontrolsüz güçle baş etmenin yolu mücadeleyi toplumsal bir mücadeleye dönüştürmektir. Yani toplumun bütününe olup biteni gösterip ikna etmenin yolunu bulmaktır. Artık Erdoğan’ı eleştirmenin, “Öyle yapma böyle yap” demenin, yaptığı yanlışları yüzüne vurursak mahcup olup vazgeçeceğini sanmanın bir anlamı yok. Bana göre Erdoğan’ın ülkeyi götürebileceği bir yer yok. Çünkü gelişen dünyaya uyan ne bir sözü ne de bir projesi var. Dünyadan da koptu gerçeklikten de. Bu şekilde ülkemizi hiç bir yere götüremeyeceğini o da biliyor, biz de biliyoruz. Tek bir amacı vardı: İktidarda kalmak. Onu da şimdilik muhafaza etti. Yani ‘doktor dedi ki eve götürün ne yerse yesin’ durumu. Bu nedenle yüzümüzü bütünüyle topluma dönmeliyiz. Birbirimizle barışçı, şiddet içermeyen, sükunetle, dostça, kardeşçe konuşmalıyız. Bağırmandan, yargılamadan, ötekileştirmeden “Gel bir dertleşelim, daha iyi bir yaşam için ortak bir dil bulalım” diyerek başlattığımız bu birlikteliği daha da güçlendirmeliyiz. “Demokrasi”, “Özgürlük”, “Eşitlik” demek yetmez. Bu değerlerin ülkede yaşayan herkesin hayatına neler katacağını topluma anlatmalıyız. ‘Eşitlik’ derken neyi kast ettiğimizi, ‘ortak akıl’ derken neyi amaçladığımızı, demokrasinin, özgürlüğün; insanların ekonomisini, yaşamını nasıl etkilediğini anlatmalıyız. Geçmişte istismar edilen, zorbalığın kılıfı yapılan laikliğin, doğru uygulandığı takdirde ülke için ne kadar önemli olduğunu anlatmalıyız. Gerekirse geçmişe ilişkin hataları kabul etmeli ve sıhhatli bir zemine adım atmalıyız. “Bugün nasıl ki inancımız istismar ediliyor diye inancımızdan vazgeçmiyorsak geçmişte laiklik istismar edildi diye laiklikten vazgeçemeyiz” deyip laikliğin inanç hürriyetini sağlayan bir değer olduğunu, buna en çok da dindar halkımızın ihtiyaç duyduğunu anlatmalıyız. Toplumsal hayatta kadının yerinin önemini, bunun bir ülkeye neler kattığını bıkmadan, usanmadan, tane tane topluma anlatmalıyız. Eğitimdeki felaket tablonun, bilimde, sanatta, teknolojideki geri kalmışlığımızın, yoksulluğun… Bütün sorunlarımızın nedenleri üzerine kafa yormalı ve ortak çözümler bulmalıyız. Topluma, iktidarın vaat ettiği cennetin sahte olduğunu, gerçek cennetin ancak bu değerlere sahip bir ülkede olabileceğini ispat etmeliyiz. “Ben olmazsam bu ülke olmaz” yaklaşımından kurtulup ‘öteki’ gördüğümüz bizden farklı düşünen, farklı inanan, farklı yaşayan kesimlere “Sen olmazsan bu ülke olmaz” anlayışını benimsemeliyiz. Kısacası ‘Hayır’ kampanyası sürecinde yaptığımız konferanslara, seminerlere, video çekimlerine, buluşmalara, toplantılara, ziyaretlere devam etmeliyiz. Tekrar edeyim: Artık partilerin bir hükmü yok. Siyaset bütünüyle tasfiye edildi. Ülke bir kişinin tapulu malı oldu. Bir partinin bir aday çıkarıp, hiç bir kuralı, değeri olmayan bir güçle baş etmesi neredeyse imkansız. O nedenle öncelikle toplumu ilmik ilmik örecek bir çaba içine girmeliyiz. Toplumu, hepimizin hayatını cehenneme çeviren bu anlayışın esaretinden kurtarmalıyız. Yeni bir ‘biz’ tanımı yapmalıyız. O ‘biz’in bu ülkenin evladı ortak paydasında buluşan, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve nihayetinde insan gibi yaşam isteyen her mezhepten, her inançtan, her kimlikten, her ideolojiden insanlardan oluştuğunu bütün topluma göstermeliyiz. Ve bu ülkede yaşayan herkese “Sen de gel” diyecek sıcaklığa, içtenliğe demokratik tutuma ulaşmalıyız. Bu ülkeyi tek adamın değil herkesin ülkesi yapabiliriz. Herkesin eşit, özgür, insan gibi yaşadığı bir ülke. Korkudan uzak, suç işlememiş ufku geniş, açık fikirli insanlar olarak Türkiye’yi anayasasıyla, toplumsal barışıyla, üretkenliğiyle mutlu huzurlu bir ülke haline getirtebiliriz. Kolay değil ama içinden çıkılmayacak kadar karmaşık da değil. Yeter ki ülkesini gerçekten seven topluma faydalı olmak isteyen insanlar bir araya gelsin. Yeter ki niyetimiz devleti ele geçirmek, gücü elde tutmak değil, bu güzel ülkenin temiz insanlarına hakikaten fayda sunmak olsun. Filed Under: Agora Tüm yazılar: Levent Gültekin Diken.com.tr
Ekleme Tarihi: 25 Nisan 2017 - Salı
Levent GÜLTEKİN

Peki şimdi ne olacak? Ya da ne yapmalıyız?

@acikcenk / acikcenk@gmail.com

“Referandum sonucu ne anlama geliyor?”başlıklı bir önceki yazımı şu cümleyle bitirmiştim“Yeni başladık. Yolun başında olmamıza rağmen çok da iyi başladık.”

16 Nisan referandumu için ‘Hayır’ koalisyonunun yaptığı bir iktidar mücadelesi değildi.

Bir anlamda nefes alacak alan yaratma çabasıydı. Ülkemizi herkes için yaşanabilir bir ülke yapma fırsatını, zeminini yaratma mücadelesiydi.

“İktidarı ele geçirme mücadelesi değildi” diyorum çünkü ‘Hayır’ diyenler arasında her görüşten, her meşrepten, her siyasi akımdan farklı insanlar vardı.

Farklı ideolojilere mensuptuk ama ortak bir amacımız vardı. “Mesele ülkemiz olursa gerisi teferruattır” deyip bütün farklılıklarımızı bir kenara bırakarak ortak bir mücadele yürüttük.

Karşımızda parası ve gücü olan ama kural, kanun, değer tanımayan, toplumu tehdit etmekten, kendi insanına ‘terörist’ demekten, inancımızı istismar etmekten utanmayan bir güç vardı.

Buna rağmen yüzde 49 gibi büyük bir orana ulaştık.

Küçük bir azınlık olmadığımızı fark ettik.

Görünen o ki YSK’nın yaptığı hukuksuzluk, ortalıkta dolaşan şaibeli görüntüler olmasa yüzde 51’i bile aşmış olabilirdik.

Toplumun önemli bir kısmı tehditlere boyun eğmedi. “Evet demek farzdır” diyen din adamı kılıklı ikdidar yandaşlarına kanmadı.

Bütün bunları size basit bir umut vermek için anlatmıyorum.

Buradan bir sonuç çıkarmamız gerekiyor.

Çalıştık, çabaladık ve bir başarı elde ettik.

Yıllarca ‘öteki’ gördüğümüz insanlarla dostluk kurmayı, konuşmayı, dertleşmeyi öğrendik.

Selam vermeyi, gülümsemeyi, derdimizi anlatmayı, karşımızdakinin derdini dinlemeyi aynı dilde, aynı duyguda buluşmayı başardık.

Esas meselenin inançlar, mezhepler, kimlikler, ideolojiler değil, ülkemiz olduğunu fark ettik. İnsan gibi bir yaşam sürmenin her şeyden daha değerli olduğunu anladık.

“İyi sonuç aldık” diyorum çünkü yukarıda da dediğim gibi bu iktidarı ele geçirme mücadelesi değil ki orana bakalım. Bu, demokrasi, özgürlük, eşitlik gibi evrensel değerleri benimsemiş bir toplum, ülke olma mücadelesi.

Peki bundan sonra ne yapacağız?

Artık yeni bir durum var.

Ülkenin kaderi tek bir kişinin iki dudağı arasına kaldı.

İktidarı dizginleyecek bağımsız yargı, olup biteni topluma anlatacak bağımsız medya gibi kurumlarımız yok artık.

O nedenle siyasi değil toplumsal bir mücadele sürdürmemiz gerekiyor.

Bu kurnazlıkla, bu kural, hukuk tanımazlıkla, bu kontrolsüz güçle baş etmenin yolu mücadeleyi toplumsal bir mücadeleye dönüştürmektir.

Yani toplumun bütününe olup biteni gösterip ikna etmenin yolunu bulmaktır.

Artık Erdoğan’ı eleştirmenin, “Öyle yapma böyle yap” demenin, yaptığı yanlışları yüzüne vurursak mahcup olup vazgeçeceğini sanmanın bir anlamı yok.

Bana göre Erdoğan’ın ülkeyi götürebileceği bir yer yok.

Çünkü gelişen dünyaya uyan ne bir sözü ne de bir projesi var.

Dünyadan da koptu gerçeklikten de.

Bu şekilde ülkemizi hiç bir yere götüremeyeceğini o da biliyor, biz de biliyoruz.

Tek bir amacı vardı: İktidarda kalmak. Onu da şimdilik muhafaza etti.

Yani ‘doktor dedi ki eve götürün ne yerse yesin’ durumu.

Bu nedenle yüzümüzü bütünüyle topluma dönmeliyiz.

Birbirimizle barışçı, şiddet içermeyen, sükunetle, dostça, kardeşçe konuşmalıyız. Bağırmandan, yargılamadan, ötekileştirmeden “Gel bir dertleşelim, daha iyi bir yaşam için ortak bir dil bulalım” diyerek başlattığımız bu birlikteliği daha da güçlendirmeliyiz. “Demokrasi”“Özgürlük”“Eşitlik” demek yetmez.

Bu değerlerin ülkede yaşayan herkesin hayatına neler katacağını topluma anlatmalıyız.

‘Eşitlik’ derken neyi kast ettiğimizi, ‘ortak akıl’ derken neyi amaçladığımızı, demokrasinin, özgürlüğün; insanların ekonomisini, yaşamını nasıl etkilediğini anlatmalıyız.

Geçmişte istismar edilen, zorbalığın kılıfı yapılan laikliğin, doğru uygulandığı takdirde ülke için ne kadar önemli olduğunu anlatmalıyız.

Gerekirse geçmişe ilişkin hataları kabul etmeli ve sıhhatli bir zemine adım atmalıyız.

“Bugün nasıl ki inancımız istismar ediliyor diye inancımızdan vazgeçmiyorsak geçmişte laiklik istismar edildi diye laiklikten vazgeçemeyiz” deyip laikliğin inanç hürriyetini sağlayan bir değer olduğunu, buna en çok da dindar halkımızın ihtiyaç duyduğunu anlatmalıyız.

Toplumsal hayatta kadının yerinin önemini, bunun bir ülkeye neler kattığını bıkmadan, usanmadan, tane tane topluma anlatmalıyız.

Eğitimdeki felaket tablonun, bilimde, sanatta, teknolojideki geri kalmışlığımızın, yoksulluğun… Bütün sorunlarımızın nedenleri üzerine kafa yormalı ve ortak çözümler bulmalıyız.

Topluma, iktidarın vaat ettiği cennetin sahte olduğunu, gerçek cennetin ancak bu değerlere sahip bir ülkede olabileceğini ispat etmeliyiz.

“Ben olmazsam bu ülke olmaz” yaklaşımından kurtulup ‘öteki’ gördüğümüz bizden farklı düşünen, farklı inanan, farklı yaşayan kesimlere “Sen olmazsan bu ülke olmaz” anlayışını benimsemeliyiz.

Kısacası ‘Hayır’ kampanyası sürecinde yaptığımız konferanslara, seminerlere, video çekimlerine, buluşmalara, toplantılara, ziyaretlere devam etmeliyiz.

Tekrar edeyim: Artık partilerin bir hükmü yok. Siyaset bütünüyle tasfiye edildi.

Ülke bir kişinin tapulu malı oldu.

Bir partinin bir aday çıkarıp, hiç bir kuralı, değeri olmayan bir güçle baş etmesi neredeyse imkansız.

O nedenle öncelikle toplumu ilmik ilmik örecek bir çaba içine girmeliyiz.

Toplumu, hepimizin hayatını cehenneme çeviren bu anlayışın esaretinden kurtarmalıyız.

Yeni bir ‘biz’ tanımı yapmalıyız.

‘biz’in bu ülkenin evladı ortak paydasında buluşan, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve nihayetinde insan gibi yaşam isteyen her mezhepten, her inançtan, her kimlikten, her ideolojiden insanlardan oluştuğunu bütün topluma göstermeliyiz.

Ve bu ülkede yaşayan herkese “Sen de gel” diyecek sıcaklığa, içtenliğe demokratik tutuma ulaşmalıyız.

Bu ülkeyi tek adamın değil herkesin ülkesi yapabiliriz. Herkesin eşit, özgür, insan gibi yaşadığı bir ülke.

Korkudan uzak, suç işlememiş ufku geniş, açık fikirli insanlar olarak Türkiye’yi anayasasıyla, toplumsal barışıyla, üretkenliğiyle mutlu huzurlu bir ülke haline getirtebiliriz.

Kolay değil ama içinden çıkılmayacak kadar karmaşık da değil.

Yeter ki ülkesini gerçekten seven topluma faydalı olmak isteyen insanlar bir araya gelsin.

Yeter ki niyetimiz devleti ele geçirmek, gücü elde tutmak değil, bu güzel ülkenin temiz insanlarına hakikaten fayda sunmak olsun.

Filed Under: Agora

Tüm yazılar: 

Diken.com.tr

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve canakkaleninsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.